İnsanın çocuğu ile övünmesi kendisiyle övünmesi demektir. somerset maugham
ERKEN CUMHURİYETTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE EKONOMİSİ
Bu çalışma, 1923–1938 erken Cumhuriyet dönemi başta olmak üzere Türkiye ekonomisini makaleler ışığında ele almakta, devletçilik politikaları, sanayileşme hamleleri ve kurumsal dönüşümü analiz etmekted...
21. Bölüm

Türkiye'nin Erken Cumhuriyet Dönemi Devletçi Modernleşme Projesi: Bir Toplumsal Ruhun İnşası mı, Bir İrade Dayatması mı?

2 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Özet

Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923-1950 yılları arasında izlediği devletçi kalkınma ve sanayileşme politikalarını, salt iktisadi bir olgu olmanın ötesine geçerek, çok boyutlu bir analize tabi tutmayı amaçlamaktadır. Çalışma, İzmir İktisat Kongresi ile şekillenen "milli iktisat" anlayışından, Sümerbank ve Etibank gibi devlet kuruluşlarının yapılandırılmasına ve nihayetinde Sovyet tarzı planlı kalkınma modelinin benimsenmesine uzanan süreci, bu sürecin toplumsal psikolojiye, sosyolojik dönüşüme ve altında yatan felsefi paradigmaya etkileri bağlamında sorgulamaktadır. Temel tez, erken Cumhuriyet'in devletçilik uygulamasının, bir yandan travmatik bir geçmişten çıkan "yeni bir insan" (homo novus) ve "yeni bir toplum" yaratma iradesinin iktisadi aracı olduğu, diğer yandan ise bu top-down (yukarıdan aşağıya) dönüşümün, geleneksel sosyolojik dokuda derin çatlaklar ve psikolojik ikilemler yarattığıdır. Antitez olarak, bu modernleşme hamlesinin, Batılı anlamda bir burjuvazi yaratma hedefi olmasına rağmen, aslında devlet eliyle bir "devlet burjuvazisi" inşa ettiği ve bu durumun uzun vadeli demokratik ve ekonomik sonuçları eleştirilecektir. Makale, tarihsel verileri, sosyolojik ve felsefi kuramlarla sentezleyerek, Türkiye'nin modernleşme çabasının içsel çelişkilerini ve paradoksal doğasını ortaya koymayı hedeflemektedir.

Anahtar Kelimeler: Devletçilik, Modernleşme, Sosyolojik Dönüşüm, Toplumsal Psikoloji, Homo Novus, Sümerbank, İzmir İktisat Kongresi, Top-down Modernleşme.

1. Giriş: Bir Medeniyet Krizi ve Cevap Olarak Devlet

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma süreci, yalnızca siyasi ve askeri bir yenilgi değil, aynı zamanda derin bir medeniyet ve kimlik krizidir. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başları, bir "çağın ruhunun" (Zeitgeist) iflas ettiği bir dönem olarak okunabilir. Bu travmatik çöküşün psikolojik mirası, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrolarında, acil, köklü ve radikal bir dönüşüm ihtiyacı hissi yaratmıştır. Bu, sadece bir devletin değil, bir "zihniyetin" ve "toplumun" yeniden inşası projesidir.

Erken Cumhuriyet'in iktisat politikaları, bu varoluşsal kaygının somut tezahürüdür. İktisat, refah üretmenin aracı olmanın çok ötesinde, yeni ulusal kimliğin inşasında, Batılılaşma hedefinde ve otoritenin merkezileştirilmesinde kilit bir role sahipti. Bu makale, 1923-1950 dönemi devletçi politikalarını, bu varoluşsal arka plan ışığında analiz edecek ve şu sorulara yanıt arayacaktır: Bu politikalar toplumun psikolojik haletiruhiyesini nasıl şekillendirdi? Geleneksel sosyolojik yapıyı hangi mekanizmalarla dönüştürdü? Ve nihayetinde, dayandığı felsefi temeller nelerdi?

2. Tarihsel Bağlam ve İktisat Politikalarının Evrimi: Pragmatizmden Dogmatiğe

2.1. İzmir İktisat Kongresi (1923): Milli İradenin Sembolik Doğuşu

İzmir İktisat Kongresi, savaştan yorgun çıkmış bir halkın ve onun yeni liderlerinin ekonomik bağımsızlık vurgusunun bir manifestosudur. Ancak bu kongre, sadece ekonomik kararların alındığı bir toplantı değil, aynı zamanda sosyolojik bir ritüeldir. "Milli iktisat" vurgusu, "Milli Mücadele" ruhunun iktisadi alana taşınmasıdır. Burada psikolojik olarak inşa edilen, "düşmana" (yani emperyalizme) karşı kazanılan askeri zaferin, iktisadi alanda da kazanılması gerektiği inancıdır. Bu, kolektif bir özgüven ve iyimserlik pompalayan bir söylemdi.

Ancak kongrede alınan liberal görünümlü kararlar (özel teşebbüsün desteklenmesi vb.) hızlı bir şekilde değişecektir. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı, genç Türkiye ekonomisini derinden sarsmış ve liberal paradigmadan devletçi paradigmaya keskin bir geçişi zorunlu kılmıştır. Bu, pragmatik bir tavır değişikliğidir: İdeolojik saiklerden ziyade, hayatta kalma refleksi.

2.2. Devletçi Sanayileşme Hamlesi: Sümerbank ve Etibank'ın Kuruluşu

Sümerbank (1933) ve Etibank (1935), devletçi politikanın somut, fiziksel abideleridir. Bu kuruluşlar sadece fabrika inşa etmemiş, aynı zamanda yeni bir sosyal hayatın prototiplerini de inşa etmiştir. Sümerbank'ın Nazilli Basma Fabrikası etrafında kurulan lojmanlar, okullar, hastaneler ve sosyal tesisler, modern, seküler ve disiplinli bir yaşam tarzının laboratuvarıydı. Bu, Michel Foucault'nun "disiplin toplumu" kavramını anımsatan bir durumdur: Fabrika, sadece mal üretmez; itaatkâr, düzenli, modern "yurttaş-bedenler" de üretir.

Bu durumun psikolojik boyutu derindir. Geleneksel kırsal hayattan koparılarak bu yeni kentsel-endüstriyel düzene entegre olmaya çalışan birey, bir kimlik ikilemi yaşamıştır. Bir yanda devletin bekası için çalışan "yeni Türk insanı" olma gururu, diğer yanda geleneksel aidiyetlerinden kopmanın ve yabancılaşmanın getirdiği bir huzursuzluk.

2.3. Planlı Kalkınma: Birinci ve İkinci Sanayi Planları

1930'larda benimsenen planlı kalkınma modeli, açıkça Sovyet modelinden esinlenmiştir. Ancak bu, Türkiye'nin sosyalist olduğu anlamına gelmez. Aksine, bu bir "üçüncü yol" arayışıdır: Hem kapitalizmin vahşi piyasa anarşisine hem de komünizmin sınıf temelli devrimci söylemine mesafeli, ulusal birliği ve kalkınmayı önceleyen, otoriter modernleşmeci bir model. Bu modelin felsefi alt yapısı, Auguste Comte'un pozitivizmi ve Ziya Gökalp'in solidarizm (dayanışmacılık) düşüncesiyle beslenmiştir. Toplum, bilimsel akıl ve devlet öncülüğünde organik bir bütün olarak yeniden düzenlenecektir.

3. Psikolojik ve Sosyolojik Analiz: Yeni İnsan, Yeni Toplum, Yeni Çatışmalar

3.1. Toplumsal Psikoloji: Gurur, Yabancılaşma ve Bağımlılık

Devletçi sanayileşme, halka somut bir ilerleme ve modernleşme narativi (anlatısı) sundu. Demiryollarının uzaması, fabrika bacalarının tütmeye başlaması, "yerli malı"nın teşviki, kolektif bir gurur ve başarı duygusu yarattı. Bu, travmatik bir geçmişten gelen toplum için hayati öneme sahip bir psikolojik telafi mekanizmasıydı.

Ancak diğer yandan, bu süreç derin bir yabancılaşmaya da yol açtı. Marx'ın değindiği anlamda işçinin ürettiği üründen yabancılaşmasının ötesinde, burada daha kapsamlı bir kültürel yabancılaşma söz konusuydu. Geleneksel değerler, üretim tarzları ve sosyal hiyerarşiler hızla değişirken, birey kendini köksüz hissedebiliyordu. Ayrıca, her şeyin devletten beklendiği bir sistem, patronaj ilişkilerini güçlendirmiş ve bireysel girişimcilik ruhunun ve içsel kontrol odağının (locus of control) zayıflamasına neden olmuştur. Vatandaş, kaderini kendi çabasıyla değil, devletin lütfuyla şekillendiren bir "tebaa" psikolojisine geri dönmüş, ancak bu sefer modern bir kılıfla.

3.2. Sosyolojik Dönüşüm: Sınıfların Yeniden Şekillenmesi

Erken Cumhuriyet'in hedeflerinden biri, Batı'daki gibi milli bir burjuvazi (Türk tacir ve sanayici sınıfı) yaratmaktı. Ancak özel sermaye birikimi yetersiz olduğundan, bu rolü devlet üstlendi. Sonuç, devlet eliyle yaratılan bir "devlet burjuvazisi" veya bürokratik elitler sınıfı oldu. Bu sınıf, iktisadi gücünü devletle olan yakın ilişkisinden alıyordu. Bu durum, serbest piyasa rekabetinden ziyade, devletle olan yakınlık üzerinden işleyen bir kapitalizm yarattı ki, bu da Türkiye'nin sonraki on yıllarına damgasını vuracak olan "hasta" bir iktisadi yapının tohumlarını attı.

Kırsalda ise devletçi politikalar, aşar vergisinin kaldırılması gibi olumlu adımlar atmış olsa da, sanayiye kaynak aktarmak için tarım sektörüne yönelik baskıcı politikalar (düşük fiyat politikası vb.) uygulandı. Bu, kırsal kesimle şehirli-devletçi seçkinler arasında derin bir sosyolojik ve iktisadi uçurumun temellerini attı. Toplum, modernleşmiş, seküler, kentli bir merkez ile geleneksel, dini değerlere bağlı, kırsal bir çevre olarak kutuplaşmaya başladı.

4. Felsefi ve Eleştirel Sentez: Bir Modernizm Paradoksu

Erken Cumhuriyet'in devletçilik uygulaması, temelde bir Aydınlanma projesidir. Akıl, bilim, ilerleme ve merkeziyetçilik üzerine kuruludur. Bu proje, Max Weber'in "demir kafes" metaforuyla mükemmel bir şekilde açıklanabilir. Weber, modernleşmenin rasyonel bürokrasi, verimlilik ve teknik kontrol üzerine kurulu sistemlerinin, bireyi özgürleştirmek vaadiyle başlasa da, onu yeni bir tür baskıcı, ruhsuz mekanizmanın ("kafes") içine hapsettiğini savunur.

Türkiye örneğinde, devletçilik, "geri kalmışlık" kafesinden kurtulma çabasıyken, aynı zamanda yeni bir "devletçi-bürokratik kafes" inşa etmiştir. Bu kafes, toplumu disipline eder, standartlaştırır ve kontrol eder. Bu bir paradokstur: Özgürleştirici olduğu iddia edilen modernleşme, otoriter araçlarla hayata geçirilmiştir.

Antitez: Bu modelin en büyük eleştirisi, sivil toplumu ve özgür girişimciliği güçlendirmek yerine, devleti her şeyin merkezine koyarak onu güçlendirmiş olmasıdır. Jürgen Habermas'ın "devlet müdahalesiyle yaratılan kamusal alan" eleştirisi burada geçerlidir. Sağlıklı bir kamusal alan ve sivil toplum, devletten özerk bir şekilde gelişmelidir. Oysa Türkiye'de modernleşmenin taşıyıcı aktörü doğrudan devletin kendisi olduğu için, sivil alan hep devletin gölgesinde kalmış, güdük bir yapıya dönüşmüştür. Bu, Türkiye'de demokrasinin yerleşmesinin önündeki en büyük yapısal engellerden birini oluşturmuştur.

5. Sonuç: Karmaşık ve Çelişkili Bir Miras

1923-1950 dönemi Türkiye'sinin devletçi kalkınma politikaları, tek boyutlu bir şekilde övülebilecek veya yerilebilecek basit bir olgu değildir. Bu politikalar:

Tarihsel bir zorunluluktu: Osmanlı'nın enkazı ve 1929 Buhranı koşullarında, ekonomik bağımsızlığı ve altyapıyı sağlamanın neredeyse tek gerçekçi yoluydu.

Psikolojik bir şok emiciydi: Yenilgiden zaferle çıkan bir millete, kolektif bir gurur ve gelecek umudu aşıladı.

Sosyolojik bir mühendislik projesiydi: Geleneksel toplumu hızla modern bir ulus-devlete dönüştürme çabasının merkezinde yer aldı.

Felsefi bir paradokstu: Aydınlanmacı özgürleşme ideali, otoriter ve jakoben bir uygulamayla hayata geçirildi.

Bu dönemin mirası, bugünün Türkiye'sinde hala son derece canlıdır: Güçlü devlet geleneği, sivil toplumun nispi zayıflığı, ekonominin devletle olan girift ilişkisi ve merkez-çevre arasındaki kültürel-siyasi gerilimlerin kökleri, büyük ölçüde bu erken dönem devletçi modernleşme hamlesine uzanır. Bu nedenle, bu dönemi anlamak, sadece geçmişi değil, Türkiye'nin bugünkü sosyolojisini, psikolojisini ve siyasi-ekonomik yapısını anlamak için de vazgeçilmez bir anahtardır.

Kaynakça

Dellal, İ. (2023). Türkiye Ekonomisi Ders Sunumu. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi.

Şiriner, İ. & Doğru, Y. (2007). Türkiye Ekonomisinin Büyüme Dinamikleri Üzerine Bir Değerlendirme. Kocaeli Üniversitesi İİBF Dergisi.

Boratav, K. (2018). Türkiye İktisat Tarihi. İmge Kitabevi.

Keyder, Ç. (2019). Türkiye'de Devlet ve Sınıflar. İletişim Yayınları.

Mardin, Ş. (2018). Türk Modernleşmesi. İletişim Yayınları.

Foucault, M. (2019). Hapishanenin Doğuşu. İmge Kitabevi. (Orijinali: 1975).

Weber, M. (2019). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. Yarın Yayınları. (Orijinali: 1905).

Gökalp, Z. (2020). Türkçülüğün Esasları. Ötüken Neşriyat.

Habermas, J. (2021). Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü. İletişim Yayınları. (Orijinali: 1962).

Zürcher, E. J. (2017). Modernleşen Türkiye'nin Tarihi. İletişim Yayınları.
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL