Bu çalışma, 1923–1938 erken Cumhuriyet dönemi başta olmak üzere Türkiye ekonomisini makaleler ışığında ele almakta, devletçilik politikaları, sanayileşme hamleleri ve kurumsal dönüşümü analiz etmekted...
Bu makale, Türkiye’nin 1950-1980 arasındaki otuz yıllık dönemde izlediği ekonomik kalkınma politikalarını – Demokrat Parti’nin liberal açılımları, 1960 sonrası planlı kalkınma ve ithal ikameci sanayileşme modeli – disiplinlerarası bir bakış açısıyla sorgulamayı amaçlamaktadır. Çalışma, salt iktisadi göstergelerin ötesine geçerek, bu politikaların Türk toplumunun sosyolojik yapısını, kolektif psikolojisini ve felsefi temellerini nasıl şekillendirdiğini analiz eder. Weber’in “Protestan Ahlakı”ndan, Marx’ın yabancılaşma kuramına, Durkheim’ın anomi kavramından, yerli düşünürlerin modernleşme eleştirilerine uzanan bir teorik çerçeve içinde, “kalkınma”nın bir toplumu inşa etme ve dönüştürme süreci olarak nasıl işlediği irdelenecektir. Temel tez, bu dönemdeki ekonomik modelin, “modernleşme” ve “ilerleme” söylemleriyle meşrulaştırılan, derin çelişkiler, yeni sınıfsal gerilimler ve kimlik bunalımları üreten bir modernizasyon projesinin parçası olduğudur. Antitez olarak, bu projenin halk katmanlarında yarattığı psikolojik umut ve hayal kırıklıkları, sosyolojik mobilite ve parçalanmalar ortaya konulacak; nihayetinde ise, Türkiye’nin bugünkü sosyo-ekonomik yapısını anlamak için bu dönemin nasıl bir kritik eşik teşkil ettiğine dair bir sentez sunulacaktır.
Giriş: Kalkınmanın Arkeolojisi
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefini bir varoluş meselesi olarak benimsemiştir. Bu hedef, 1950’lerden itibaren somut bir “kalkınma” retoriği ve pratiğiyle hayat bulmuştur. Ancak kalkınma, salt sermaye birikimi veya gayri safi milli hasıla artışı değil, aynı zamanda bir toplumsal tahayyül, bir zihniyet dönüşümü ve bir iktidar rejimi inşasıdır. 1950-1980 dönemi, bu inşanın en yoğun, en çelişkili ve en belirleyici safhasıdır. Bu makale, o dönemin ekonomik politikalarının altında yatan psiko-sosyal kodları ve felsefi altmetinleri deşifre etmeyi amaçlamaktadır. Sorularımız şunlardır: Planlı kalkınma, bireyin zihninde nasıl bir “ilerleme” imgesi yarattı? İthal ikameci sanayileşme, toplumsal sınıfların ilişkisini ve kentleşme biçimlerini nasıl dönüştürdü? Bu süreç, Türk modernleşmesinin temelindeki “Batılılaşma ama nasıl?” çelişkisini nasıl derinleştirdi?
1. Tarihsel Bağlam: Demokrat Parti’nin Pragmatik Liberali ve Devlet Geleneği (1950-1960)
Demokrat Parti’nin (DP) 1950 seçim zaferi, sadece bir iktidar değişikliği değil, aynı zamanda jakoben, bürokratik merkeziyetçi modernleşmeden, daha popülist, pragmatik ve kırsalı da içine alan bir kalkınma söylemine geçişti. DP, özel sektörü teşvik ederek, devletçilikten bir sapmayı temsil ediyor gibi görünse de, aslında devletin ekonomideki ağırlığını azaltmamış, sadece yönlendirme biçimini değiştirmiştir. Marshall Planı ve Kore Savaşı’nın yarattığı konjonktür, tarımsal üretimi ve altyapı yatırımlarını (yollar, barajlar) öne çıkaran bir büyüme modelini mümkün kılmıştır.
Sosyolojik Analiz: Bu dönem, “efendi-köylü” ilişkisinin dönüşümüdür. DP, köylüyü “milli irade”nin temel aktörü ve kalkınmanın öznesi olarak tahayyül etmiş, ancak onu büyük ölçüde nesneleştirerek pazara eklemlemiştir. Traktörleşme, mekanik bir ilerleme sembolü olmanın ötesinde, toprak ağalığı sistemini tasfiye etmek yerine onu güçlendirmiş, yeni bir kırsal burjuvazi ve orta sınıf yaratmıştır. Köyden kente göürün ilk tohumları bu dönemde atılmıştır.
Psikolojik Analiz: DP dönemi, toplumda büyük bir iyimserlik ve beklenti dalgası yaratmıştır. “Her mahallede bir milyoner yaratma” sloganı, Amerikan rüyasının Türkiye versiyonuydu. Bu, kolektif bilinçte “emek ve girişimle zengin olunabilir” inancını pekiştirdi. Ancak, enflasyonist politikalar ve dış borçlanmanın artmasıyla bu iyimserlik, 1950’lerin sonunda yerini ekonomik belirsizlik ve siyasi kutuplaşma psikolojisine bırakmıştır.
Felsefi Eleştiri: Buradaki temel çelişki, gelenek ile modernite arasındadır. DP, muhafazakar-dindar bir söylemle iktidara gelmiş, ancak uyguladığı ekonomik politikalar, kapitalist modernleşmenin geleneksel toplumsal dokuyu aşındırıcı etkilerini hızlandırmıştır. Bu, ileride derinleşecek olan merkez-çevre geriliminin ekonomik temelini atmıştır. Max Weber’in “Protestan Ahlakı”ndan farklı olarak, burada kapitalist ruhun altında dini bir motivasyon değil, devlet eliyle sağlanan imkanlar ve pragmatizm yatmaktadır.
2. 1960 Darbesi ve Planlı Kalkınma İdeolojisi: Aklın ve Devletin Zaferi?
1960 askeri müdahalesi, sadece siyasi bir kırılma değil, aynı zamanda ekonomik modelin yeniden tasarlandığı bir dönüm noktasıdır. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) kuruluşu, “bilim”, “akıl”, “planlama” ve “kalkınma” kavramlarının bir sacayağı olarak yüceltildiği yeni bir söylemin başlangıcıdır. 1961 Anayasası’nın sosyal hukuk devleti vurgusu, planlı kalkınmayı toplumsal adaletle buluşturma iddiası taşıyordu.
Sosyolojik Analiz: DPT, yeni bir teknokratik seçkinler sınıfı yarattı. İktisatçılar, mühendisler, plancılar (kamu yönetimcileri) toplumsal mühendisliğin yeni rahipleri haline geldi. Bu, Weber’ci anlamda rasyonel-bürokratik otoritenin somutlaşmış halidir. Aynı zamanda, planlı sanayileşme, işçi sınıfının niceliksel ve niteliksel olarak büyümesine, dolayısıyla sınıf bilinci ve sendikacılık hareketlerinin yükselişine zemin hazırlamıştır. Kentler, sanayi bölgeleri ve gecekondu mahalleleriyle birlikte büyümüş, gecekondu proletaryası gibi melez bir sınıfsal form ortaya çıkmıştır.
Psikolojik Analiz: “Planlama” fikri, topluma bir güven ve istikrar duygusu aşılamayı hedefliyordu. Her şeyin devletin kontrolünde, öngörülebilir olduğu hissi yaratılmak istendi. Ancak, planların hedeflerine tam ulaşamaması ve siyasi istikrarsızlık, bu güveni zamanla aşındırmıştır. Diğer yandan, kente göç eden birey için şehir, hem bir özgürleşme (anonimlik, geleneksel baskılardan kurtulma) hem de bir yabancılaşma (kimliksizlik, işsizlik, kenarda kalma) mekanı olmuştur. Durkheim’ın anomi (kuralsızlık) kavramı, bu dönemdeki hızlı toplumsal değişimin yarattığı psikolojik boşluğu anlamak için kritiktir.
Felsefi Eleştiri: Planlı kalkınma, Aydınlanma’nın “akıl yoluyla ilerleme” inancının bir tezahürüdür. Burada akıl, devlet eliyle topluma tepeden uygulanmaktadır. Bu, Jakobenizmin Türkiye’deki en saf halidir. Ancak, Hegel’in “akıl, devlettir” formülasyonunun aksine, Türkiye’deki devlet aklı, sivil toplumun dinamiklerinden ve taleplerinden zaman zaman kopuk, kendi kendine yeten bir yapı arz etmiştir. Bu durum, antitez olarak, 1960’ların sonundan itibaren yükselen toplumsal muhalefetle (işçi hareketleri, öğrenci olayları) karşılaşmıştır.
3. İthal İkameci Sanayileşme: Kapalı Devre Modernleşme ve Yabancılaşma
İthal ikame, basitçe, dışarıdan alınan malların ülke içinde üretilerek döviz tasarrufu sağlanması ve sanayinin geliştirilmesi politikasıdır. Ancak bu model, yüksek gümrük duvarlarıyla korunan, dış rekabete kapalı, içe dönük bir sanayi yapısı yaratmıştır.
Sosyolojik Analiz: Bu model, devlet, sermaye ve işçi arasında spesifik bir ilişki kurmuştur. Devlet, sanayiciye teşvik, kredi ve koruma sağlarken, işçi sınıfına ise nispi bir istihdam ve sosyal hak vaat etmiştir. Bu, tekelci bir burjuvazinin palazlanmasına yol açarken, küçük üreticilerin tasfiyesini hızlandırmıştır. Kentler, fabrika bacaları ve lüks tüketim kalıplarıyla “modern” bir görünüm kazanırken, bu görüntünün altında derin bir eşitsizlik ve bağımlılık yapısı gizliydi.
Psikolojik Analiz: İthal ikame, tüketim toplumunun altyapısını hazırlamıştır. Yerli malı kullanımı teşvikiyle başlayan süreç, zamanla “yerli” olanın “ikame” ve “taklit” olduğu bir bilinç yaratmıştır. Birey, marka tüketimi üzerinden bir statü ve kimlik arayışına girmiştir. Karl Marx’ın meta fetişizmi ve yabancılaşma kuramları burada devreye girer: İnsan emeğiyle üretilen meta, insana yabancılaşır ve onu kontrol eden bir güç haline gelir. Fabrika işçisi için yabancılaşma, ürettiği ürüne, üretim sürecine, doğasına ve diğer insanlara karşı hissedilen bir kopuştu.
Felsefi Eleştiri: İthal ikame, Türkiye’nin modernleşme çelişkisinin metaforudur: Dışarıya kapalı ama içeride Batıyı taklit eden bir modernleşme. Bu, bağımlılık okulunun (Gunder Frank gibi) argümanlarıyla okunabilir: Merkez kapitalist ülkelerin teknolojisine ve lisanslarına bağımlı, “çevre”de bir sanayileşme modeli. Jürgen Habermas’ın “modernlik projesi”nin tamamlanmamışlığı fikri, burada somutlanır: Araçsal aklın (sanayileşme, büyüme) egemen olduğu, ancak iletişimsel aklın (katılım, özgürleşme, eleştirel kamusal alan) yeterince gelişmediği bir süreç yaşanmıştır.
Sonuç ve Sentez: Bir Projenin Mirası
1950-1980 dönemi Türkiye’si, bir kalkınma hamlesi olmanın çok ötesinde, derin bir toplumsal dönüşüm laboratuvarıdır. Bu otuz yıl, bir yandan devlet eliyle şekillendirilen bir sanayileşme ve kentleşme sürecine, diğer yandan bu sürecin ürettiği yeni sınıfsal dinamiklere, kültürel çatışmalara ve kimlik arayışlarına tanıklık etmiştir.
Bu dönemin mirası ikilidir:
Olumlu Miras: Fiziki ve beşeri altyapıda önemli yatırımlar yapılmış, nicel anlamda güçlü bir sanayi temeli ve işgücü oluşturulmuş, toplumsal mobilite artmış ve nihayetinde orta sınıfın genişlemesi için zemin hazırlanmıştır.
Eleştirel Miras: Bu model, sürdürülemez olmasının yanı sıra, derin yapısal problemler üretmiştir: Dışa bağımlılık, teknolojik gerilik, verimsiz ve siyasallaşmış bir bürokrasi, içe kapanık ve rekabet gücü düşük bir özel sektör, çarpık kentleşme, gelir dağılımında adaletsizlik ve nihayetinde 1970’lerin sonunda içine girilen ekonomik ve siyasi kriz.
Psiko-sosyal ve felsefi açıdan ise bu dönem, Türk toplumunun kolektif bilincine “devletten beklenti”yi ve “planlı toplum” idealini kazımış, ancak aynı zamanda bu idealin çöküşüyle derin bir güven kaybı ve hayal kırıklığı yaratmıştır. 1980 sonrası neoliberal dönüşüm, ancak bu hayal kırıklığı ve kriz zemini üzerinde filizlenebilmiştir.
Türkiye’nin bugünkü sosyo-ekonomik tartışmalarının (devlet-piyasa dengesi, sanayi politikası, kentleşme sorunları, gelir dağılımı) kökleri, büyük ölçüde bu otuz yıllık dönemin içine gömülüdür. Bu nedenle, bugünü anlamak için, 1950-1980 arası kalkınma politikalarının sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal, psikolojik ve felsefi anatomisini didik didik etmek bir zorunluluktur.
Kaynakça
Ahmad, F. (1993). *Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980)*. Hil Yayın.
Boratav, K. (2018). *Türkiye İktisat Tarihi (1908-2015)*. İmge Kitabevi.
Durkheim, E. (1897). İntihar. (Çev. Z. İlkgelen). Pozitif Yayınları.
Habermas, J. (1981). Modernlik – Tamamlanmamış Bir Proje. (Çev. içinde çeşitli derlemeler).
Heper, M. (1985). Devlet ve Sivil Toplum. Bilgi Yayınevi.
Keyder, Ç. (1987). Türkiye’de Devlet ve Sınıflar. İletişim Yayınları.
Marx, K. (1844). 1844 El Yazmaları. (Çev. M. Belge). Birikim Yayınları.
Mardin, Ş. (1990). Türkiye’de Toplum ve Siyaset. İletişim Yayınları.
Weber, M. (1905). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. (Çev. Z. Aruoba). Hil Yayın.
Zürcher, E. J. (1993). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları.
DPT, *Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1963-1967)*, Resmi Yayınlar.
*İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1968-1972)*, Resmi Yayınlar.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.