Gün geldi ağladığım günlere ağladım. hz. ebubekir
Gece Mirası
Ay'ın derin sessizliğinde yoğruldu, Güneş'in öfkesiyle mühürlendi. O, geceye hükmeden gölgelerin kızıydı ama aynı zamanda gündüzü tutuşturan ışığın da mirasçısıydı. Buzla ateş arasında doğmuş bi...
2. Bölüm

Sırlar ve gölgeler

33 Okuyucu
2 Beğeni
0 Yorum
Değerli okuyucularım,

Bu bölüme kadar Becca'nın ayak izlerini takip ettiğiniz, nefesimi paylaştığınız için teşekkür ederim. Her kelime, sizinle birlikte atılan bir adımdı bu gizemli yolculukta.

Sevgi ve sırlarla...

-Kralitsaa

***

2. Bölüm - Karga

Seattle, Washington

Londra'nın nemli sisini arkamızda bırakıp, uçsuz bucaksız Pasifik'in kucakladığı Seattle'a varmıştık. Büyükbabamın eski evi, şehrin gürültüsünden uzak, ormanların fısıltılarıyla çevrili, unutulmuş bir rüya gibi duruyordu karşımızda.

Ahşap panjurları, zamanın ve anıların yükünü taşıyan yaşlı çam ağaçları gibi dikilmişti. İçerisi, eskiden kalma hatıraların, toz ve lavanta karışımının kokusuyla doluydu, bir de belli belirsiz küf. Annem Rose, yorgun ama kararlı adımlarla içeri girdi, evin her köşesini denetlerken gözlerinde yeni bir sığınağın umudu parlıyordu.

Bu mahallede olmak, etrafı saran yeşillik ve sessizlik, içime dingin bir nefes dolduruyordu; sanki burası, fırtınadan sonra sığınılacak bir limandı.Yerleşme telaşı, zihnimi o korkunç şafak anından bir nebze uzaklaştırmıştı. Boynumdaki yara izleri, annemin özenli tedavisiyle kabuk bağlamaya başlamıştı; fiziksel acısı dinerken, ruhumdaki izler daha derine işliyordu.

Beni ısıran adamın o dehşet dolu yüzü, kanımın kendi yüzüne fışkırdığı an... Her gözümü kapattığımda bir hayalet gibi beliriyordu. Annem yukarıda, çatı katındaki büyükannemin odasını benim yeni odam olarak düzenlemekle meşguldü. Ben de verandaya çıkmış, temiz havayı içime çekiyordum. Tam o sırada, çocukluğundan beri annemin yakın arkadaşı olan Mary Teyze'nin kızı Violet, bizim verandaya doğru neşeyle yaklaştı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Onu en sor gördüğüm de ikimizde yedi yaşındaydık.

"Becca! Geldin mi? Tam da seni merak ediyordum!" diye cıvıldadı. Onunla aynı mahallede olmak, bu yabancı şehirde kendimi bir anda şanslı hissetmeme neden olmuştu. Sohbet etmeye başladık, laflıyorduk; Violet'ın enerjisi, içimdeki kasveti hafifletiyordu.
"Biliyor musun, tam da buraya, bizim sokağa taşınmanız ne kadar şanslı bir tesadüf!" dedi Violet, gözleri parlıyordu. "Bak," diye işaret etti, bakışları sokağın karşısındaki o büyük, modern eve kaydı. O ev, tüm mahallenin en lüks, en gösterişli yapısıydı. Ama yedi yaşındayken orası boş bir araziydi. Şimdi ise etrafı, yüksek, yosunlarla ve sarmaşıklarla kaplı taş duvarlarla örülü içinde bir evi saklıyordu. Duvarlar o kadar yüksekti ki, evin sadece çatı katının sivri kiremitlerini görebiliyorduk. "İnanılmaz, değil mi?" diye devam etti Violet. "Mahalledeki en lüks ev, ama aynı zamanda en gizemlisi. O yüksek duvarların ardında ne olduğunu kimse bilmiyor. Evin önüne park edilen şu devasa lüks cip haricinde, onlara ulaşmak, onları görmek imkansız."

Gözlerimi kısıp evin çatısına baktım, gizemli bir çekimle. Orası Violet ile küçük bir çocukken oyun oynadığımız yerdi. Violet'ın sesi alçaldı, neredeyse bir fısıltıya dönüştü. "Orada dört kişi yaşıyor. Benimle aynı okulda okuyorlar, ama kimseyi beğenmezler. Çünkü çok zengin ve... soğuk tipler. Hiçbir komşusuyla ilgilenmezler. Hatta kapıya gelen postacıyla bir kez bile selamlaştıklarını görmedim. Evin o yüksek duvarlarını da sanırım bunun için yaptırdıklarını düşünüyorum. Hiçbirinin annesi ya da babası yok. Galiba hepsi kardeş ya da değil, kimse emin değil. Neden bir arada yaşadıklarını bilen yok."

"İlginç gerçekten," diye yanıtladım, sesimde samimi bir merak vardı. "Merak uyandıran bir hikayeleri var."

Tam o sırada, annemin sesi yukarıdan yankılandı:

"Becca!"

Violet'a veda edip yukarıya koştum. Büyükannemin eski odasına girdiğimde, nefesim kesildi. Annem, odayı benim tarzıma göre tamamen değiştirmişti. Duvarlar, en sevdiğim renk olan lacivert tonlarına boyanmıştı; adeta gecenin huzurunu ve derinliğini odama taşımıştı. Mobilyalar ise sıcak ahşaptan seçilmişti, lacivertin soğukluğunu dengeleyen, doğal bir sıcaklık katıyordu. Yatağımın karşısındaki büyük pencere, tam da o yüksek duvarlı, çocukluk hatıram olan eve bakıyordu. Annem gülümseyerek büyükannemin duvarda asılı olan eski resmini çıkardı. "Bunu salona assam daha iyi olur, ne dersin?" dedi şefkatle. "Burası artık genç bir kızın odası oldu ne de olsa. Senin için yeni bir sayfa." Sonra göz kırptı. "Mahalleyi biraz dolaşmak ister misin akşam yemeğinden önce? Kasabaya biraz alışman gerekecek. Hatta istersen okuluna da biraz uzaktan bakabiliriz, buraya çok yakın ama alışmış olursun. Antrenman gibi düşün."

Yanağına bir öpücük kondurdum. "Teşekkür ederim, anne. Oda harika olmuş," dedim içtenlikle. "Ama başımda beni kontrol eden bir bakıcı istemiyorum. Biraz yalnız dolaşmak istiyorum. Şu haritayı verir misin? Biraz antrenman yapayım."

Annem, gökyüzüne baktı. Hava gerçekten de yağacak gibiydi; gri, ağır bulutlar ufku kaplamıştı. "Tamam o zaman," dedi, hafif bir endişeyle. "Ama burada Londra'dan daha fazla yağış olur. Çıkmadan önce büyükbabanın yağmurluğunu al ve sakın çok uzaklaşma, olur mu?"

"Seni seviyorum anne!" diye seslendim, kalbimdeki o yeni hisle. Verandaya çıkmadan önce, askıdan büyükbabanın eski, yıpranmış ama hala güçlü duran yağmurluğunu aldım. Kokusu, eski toprak ve ağaç kokusuyla karışmıştı; içimde garip bir güven hissi yarattı. Elimdeki haritayı açarak, okulun olduğu bölgeye doğru yürümeye başladım.
Çok geçmeden, gökyüzü yavaş yavaş karardı ve ilk damlalar alnıma düştü. Ardından hızlandı, hızlandı... Seattle'ın meşhur yağmuru tüm şehri ele geçirdi. Öyle bir yağmurdu ki, damlalar sadece tenime değil, ruhuma da dokunuyordu. Her yere sinen o gri hava, bir battaniye gibi sarıyordu beni. Yağmur damlaları şeffaf bir perdeden süzülür gibi süzülüyor, kaldırım taşlarına çarptığında mini mini patlamalarla dağılıyordu. Her adımda ayakkabılarımdan su fışkırıyor, saçlarım sırılsıklam oluyordu. Gözlerimi kapatsam, sanki tüm dünya suyla dolmuş, ben de okyanusun derinliklerinde yüzüyormuşum gibi hissederdim. Nefes aldıkça, havadaki nem ciğerlerime doluyor, her yer ıslak bir şarkı söylüyordu. Etrafımdaki ağaçların yaprakları ağırlaştıkça ağırlaşıyor, sanki onlardan da damlalar yerine küçük şelaleler akıyordu. Bu ahmak ıslatan yağmur, üzerimdeki tüm kiri, tüm endişeyi yıkamak ister gibiydi.
Haritayı ıslanmaktan koruyarak, okulun tabelasını uzaktan seçtim. Lise binası, henüz dersler başlamadığı için ıssız ve sessizdi. Ben, 17 yaşında, lise son sınıfa başlayacaktım. Okul binası, kırmızı tuğlalarıyla klasik Amerikan liselerine benziyordu ama etrafını saran ağaçlar ve üzerindeki yağmurla daha mistik bir hava kazanmıştı. Bir süre sırılsıklam bir şekilde onu inceledim.

Okulun hemen yakınında, caddenin köşesinde, içeriden yayılan sıcak bir ışıkla parlayan küçük bir pet shop gördüm. Merakla içeriye bir göz atmak için girdim. Kapıdan içeri adım attığımda, içeriden gelen o kendine özgü, hafif nemli ve hayvan kokulu hava beni sardı. Raflarda sıralanmış mamalar, oyuncaklar, cam kafeslerdeki renk renk balıklar ve kemirgenler... Köşede, kocaman bir papağan, beni görür görmez garip bir ses çıkardı.
Tezgahın arkasında, benim yaşlarımda, tatlı yüzlü, kahverengi saçlı, güler yüzlü bir kız duruyordu. Gözlerinde yorgunluk vardı ama gülümsemesi samimiydi. "Hoş geldin!" dedi, sesi sıcak ve misafirperverdi. "Bu saatte pek müşteri olmaz."

"Merhaba," diye yanıtladım, saçlarımdan sular damlıyordu. "Sadece yağmurdan kaçıyordum, bir de... merak ettim."

"Ben Lily," dedi, elini uzattı. "Burası annemden kalma. O vefat edince ben devraldım." Sesi hafifçe kırılmıştı ama hemen toparladı. "Burası aynı zamanda evimiz."
Arka taraftaki loş bir köşede, tekerlekli sandalyede oturan, elinde purosuyla pencereden dışarıya doğru dönmüş yaşlı bir adam gördüm. Gözleri görmüyordu ama sanki varlığıyla bile etrafını hissediyordu. "Burası benim cehennemim," diye homurdandı, sesi kalın ve tütün kokuluydu. "Hayvan sesi, bir de şu... deli kadın."

Tam o sırada, arka odadan içeri, omzunda canlı yeşil bir iguana ile neşeli, yaşlı bir kadın girdi. Yüzü kırışıklarla doluydu ama gözleri muzip bir pırıltıyla parlıyordu. "Sana da merhaba, moruk!" diye bağırdı adama, sesi tiz ve şen şakrak bir komedyenin sesi gibiydi. "Ah, bir misafirimiz var!" İguanasını omzunda dengede tutarak bana doğru yürüdü. "Ben Olivia, bu da benim bebeğim Pipo!" diye iguana'sını işaret etti. "Bu dükkanın ruhu, sevgili torunum Lily'nin ilham perisi, ve şu moruğun baş belası!" dedi, göz kırparak. Kocasına atıfta bulunarak kıkırdadı.Lily gözlerini devirdi ama yüzünde sevgi dolu bir gülümseme vardı. "O benim büyükannem," dedi. "Ve o hep böyledir."
Olivia teyze, beni baştan aşağı süzdü, gözleri keskin ve sanki içimi okuyordu. "Ah, seni sevdim, küçük hanım! Gözlerinde hem bir fırtına hem de bir sığınak var. Kim bilir ne maceralar yaşadın?"

Hayvanlara bakarken, içimde tuhaf bir istek belirdi. Kendime bir hayvan arkadaş edinmek istiyordum. Bir kafesin içinde, diğer kuşlardan ayrılmış, tüy dökmüş, küçük, ama simsiyah, parlak gözleriyle bana bakan bir karga gördüm. Sanki diğer hayvanlar ondan kaçıyor, kendisi de bir köşeye çekilmiş, küskün duruyordu. "Şu karga neden tek başına?" diye sordum, sesim istemsizce yumuşamıştı.

Olivia teyze, kargaya baktı ve iç geçirdi. "Ah, o mu? Kimse onu almak istemiyor, yavrum. 'Uğursuzluk getirir,' derler. 'Çok gürültücüdür,' derler. Kimse bu zavallı şeyi istemiyor. Bir türlü satamadık."

Lily de onayladı. "Evet, biraz huysuzdur, kimseyi kendine yaklaştırmaz. Ne yaptıysak olmadı."

Karganın gözlerine baktım. Onlar da benim gibiydi. Yalnız, dışlanmış, ama içlerinde güçlü bir şeyler taşıyan. Ve ben, o an biliyordum ki, bu karga bana aitti.

Olivia teyze bana döndü, gözleri parlıyordu. "Madem onu bu kadar beğendin," dedi, kararlı bir şekilde. "Ve kimse istemediği için satılmıyor... Bu sana hediyem olsun, sevgili Becca. Senin gibi özel bir ruha, böyle özel bir yoldaş yakışır."

Şaşkınlıkla gözlerim büyüdü.

"Gerçekten mi? Çok teşekkür ederim!" Lily bile şaşırmıştı, ama gülümsedi. Karganın kaderi, benim gelişimle değişmişti. Artık yalnız değildim. O karga, tıpkı benim gibi, karanlık bir sırrı taşıyordu ve ikimiz, bu yeni, tehlikeli dünyada birbirimizin yoldaşı olacaktık. Bu benim ilk adımımdı, Seattle'daki yeni, bilinmez kaderime doğru... Ve biliyordum ki, bu küçük karga, benim bu hikayedeki sessiz ortağım olacaktı.

Pet shop'tan çıktığımda, kolumda duran karga kafesi, garip bir ağırlık yapıyordu. Lily'nin gülümsemesi ve o yaşlı, neşeli kadının hediyesi
içimi ısıtmıştı; kendimi yalnız hissetmiyordum artık. Lily ile sıcak bir başlangıç yapmıştık, sanki bu yeni şehrin Violet'ten sonra ikinci gerçek dostluğunu kurmuştum.
Evime doğru yürürken, karga kafesinde durmadan gürültü çıkarıyor, kanatlarını çırpıyordu. Sanki içinde bir fırtına kopuyordu.

"Hey, sakin ol küçük dostum," diye fısıldadım, sakin kalmaya çalışıyordum. "Ne oldu sana? Neden bu kadar yaramazlık yapıyorsun?" Onu anlamak istiyordum. Merakıma yenik düşerek, kaldırımın kenarında durdum ve kafesin kapağını usulca açtım.Bir anda, beklemeyeceğim bir hızla, simsiyah bir gölge gibi kafesten fırladı. Gagasından çıkan tiz bir çığlık havayı yardı, sonra kanatlarını çırparak benden uzaklaştı. Şaşkınlıkla arkasından bakakaldım. Bir an bile tereddüt etmeden, o yüksek duvarlarla çevrili, gizemli evin, en yüksek duvarına kondu. Kara bir leke gibi, yosunların ve sarmaşıkların sardığı taşların üzerinde, dimdik duruyordu.

"Kahretsin, orası olmaz!" diye fısıldadım dehşetle. Sesim titriyordu. Oraya gitmemesi gerekiyordu. Tam o sırada, kaldırımın kenarında beliren bir siluetle irkildim. Violet'tı. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. "Ne oldu, Becca? Neden bağırıyorsun?"

Durumu ona kısaca anlattım; karganın nasıl aniden uçtuğunu ve o lanet olası duvarın üzerine konduğunu. Violet'ın gözleri de aynı dehşetle büyüdü. "Olamaz! Oraya mı gitti? O çocukların evinin duvarına!" Yüzü solmuştu. "O grup evlerine yaklaştığımızı görecek olursa bundan hoşlanmaz. Hiç hoşlanmaz."

İkimiz de çaresizce duvarın üzerindeki kargaya bakıyorduk. Gündüzün son ışıkları çekilirken, biz de sabırsızlıkla geceyi bekledik. Akşam yemeğinden sonra, annem uyur uyumaz, telefonlarımızla haberleştik ve dışarı çıktık. Seattle'ın gecesi, gündüzünden bile daha nemli ve serindi. Hava karardığında, her yer karanlık gölgelere bürünmüştü. Violet, gözlerini kısıp yüksek duvara baktı. "Görüyor musun onu? Orada mı hala?"

Gecenin zifiri karanlığına baktım. "Gece görüşüm yok benim, nasıl göreyim? Karga da simsiyah, tıpkı gece gibi."

"Merdivene ihtiyacımız var," dedi Violet, sesi fısıltıdan ibaretti."Bizim depoda bir tane var ama çok sessiz olmalıyız. Annem duyarsa beni feci benzetir." Yüzünde endişeli bir ifade vardı.

"Peki anahtar yanında mı?" diye sordum.

"Evet!" diye fısıldadı heyecanla. "Deponun anahtarı evin anahtarına bağlı! Şanslıyız!"

"O halde hadi, gidip alalım şu merdiveni!"

Violet önden sessizce yürüdü. Depodan ağır metal bir merdiveni sessizce çıkardık. Merdiveni duvarın dibine yaslarken, her ses sanki tüm mahalleyi uyandıracak kadar yüksek geliyordu.Violet, mahalleden gelip geçen olup olmadığını kontrol etmek için gözcülük yaparken, ben merdivene tırmanmaya başladım. Soğuk, nemli basamaklar ellerime yapışıyordu. Yavaşça, basamak basamak yükseldim. Duvarın tepesine ulaştığımda, kargayı gördüm. Tam da orada, duvarın üzerinde, minik bir heykel gibi duruyordu. Karanlıkta gözleri parlıyordu.Yavaşça ona uzandım, elimi ona doğru yaklaştırdım. "Gel buraya küçük dostum," diye fısıldadım. Ama karga, tahmin etmediğim bir hızla elimi ısırdı. Keskin gagası tenime saplandı, acıyla elimi çektim. Defalarca didiklemeye başladı elimi, bir öfke nöbeti geçirir gibiydi. Acıyla ve karganın ani saldırısıyla dengemi kaybettim. Bir çığlık boğazımda düğümlendi. Merdivenden kaydım... ve içeriye doğru, devasa taşların bahçeden yukarıya yükseldiği o çimenli bahçenin içine düştüm.Vücudum yere çarptığında, kaburgamdan korkunç bir "çat!" sesi geldi. Acıyla yerde kıvranırken, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Nefesim kesilmişti. Tam o sırada, yüksek bir balkon kapısı yavaşça açıldı. İçeriden süzülen soluk, sarı bir ışık, yerde inleyen bedenime ve yüzüme yansıdı.

Balkonun korkuluklarına yaslanmış, uzun boylu, simsiyah saçlı, yakışıklı bir adam duruyordu. Gözleri, ışıkta parıldayarak, hızla bahçede ve ardından sokakta gezindi. İşte o an... omzunun üzerine bir gölge kondu. Kargaydı. Sanki ait olduğu yer hep orasıymış gibi, gagasını adamın boynuna soktu, güvenle yuvalandı.Adamın gözleri aniden beni fark etti. Gözbebekleri genişledi. Az önce balkonda gördüğüm adam, şimdi tam üzerimdeydi. Bir anda oradaydı. Yukarıdan, aşağıya doğru bana bakıyordu. Eğildi ve beni uzandığım yerden kaldırmaya çalıştı. Parmakları, tenime değdiğinde buz gibiydi.

"Sen kimsin ve iyi misin?" diye sordu, sesi pürüzsüzdü ama içindeki endişe hissediliyordu. Başını çevirip düştüğüm yere, o devasa yüksek taşlara baktı. Violet ise demir parmaklıklı yüksek kapının arasına tutunmuş, sesi panikle titreyerek fısıldıyordu: "Becca, iyi misin? Ses ver!"

Kısa süreli bir acı dalgasından sonra, garip bir şekilde, ayağa kalktım. Az önce duyulan o kaburgamdan gelen "çat" sesi, bir kırığın olması gerektiğini düşündürüyordu, ama bedenim kendini çoktan toparlamıştı bile. Acı, bir anda azalmıştı. Adamın omzundaki kargaya uzandım, öfkeliydim. "Seni hain kuş! Neredeyse beni öldürüyordun, gel buraya!"

Adam, omzundaki kargayı eliyle okşayarak bir adım geri çekildi. Karga, adamın eline daha da sokuldu. Aralarında garip, derin bir bağ olduğu belliydi; sanki ruhları birbirine kenetlenmişti.

"Ah, Lucifer arada böyle şeyler yapar," dedi o yakışıklı adam, sesi sakin ve derin. "Onu mazur gör yabancı. Acımasız bir kuş. Yabancılardan hoşlanmaz."

"O senin mi?" diye sordum, şaşkınlıkla. "Ama ben onu... pet shop'ta buldum ve aldım. Nasıl yani?"Adamın gözleri parladı, dudaklarında ince bir kıvrım belirdi ama konuşmadı.

Arkasından topuklu ayakkabı sesleri duyuldu. Manken gibi bir
kız kollarını göğsünün üzerinde birleştirip adamın yanında dikildi.
Uzun, platin sarısı saçları, ay ışığında bir şelale gibi dökülüyor, beline kadar uzanıyordu. Üzerindeki koyu renk, ipek gibi kumaşlar, her hareketinde kusursuz fiziğinin kıvrımlarını belirginleştiriyordu.

Bir heykeltıraşın en nadide mermerden yonttuğu kadar pürüzsüz ve keskin hatlara sahip bir güzelliği vardı, ama yüzündeki ifade, buz gibiydi. Yüzünde memnuniyetsiz, hatta küçümser bir ifade vardı. Bakışları önce karganın üzerinde durdu, sonra bana döndü, gözlerinde bir uyarı vardı.

"Demek yine geri döndün, seni yüzsüz kuş," dedi sarışın kız, sesi buz gibiydi. Karga, onu görünce birden öfkeyle ötmeye başladı, kanatlarını çırparak adamın omzunda huzursuzca kıpırdandı. Adam, elini sakinleştirici gibi Lucifer'ın üzerine koydu, kuşun öfkesini dindirmeye çalışıyordu.

Demir parmaklıklı yüksek kapının arasına tutunmuş, panikle fısıldayan Violet'a doğru seslendim, sesimi sakin tutmaya çalıştım:

"İyiyim, bekle, geliyorum!"

Bakışlarım tekrar, omzunda o yaramaz kargayla duran yakışıklı adama döndü. Mahcup bir ifadeyle, "Üzgünüm, size ait olduğunu bilmiyordum," dedim. Yağmurdan sırılsıklam olmuş bedenimle, bahçelerine adeta bir bomba gibi düştüğüm için de içtenlikle özür diledim. Adamın dudaklarında alaycı bir gülümseme belirdi. Gözleri, gecenin karanlığında parlıyordu. "Normalde yabancılardan hiç hoşlanmayız," dedi, sesi kadife gibi pürüzsüzdü ama altında ince bir mizah saklıydı. "Ama sen farklı bir giriş yaptın, kabul etmek gerekir. İstersen sana bir şeyler ikram edelim?"

Yanında duran o sarı saçlı kız, adamın sözlerinden zerre kadar hoşlanmadığını belli etmekten çekinmedi. Buz gibi bakışlarını bana dikti, sesi keskin bir bıçak gibiydi. "Bu saygısız, evimize hırsız gibi gizlice girmeye çalışan kızı bir de ödüllendirecek misin gerçekten? Bırak gitsin ve bir daha buraya yaklaşmasın."

Bir an bile tereddüt etmeden,
"Özür dilerim, gidiyorum," deyip bahçe kapısına yöneldim. Buradan bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Her bir adımda, içimde hem utanç hem de o tuhaf çekimin yarattığı huzursuzluk büyüyordu. Kapıya ulaştığımda, demir parmaklıkları kavradım ve açmaya çalıştım. Ama kapı yerinden bile oynamadı, sanki taşa dönüşmüştü. Defalarca salladım, sertçe çektim ama nafile. Adama baktım, yardım ister gibi. O ise gülümsedi, yüzünde alaycı bir ifade vardı. Elini şıklattı. Hafif bir tıklama sesi duyuldu, kapının kilidi açılmıştı. "Kaba kuvvetle değil," dedi, sesiyle dalga geçiyordu. "Bu şekilde açılır."

Bu tuhaf yerden, o gizemli adamdan ve yanındaki buz gibi kızdan bir an önce kaçmak istedim. Kapı açılır açılmaz dışarıya fırladım. Violet, demir parmaklıklara tutunmuş, gözleri fal taşı gibi açılmış, deli gibiydi.

"Becca! İçeride neler oldu? İyi misin? O adamlar sana bir şey yaptı mı?" diye soruları ardı ardına sıraladı. Onu sakinleştirmeye çalıştım, sesimi toparladım.

"İyiyim, Violet, iyiyim," dedim, hızla yürümeye devam ederek. "Sadece düştüm, hepsi bu. Ama yarın okula başlayacağım ve annem sabahın köründe beni uyandıracak. Şimdi eve gidip uyumam lazım."

"Sadece düştün mü?!" diye sorguladı dehşet içinde. "O duvardan düşüp yere çakıldın bence bir hastaneye gitmeliyiz."

"Saçmalama, görmüyor musun sapasağlamım. Hadi git yat." Onun meraklı bakışlarını üzerimden atmak için aceleyle eve girdim.  İçeride yaşadıklarımı, o adamın bakışlarını, sarışın saçlı kızın düşmanlığını ve en önemlisi, Lucifer'ın Alexander'a olan o inanılmaz bağlılığını ona anlatmaya hazır değildim. Henüz değil.

***
Sabahın ilk ışıkları, lacivertten mora çalan gökyüzünde henüz tembelce gezinirken, odamın içini soluk bir aydınlığa boğuyordu. Başucumdaki alarm, tam yedi buçukta, ruhumu tırmalayan, acımasız bir uğultuyla çalmaya başladı. O ses, tenime iğneler batıyor, damarlarımdaki kanı donduruyordu sanki. Gözlerimi açmadan, yatağımda bir an kıvrandım, battaniyeye daha sıkı sarıldım ama nafile. O iğrenç melodi, beni yatağımdan aşağıya, soğuk ahşap zemine iten görünmez bir güç gibiydi. Bir çığlık niyetine çıkan boğuk homurtuyla yuvarlandım, sarsılan ruhumla baş başa kaldım. Öfkeyle soluyarak ayağa kalktım. Saçlarım dağılmış, ruhum henüz uykunun ağırlığından kurtulamamıştı.

Yüzüm tam pencereye dönüktü. Ve işte o an, gözlerimin gördüğü şeyle, tüm uykum, tüm öfkem bir anda buharlaştı, yerini şaşkınlığa, ardından tuhaf bir merak dalgasına bıraktı. Penceremin önünde, dün gece beni az daha bir faciaya sürükleyecek olan o simsiyah karga duruyordu. Kara gözleri, zifiri geceyi yansıtır gibiydi. Bir ileri bir geri yürüyor, kanatlarını hafifçe açıp kapatıyor, gagasından çıkan tuhaf seslerle sanki bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Küçük, minik bir zarf vardı ayağında, kıvrılmış, sanki gizemli bir hediyeydi. İlk an, içimde yine bir öfke dalgası yükseldi. "Yine mi sen, lanet olası kuş?" diye mırıldandım, ama gözlerim o zarfa takılınca dudaklarımdan dökülen kelimeler boğazımda düğümlendi. Merakım, öfkemi bastırdı. Yavaşça cama yaklaştım, soğuk camı parmaklarımla kavrayıp usulca açtım. Karga, dün geceki saldırgan halinden eser taşımıyordu; aksine, şaşırtıcı derecede zararsız, hatta biraz da sabırsız görünüyordu. Ayağındaki zarfı nazikçe uzattı. Uzandım ve ince, buruşuk zarfı parmaklarımın arasına aldım. Elime geçer geçmez, karga bir an bile oyalanmadan kanatlarını açtı ve zifiri bir ok gibi karşıdaki, yüksek duvarlı eve doğru süzüldü, gözden kayboldu. Sanki görevi bitmiş, ait olduğu yere geri dönmüştü.

"Bu da ne?" diye fısıldadım kendi kendime, zarfı parmaklarımda evirip çevirirken.

Kimden gelmişti?

Karga bir postacı mı olmuştu?

Zarfı dikkatlice açtım. İçinden tek bir sayfa çıktı. Yazı, zarif ama keskin hatlara sahipti, mürekkebi gecenin karanlığından süzülmüş gibiydi. Okumaya başladım:




"Bir daha izinsiz bahçeme ve evime girersen, yabancı… seni kovmam.
Ama çıkmana da izin vermem."




Dipnot:

Kal, çünkü Alexander'a aşık olacaksın... 💫

Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL