Mansur bin Hüseyin, bilinen adıyla Hallac-ı Mansur... O, asırlar boyunca, tasavvuf yolcularının bir ucu keskin kılıç, diğer ucu ise sonsuz bir aşk denizi olan menkıbesi olagelmiştir. O, zühd ve riyaze...
Küller ve Nehrin İsyanı Mansur’un bedeni, çarmıhtan indirilip büyük bir odun yığını üzerinde yakıldı. Alevler, onu yutarken, Bağdat'ın üzerindeki gökyüzü bile griye bürünmüş gibiydi. İnfazın tamamlanmasının ardından, cellatlar Mansur’un küllerini topladılar ve vasiyete uygun olarak Dicle Nehri’nin coşkun sularına serpmek üzere yola çıktılar. Küller, nehre serpilmeye başladığı anda, doğa adeta bir isyan çığlığı attı. Dicle Nehri, o güne dek görülmemiş bir hiddetle köpürdü. Sular, aniden ve hızla yükselmeye başladı. Önce köprü ayaklarını yuttu, sonra Dicle kıyısındaki setleri aşarak Bağdat şehrine doğru ilerledi. Küllerin sudaki her zerresi, sanki bir ses dalgası yayıyordu. Nehrin üzerindeki rüzgâr, binlerce kişinin duyabileceği bir şekilde, o meşhur ve yasaklı feryadı taşıyordu: "Ene'l-Hak! Ene'l-Hak!" Şehirde panik başladı. Su baskını, Bağdat'ın tarihi binalarını ve pazarlarını tehdit ediyordu. İnsanlar, Mansur’un intikamının su ile geldiğine inanarak korku içinde kaçışıyordu. Cellatlar ve Kadı bile, Mansur’un ölümden sonraki bu muazzam gücü karşısında dehşet içinde kalmıştı. Şiblî'nin Sadakati ve Keramet Bütün bu kaosun ortasında, Mansur’un sadık müridi Şiblî, vasiyeti hatırladı. Gözyaşlarını sildi, kalbindeki korkuyu bastırdı ve hızla Mansur'un hücresine koştu. Mansur'un son emaneti olan, yıllarca sırtında taşıdığı eski, yamalı derviş hırkası oradaydı. Hırka, adeta Mansur'un ruhunun bir parçası gibi, ılık bir enerji yayıyordu. Şiblî, hırkayı aldı ve Dicle'nin en azgınlaştığı, suların şehri yutmaya başladığı noktaya koştu. Nehrin kıyısında durdu. Sular, önündeki toprağı hızla aşındırıyordu. Şiblî, hırkayı iki eliyle havaya kaldırdı, son bir kez Mansur’a veda edercesine fısıldadı: "Ey Aşk Şehidi! Vasiyetin yerine geldi!" Ardından, o kutsal emaneti, Mansur’un yamalı derviş hırkasını, Dicle'nin coşkun sularına bıraktı. Hırka, suya battığı anda mucize gerçekleşti. Sanki nehrin kalbine bir mühür vurulmuştu. Coşkun dalgalar anında duruldu. Nehrin gazabı, yerini garip bir sükûnete bıraktı. Sular, itaatkâr bir şekilde, yavaş yavaş çekilmeye, kendi yatağına dönmeye başladı. Sırrın Devamlılığı Bağdat kurtulmuştu. Mansur, sadece kendi ölümünü değil, şehrin kaderini de önceden bilmişti. Küllerinden bile gelen ses, Dicle'yi isyan ettirmiş; ancak son eşyası olan hırkası, bu isyanı dindirmişti. Şiblî, nehrin kıyısında diz çöktü. Anladı ki, Mansur’un kerameti bedeniyle sınırlı değildi. O, ölümden sonra bile doğa üzerindeki gücünü koruyordu. Mansur, bu son kerametle, halka ve yöneticilere şu mesajı vermişti: "Bedenimi yaksanız, ruhumun kudretini yok edemezsiniz!" Dicle'nin sularına serpilmiş küllerden yükselen "Ene'l-Hak" feryadı, o günden sonra Bağdat'ın üzerinde bir efsane olarak asılı kaldı. Mansur, bir şehit olarak değil, ölümle bile yenilemeyen bir hakikatin sembolü olarak tarihe geçmişti. Bu olayla, Mansur'un trajik hayatı epik bir zirveye ulaşmış oldu. Son iki bölüm, onun manevi mirasının ve itibarının iade edilişini ele alacak.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.