Saat 07:00.telefonumda BTS’den “Fake Love” çalmaya başladı. Uyanma zamanı. Gözlerim kapalı babamın benim için hazırladığı sahanda yumurtanın kokusunu alıyorum. Bugün son kez özel okuluma gideceğim çünkü ücretsiz bir ay devam etme hakkımın sonuna geldim. Herr sabah olduğu gibi kahvaltı yapmak için kullanmam gereken zamanı aynanın karşısında selfie çekerek harcadım. Tam ortasında BTS yazan siyah tişörtümü ve geniş kotumu giyip durağa geldim. 17-A numaralı otobüsün gelmesine dakikalar var, babam elinde ucuz tütünü ile gazeteye almak için bana doğru yürüyor, yanıma gelince param olup olmadığını soruyor. Dün birlikte problem çözdük. Soruda önce bilgi verilmiş bir insanın ağırlığının iki katının otuz fazlası boy uzunluğundan küçükse o insana normal denir. Buna göre ağırlığı 2a +30 olan birinin boyu 170 cm iken normal olması için a en çok kaç olmalıdır? Aslında ben yapılması gerekli olan cebirsel işlemleri tamamlayıp a sayısının yirmiden küçük olması gerektiğini buldum bu durumda sorudaki kişinin ağırlığı a sayısının 19 olması durumunda 38+30 =68
Oluyor ancak cevap 69 soruyu babama götürdüm, nefesi tütün kokuyordu kurşun kalemi eline alıp soruyu çözmek yerine argümanı kendi kilosu için uygulamaya başladı kilosu 85 olduğundan standart ağırlığını 200 buldu oysa boyu 175 cm!
Aslında cebirsel işlemleri doğru yaptığımı eşitsizlik kısmında çuvalladığımı söylüyor. Bir eşitsizliğin her iki tarafını pozitif sayı ile çarparsan eşitsizlik yön değiştirmez sevgili kızım xi.
Bu durumda 2a kırktan küçük olup 2a +30 , 70 den küçük olmalıdır bu sayıdan küçük olan en büyük tamsayı 69 olduğundan cevap 68 değil 69 bulunur dedikten sonra saçlarımı okşayıp senin gibi çalışkan bir kızım olduğu için ben çok şanslı bir babayım diyor. Sadece bir ay süre ile devam ettiğim özel okulun babam yaşındaki hocası ise sabah ayna karşısında çektiğim fotoğraflarıma kırmızı güller koyarak yorum yapmış. Azgın teke sendromuna canlı bir örnek olduğunu düşünüyorum. Sınıftaki yakışıklıdan beklediğim fotoğraf yorumları maalesef babam yaşında adamdan geliyor. Dün akşam xxpriw adında biri beni ekledi, profilinde hiç fotoğrafı yok bu hesabın sahibinin sınıfımızda tek erkek olan yakışıklı olması için dua ediyorum. Okuldan sonra Jin ile havuza girip bikinilerimizle öz çekim yapacağız. Kamerayı açtığım anda öyküme yorum yazıldığını fark ettim. -“Gerçeğe giden yolda yürümek ister misin?” Özel okulda çalışan kart zamparanın yorumlarından farklı bir yorum ama merak uyandırdı. -“kimsin?tanışıyor muyuz?” -“Sofie’nin dünyasını okudun mu?Bir felsefe kitabıdır. Sofie Amudsen okuldan gelir ve posta kutusunda isimsiz bir mektup bulur ve hikaye başlar.” -“Ne çeşit bir manyaksın?Ayrıca o kitabı okumadım,kitap okuyacak zamanım yok yıl sonunda üniversite için sınavlara hazırlanıyorum. Yazdığı aptal yorumları Jin’e gösterdim, havuzdan çıkıp doğru dürüst bronzlaşmadan bizim daireye çıktık ve pizza yapmaya karar verdik. Jin sucukları dilimlerken ben de hamuru hazırladım. Babam her zaman ki gibi önünde bir deste kağıda bir şeyler karalıyor yeni bir makale yazmaya çalışıyordu. Yolladığı her makale editörler tarafından iade edilmesine rağmen pes etmemesine şaşırıyorum! Hamuru hazırladıktan sonra işin kalan kısmından sıvışıp kitaplığımızda Jostein gardner’in kitabını buldum. Kalın ve beyaz kapaklı bir kitap, felsefe öğretmeni tarafından yazılmış amacı biz gençlere felsefeyi sevdirmek oysa ki ben sınavda sorumlu olduğum her disiplinden nefret ediyorum, buna felsefede dahil! Ayrıca gerçekliğe giden yol ne demek ve neden seninle bu yolda yürümeye çalışayım?Entel gözüküp beni etkileyen ucuz bir çapkınla tanıştığımı düşünmeye başladım. İkinci ihtimal da şu ki özel okulda çalışan moruk öğretmen genç kızlara sarkmak için sahte hesap açıp oradan yürüyor olabilir. Adam sadece mini etekli fotoğraflarımı beğenip yorumlar kısmına ateş figürü bırakıyor. Devlet okulunda olsa kesinlikle görevden atılırdı. İlginç olan şu ki; kitap ilgimi çekti son derece sürükleyici ve ben sınav stresinden bunaldığım hayatımda biraz nefes almak istiyorum. Jin pizzayı hazırlayıp fırına verdi ve mutfaktan güzel kokular gelmeye başladı. Bu sahte hesabın sahibi yazışmaya karar verdim, kim olduğunu mutlaka öğrenmeliyim.Mesaj kutumu açıp yazdım. -“Bana biraz kendinden bahseder misin?” -“elbette, yaşamında sadece kitaplar olan biriyim ben, bilim ve felsefe tarihi üzerine bir roman yazıyorum.Sana ilk üç sayfayı ekteki dosyada yolluyorum, okuyup yorum yazarsan çok sevinirim. Seni nasıl tanıdığımı ve ismimi şimdilik sorma. -“söz ettiğin kitaptan birkaç sayfa okudum, dürüst olmam gerekirse hoşuma gitti.” -“derste sürekli bana baktığının farkındayım” -“Evet!başından beri senin Li Jie olduğunu biliyordum. Çok mutluyum!seninle buluşmak istiyorum.” -“Üzgünüm bu mümkün değil, aslında ben de senden hoşlanıyorum xi ama ailem bu yıl bir kız ile görüşmemi doğru bulmuyor. Üniversite sınavına konsantre olmam gerekiyormuş. Buradan yazışalım bazen de telefonla konuşuruz.” Sonunda hayallerim gerçek oldu. Bu güzel haberi en iyi arkadaşım ile paylaşmalıyım, hemen Jin’e yazdım sonra da yakışıklı sevgilimin yazdığı ilk üç sayfayı okumaya başladım. Satırlar hızla beynime akarken bir aşk şarkısı dinlemeye karar verdim ve arama kısmına
“i am your lady and you are my man “ yazdım. Dürüst olmam gerekirse romanımın kahramanı xi yalnız değil ama ben sadece üç tanesini seçtim,xi1,xi2 ve xi3 olarak tanımladım. Ne de olsa üç boyutlu dünyada yaşıyoruz!elimde olan sonsuz tane xi’ nin yaşadığı evrenlerin tamamı tek bir lif üzerinde sıralanıyor ve bu paralel evrenlerin bulunduğu lifin izdüşümünün tek olduğu bir evren var! Sen benim için xi1, özel bir yere sahipsin. Derste gözlerimi senden alamıyorum. Bu romanı seni etkilemek için yazmaya karar verdim(aslında buna gerek de kalmadı ne de olsa duygularımız karşılıklı) Kozmologlar bu fikre Çoklu Evren Teorisi diyorlar. Kimi zaman Paralel Evren Teorisi olarak da kullanıldığını görebilirsin. Bu ikisi, özünde aynı şeydir. Aslında bu çok sayıda evren illâ kusursuz bir şekilde paralel olmak zorunda değildir; ancak paralellik, birbirinin peşi sıra dizilmiş çok miktarda evreni tahayyül etmek için bize iyi bir görsellik sağlıyor. Ek olarak paralellik durumunda tüm evrenleri tek bir lif üzerinde tanımlayabiliriz. Dolayısıyla iki terimi eş anlamlı olarak kullanabilirsin; ancak birazdan farklı Çoklu Evren Teorilerinden söz edeceğim, bu ayrımlardan haberdar olman faydalı olabilir sevgili xi. İlk etapta “Neden böyle bir şeye inanalım ki?” diye düşünebilirsin. Çoklu Evrenler Teorisi’ni dikkate almak için çok iyi bir neden var: Gerçekte, evrenimizin var oluşunu açıklayan en iyi bilimsel modellerin çoğu, aslında bir çoklu evrenin varlığına bağlıdır. Öyle ki, 2007 yılında Nobel Ödülü’ne layık görülen Steven Weinberg, Çoklu Evrenler Teorisi’nin önemini şöyle vurgulamıştır:
“Eğer çoklu evrenler gerçekse, Büyük Patlama çerçevesinde geliştirdiğimiz standart model içindeki kuark kütlelerinin ve diğer sabitlerin hassas değerleri hakkında rasyonel açıklamalar bulma ümidimiz lanetlenmiş demektir; çünkü bu değerlerin hepsi, çok sayıda evrenden, hasbelkader içinde yaşadığımız evrene ait şans eseri ortaya çıkmış değerler olacaktır.” Çoklu evren fikri, yalnızca yaratıcı bilimkurgu yazarları tarafından halk arasında popülerleştirilmemiştir; aynı zamanda, Sicim Teorisi ve Kuantum Mekaniği gibi son derece sağlam bilimsel öncüllerden doğmuştur. Astronomların kozmosumuz hakkındaki mevcut fikirlerinin merkezinde yer alan Kozmik Enflasyon Teorisi bile bir çoklu evrenin varlığını öngörmektedir. Bir çoklu evren, bizimkiyle neredeyse aynı olan diğer evrenlerle iç içe veya hayal edilemeyecek kadar farklı olabilir. Her iki durumda da, paralel evrenlerin alemleri birçok ilginç (ve akıllara durgunluk veren) olasılıklara kapı açar. Yıllar boyunca birçok yazarın tasavvur ettiği gibi, eğer sonsuz sayıda başka evren varsa, o zaman en azından kendinizin tıpatıp aynısını içeren bazıları da vardır. Ancak, doğanın yasaları her evren için zorunlu olarak aynı olmadığından, bu alternatif versiyonlarınız tamamen farklı bir fiziksel gerçekliği deneyimleyebilir. Her ne kadar “çoklu evrenler” dendiğinde akla sıklıkla uzay-zaman dokuları birbirinden ayrı olan, bu nedenle bir evrenden diğeri gözlenemeyen, “ayrık evrenler” gelse de, alternatif evrenlerin illâ tamamen bağımsız olması gerekmez. alternatifler evrenler, genel olarak dört farklı şekilde var olabilir: Birinci seviyedeki çoklu evrenler fikrinin temel olarak söylediğine göre, uzay o kadar büyüktür ki, istatistik kuralları çerçevesinde bir yerlerde tamamen Dünya gibi başka gezegenler olması gerekir. Aslında, sonsuz bir evrende, sonsuz çoklukta gezegen olacaktır ve bunlardan bazılarında gerçekleşen olaylar, hemen hemen kendi Dünya’mızda olanlarla aynı olacaktır. Bu evrenleri bizler göremeyiz, çünkü bizlerin kozmik görüş alanı ışık hızıyla sınırlıdır. Işık hızı, nihai hız sınırıdır. Işık, yaklaşık 13.8 milyar yıl önce Büyük Patlama’dan sonra yola çıkmıştır ve dolayısıyla ışığın 13.8 milyar yılda alabileceği mesafe olan 93 milyar ışık yılı çapındaki bir hacmin ötesini göremeyiz. Buna Hubble Hacmi denir ve gözlenebilir evrenimizi sınırlandırır. Bu tür evrenlerin varlığı, 2 varsayıma dayalıdır: • Evren sonsuzdur (veya neredeyse sonsuzdur), • Sınırlı bir evren içerisinde, bir Hubble hacmi içerisinde bütün parçaların her bir konfigürasyonu birden fazla defa gerçekleşmektedir. Eğer bu tür paralel evrenler varsa, bunlardan birine erişmek imkansızdır veya en iyi ihtimalle olanaksızdır; çünkü her şeyden önce, hangi yöne doğru bakmamız gerektiğini bilmemiz mümkün değildir. Seviye 1 Paralel Evrenler, tanım gereği, bizden aşırı uzakta olan, dolayısıyla hiçbir şekilde bilgi alışverişi yapamayacağımız evrenlerdir (sadece Hubble hacmimiz içerisinde bilgi alışverişinde bulabildiğimizi unutma xi!). Seviye 1 Paralel Evrenlerin bir parçası olan Kozmolojik Çoklu Evrenler, daha yaygın olarak bilinen çoklu evren algısıdır: Birbirinden bağımsız, birbirinin yanında, altında, üstünde “paralel” olarak dizilenmiş, çok sayıda fiziksel ve birbirinden ayrık evren... Bu türden çoklu evrenleri, MIT matematikçisi ve kozmolog Max Tegmark, dört farklı alt gruba ayırmaktadır: • Niteliksel olarak yeni ve kendi evrenimizden farklı hiçbir şeye sahip olamayan evrenler, • Tamamen farklı temel fizik yasalarına sahip evrenler, • Aynı temel fizik yasalarına sahip, ancak farklı başlangıç koşullarıyla başlamış olan evrenler, • Aynı temel fizik yasalarına, ancak farklı etkili tüzüklere sahip evrenler. İkinci seviyedeki paralel evrenlerde, uzay bölgeleri bir genişleme evresi geçirmeye devam eder. Bu evrenlerde devam eden genişleme yüzünden, bizimle diğer evrenler arasındaki uzay, kelimenin tam anlamıyla ışık hızından daha hızlı genişlemektedir – ve bu yüzden hiçbir şekilde ulaşılamazlardır. Bu tür evrenlerin var olduğunu varsaymak için iki olası teori vardır: sonsuz enflasyon ve ekpirotik teori. Büyük kozmolog Alan Guth tarafından geliştirilen Kozmik Enflasyon Teorisi, Büyük Patlama’ya yönelik modern modellerimizin kalbinde yer almaktadır ve Guth’un ileri sürdüğüne göre, bu tür bir model içerisinde uzay-zaman dokusu genişlerken, paralel evrenler (ya da onun tabiriyle “cep evrenler”) de doğal bir şekilde oluşacaktır. Bunu, Sicim Teorisi ile birleştirdiğimizde, aynı uzay-zaman dokusunu paylaşan bu cep evrenlerin birbirinden çok farklı yerel fizik kuralları olabileceği karşımıza çıkmaktadır. Hatta bu cep evrenlerin farklı sayıda fiziksel boyutları bile olabilir! Yani teoride birbirine bağlı evrenler olsa da, pratik olarak birbirinden bağımsız evrenler olarak hayal etmemiz mümkündür. Bunu savunan tek kişi Alan Guth da değil. Jean-Luc Lehners gibi astrofizikçiler, cep evrenlerin Enflasyon Teorisi’nin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri sürdüler. Buna göre evren, giderek hızlanan bir şekilde genişlediği için, hacminin büyük bir kısmı zamanın çoğunda genişlemektedir ve bu, “sonsuz enflasyon” denen bir durumu yaratır. Bu süreçte evren (ya da “uzay-zaman dokusu”), sonsuz sayıda evren yaratır ve bunların sadece belirli, önemsiz derecede ufak fraktal kısımlarında genişleme durur.
-unutma sadece bir ay süren var, yolun başına dönebileceksin. -aile babası yaşamım ne olacak? -bunu paralel evrenler gibi düşün, aile babası olarak hayatına devam ederken sana ikinci şans verilecek geriye döndüğünde bilgilerin yine hafızanda olacak öğretmenlerin senin dahi olduğunu düşünecekler tüm disiplinlerdeki üst düzey bilgilerini geri döndüğün okulunda kullanabileceksin ve elbette hayatını etkileyecek o sınavda bu kez başarılı olup gençlik yıllarında hayalini kurduğun üniversiteyi kazanacaksın. -bu ayrıcalık bana neden veriliyor? -on sekiz yaşında girdiğin sınavda heyecandan bilincini bir süre kaybettin, görevli öğretmenler kısa süre bayıldığın için seferber oldular zaman kaybettin ve sınavı kazanamadın. Bu mağduriyet seni seçkin kişi yaptı artık o sınavda başarısız olma şansın yok. Zorlandığın grafik sorularında yanındaki arkadaşa sorman gerekmeyecek özel ders alamadığın için anlamadığın konular olmayacak.
Şu an hayatında hedeflediğin amaca ulaşamadın bunun farkındayız dergilere yolladığın makaleler basılmaya değer görülmüyor, katıldığın edebiyat yarışmalarında dereceye giremedin. Bu sonuçlar yaşam ile bağını kopardı kabul ediyorum. Ben senin iyilik meleğin olarak görevlendirildim çünkü karşına çıkan başarısızlıklar seni hayattan koparmamalı, mücadele etmelisin! Başarı kimseye altın tabak içinde sunulmaz. Seni anlamaya çalışıyorum, bu dünyadan ayrıldıktan sonra iz bırakmak istiyorsun, Montaigne gibi yüzyıllar sonra okunmak istiyorsun. -senin gerçek olup olmadığını anlamakta zorlanıyorum, bu bir rüya olmalı. -inan bana bu yaşam kadar gerçek, beş yaşındayken balkondan aşırı derecede sarktığında yardımına ben koştum. O günü hatırlıyor musun? İlkokul birinci sınıfta hece kitabına çalışırken öğretmenin yanına geldi, elinde kalın mavi karton kapaklı bir kitap vardı, sınıfta sadece sana bu kitabı hediye etti ve sen ilk satırı yaşamın boyunca unutmadın. -Tom!Tom! neredesin seni haylaz çocuk! O çocuk romanı kitapların dünyasına kapıyı araladı ve yaşamın boyunca bir kitap kurdu oldun. İlk romanlarında büyükler için yazdın. Deneme şiir, otobiyografi ve polisiye romanları yazdın. Her gece bilgisayarın başına oturup bu gün şiirlerimi kaç kişi okudu? Sorusuna cevap bulmak için heyecan içinde sayfanın açılmasını bekledin, şu an durum biraz farklı. ilk kez bir çocuk romanı yazacaksın "TOM SAWYER " gibi ve bu kitabı birlikte yazacağız! İlkokul günlerini ve sınıf arkadaşlarını unutmamış olman senin için bir avantaj. İnan bana hatıralarla yaşamanın aklına gelmeyecek faydaları vardır. Anılarla yaşamak gerekli ancak yeterli değildir, çocuk romanı yazarken dikkatli olmalısın. Kelimeleri seçerken titiz davranmalısın. İlk kitap bir çocuğu kitaplarla dost yapabildiği gibi okuma heyecanını söndürebilir de. Unutma, gelecek nesiller mutlaka okumalı! -Benim de tam olarak yapmak istediğim bu aslında. Sen de gözlemlemişsindir günümüzde çocuklar ve gençler tabletlere ve telefonlara çok zaman ayırıyor. cümle kurmakta , kitap okumakta ve muhakeme etmekte zorlanıyorlar. Öğrencilik yıllarımda ben de çok parlak bir öğrenci değildim ama boş zamanlarımda dünya klasiklerini okudum. Bu noktada aklıma şu soru takılıyor: "benim çocukluğumda tablet icat edilmiş olsaydı yine kitaplarla dost olur muydum?" -bu soruya yanıt veremem ama ilk gençlik yıllarında "atari" dediğin o koca makinelere sen de fazla zaman ayırıyordun. -o günler çok geride kaldı ve sen bana özlemle aradığım hatıralarımı yeniden yaşama şansı veriyorsun. Bu nedenle sana minnettarım. En önemlisi iki yıl önce salgında kaybettiğim annemi yeniden görme şansım olacak. Onu göreceğim değil mi? -elbette göreceksin, gün ağarırken annen erkenden uyanıp sobanın küllerini boşaltacak senin için kahvaltı hazırlayacak ve sen her sabah olduğu gibi kül dolu soğuk teneke kutuyu sokağın başındaki çöp kutusuna boşaltıp hızla eve döneceksin. 1982 yılındaki o dar sokaklarda komşu çocukları ile top peşinde koşacaksın. -Polisiye romanları çok seviyorum, iyilik meleğim. Bununla birlikte polisiye yazmak ayrı bir yetenek gerektiriyor. Deneme yada roman yazarken kendimi özgür hissediyorum. Çocuk romanı konusunda ise dikkatli olmak gerek haklısın. "Küçük Prens" güzel bir çocuk kitabı ama ATATÜRK'ü Bir diktatör olarak nitelediği için sevmiyorum. Sence kitabımın ilk cümlesi ne olmalı? İlk cümle okuyucu için çok önemlidir. Küçük Prens bir soru cümlesi ile başlıyor:"benim için bir koyun çizer misiniz?" Tom Sawyer ise iyi kalpli teyzenin öksüz ve yetim olan yaramaz Tom'a seslenmesi ile başlıyor. İlk satır bir kahramanın konuşması mı olmalı yoksa bir tasvir mi olmalı? "gazap üzümleri" isimli kitabın uzun bir tasvirle başladığını hatırlıyorum. Son sayfasında beni çok üzen Şeker Portakalı isimli çocuk kitabının nasıl başladığını ise şu an hatırlayamadım. İlk olarak "Zeze " gibi bir çocuk kahraman yaratmalıyım. -bu kitabın çocuk kahramanı sen olacaksın. Kısa pantolon ve yaralı dizkapaklarınla evinizin yanındaki yıkılmış köşkün bahçesindeki ağacın gölgesinde bilye oynayan küçük çocuk bu romanın kahramanı olacak. Zeze sensin Necip! -çok güzel, romanın kahramanını belirledik ancak iş sadece kahramanı belirlemekle bitmiyor. Çocuk romanında mutlaka macera olmalı. Afacan beşler okumadın mı? Tom ve arkadaşı Huck azılı suçluların yakalanmasına yardımcı olur ayrıca Tom ve sınıf arkadaşı Becky okul gezisinde sınıftan ayrılıp kaybolur ve bir mağaraya sığınır. Macera konusunda en iyi kitabın Afacan beşler olduğunu düşünüyorum. İki kız iki erkek çocuk ve bir kahraman köpek (Tim) bir ekip çalışması ile kötü adamların yakalanmasında güvenlik güçlerine yardımcı olur. -bizim romanımızda kötü adam yok. Klasik çocuk kitaplarından farklı olacak. Okuluna öğrenci olarak geri döndüğün zaman macera başlayacak. Çocukluğunda sevdiğin bir hayvan dostun var mıydı? -çocukluğumda sokakta gördüğüm her kedinin üşüdüğünü düşünürdüm. Sokakta bazı çocukların kedilere ve köpeklere taş attıklarına şahit olmuştum.1982 yılında evinde kedi yada köpek besleyen kaç tane aile vardı ki? Günümüzde apartman dairesinde kedi beslemek çok revaçta ne yazık ki obez kedileri yazılı ya da görsel medyada izliyorum. Çocukluğumda hatırladığım tek hayvan dostum beyaz bir tavşan yavrusuydu, eflatun renkli gözleri sürekli hareket halinde olan burnu ile evimizin neşesi olmuştu. Annem tavşanı bir arkadaşından ödünç almıştı, kısa bir süre misafirimiz olan bu tatlı tüy yumağından ayrılmak zor olmuştu. Macera konusunda sana katılmıyorum. Bir romanda mutlaka aksiyon olmalıdır. Çocukluğumda yazmaya değer bir olay oldu mu diye düşünüyorum şu an. -iyi bir kitapta mutlaka aksiyon olmalı mı? Sofie'nin Dünyası isimli kitapta aksiyon var mıydı? -hayır , yoktu. Kitap çok sürükleyiciydi sevgili meleğim. -ergenlik çağındaki Sofie Amudsen gizemli bir mektup alır ve öykü başlar. Felsefe tarihini okuyucuyu sıkmadan anlatan gizemli mektuplarla merak uyandıran bir kitap. Bizim kitabımızda amacımız çocuklarımıza bilimi sevdirmek olacak, sen benim tarafımdan gönderilen gizemli mesajlar alacaksın ve ergenlik çağındaki tükenmeyen enerjin ile sana verilen ikinci şansı kullanarak bilimin perdesini aralayacaksın.
Bugün 15 eylül 1982, okulun ilk günü. Annemin elini sıkı tutuyorum üzerimde siyah önlüğüm var. Okul evimizden sadece yüz metre uzakta, plastik çubuklarım ve renkli abaküsüm geçen hafta alındı. İlk ders defterimize dik doğrular ; ikinci ders eğik doğrular çiziyoruz. Öğretmenimiz bize gitarı ile şarkılar Söyledi. Annesinden ayrılmak istemeyenler göz yaşlarına boğuldu. Yıllar sonra tekrar tebeşir tozu yuttum, kara tahtaya doğru parçaları çizdim. Sınıfın duvarlarında mevsimler köşesi, Atatürk köşesi ve tarih şeridi ile büyük bir Türkiye haritası var. Ayşe'yi tekrar görmek çok güzellik sırada onunla beraber oturuyoruz. Plastik çubuklarımızdan geometrik şekiller yaptık, plastik kuru fasulyelerimizle saymayı öğrendik, arka sırada Figen ve Meliha oturuyor.
Beslenme saatinde haşlanmış yumurta, peynir ve zeytin ile minik bir kahvaltı yaptım.
Ve hiç unutmadığım o an geldi. Öğretmenim bana kitap hediye etti, bu bir dejavu. İlk pişmanlığımı okullar arası bilgi yarışmasında yaşamıştım. Cumhuriyet ilkokulu ekibinin lideri seçildim. Gerçek hayatımda aynı cevabı iki soruya vererek hata yapmıştım. İlk soruda cevap doğruydu ancak ikinci sorunun cevabı belgesiz sıfat değil belgesiz zamir olacaktı ve benim hatam yüzünden okulumuz elenecekti,ama bir dakika! İyilik meleğim bana bir fırsat tanıdı artık hata yapmak yok! Beklediğim an gelmişti, büyük salonda rakip okulun ekibi tam karşımızdaydı ve puan durumu eşitti. Türkçe sorusu jüri tarafından okundu. Cevabı elimdeki beyaz kartona yazmalıydım, ekibime dönüp" Arkadaşlar Aynı cevabı iki kez yazamayız bu nedenle sorunun cevabı belgesiz zamir olacak " dedim ve o an zamanda bir kırılma oldu. Biz kazandık. Bu yarışma bana kaybetmeyi öğretmişti eve kadar ağlamıştım. Babam asık suratla nasıl bu kadar dikkatsiz olduğumu sormuştu, oysa bu anılar iyilik meleğim sayesinde yok olmuştu. Finallerde ise yaptığım hatayı hiç unutmamıştım. Bir düzlemde sonsuz tane doğru vardır ve bu nedenle düzlemin iki değil sonsuz tane alt uzayı vardır. Öğretmenlerim bu yaşta nasıl derin geometri bilgisine sahip olduğumu düşünerek şaşırıyor. "nokta" boyutu olmayan bir geometrik şekildir diyorum, sonsuz tane nokta bir araya gelerek bir doğru ;sonsuz tane doğru bir araya gelerek bir düzlem oluşturur. Düzlem iki boyutludur: uzunluk ve genişlik. Yaşadığımız uzay ise üç boyutludur. Düzlemde olmayan boyut yüksekliktir. Benim ve sıra arkadaşım Ayşe'nin yerden yüksekliği ölçülebilir. Okul müdürü beni tebrik ederken babam benimle gurur duyduğunu söylüyor. Unuttuğum bir nokta var bizi biz yapan hatalarımızdır, oysa benim hata yapma şansım yok. İyilik meleğim gerçekten bana iyilik mi yaptı acaba? İnsanlar hata yaparak olgunlaşır ve doğruya ulaşır. İlk bakışta bu yetenek büyük bir lütuf gibi geldi. Sokağımızın virane konağının bahçesinde futbol oynuyoruz, birazdan gerçek hayatımda Mehmet ile kavga edeceğimi ve ben onunla konuşmaya çalışırken burnumu kıracağını biliyorum. Beklediğim an geldi, Mehmet topu fırlatıp bana doğru koşarak geldi ama ilk darbeyi ben vurdum, zavallı çocuğun dudağı kanamaya başladı. Kendimi hile yapan bir oyuncu gibi hissettim. Mehmet ağlayarak eve gitti. Kuzenim yaptığım hareketin çok yanlış olduğunu bunun sadece bir oyun olduğunu söyledi. Bu oyunu gereğinden fazla ciddiye aldığımı ve gereksiz yere kalp kırdığımı belirtip evine gitti. Bu sözü hiç unutmamıştım. Gerçek hayatımda dudaklarının kanaması gereken kişi bendim. Mehmet'in bana vuracağını beklemiyordum ve ben onun karşısında Saf saf beklerken yumruğunu birden burnumda hissetmiştim, olması gereken buydu! Annem ve babam tarafından sürekli takdir edilmek Beni yormaya başladı. Bu alternatif zamanda ders çalışmaya gerek yok bir dikdörtgenin alanının kısa kenar ile uzun kenarın çarpımına eşit olduğunu zaten biliyorum. İngilizce ve Almanca konuşabiliyorum. Yaşıtlarım ise yeni kelimeleri öğrenmek için defalarca yazmak zorunda kalıyor. Ayşe ise hayatından memnun. Okul birincisinin sıra arkadaşı olduğu için çok şanslı olduğunu düşünüyor ama bu mutluluk kısa sürecek. İkinci sınıfta Ayşe okulumuzdan ayrılacak. Babasının memur olması nedeni ile taşınacaklar. Ona gerçeği anlatsam deli olduğumu düşünecektir. "Ayşe ben aslında elli yaşında amatör bir yazarım. Lise yıllarımda bir türlü öğrenemediğim organik kimya dersini otuz yaşında sıcak yaz günlerinde öğrenci gibi ders çalışarak öğrendim. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum." Hakkımda ne düşünür acaba? Onun beyaz tokalarını çok seviyorum. Okulun avlusunda onunla "elim sende" ya da saklambaç oynamak ne kadar güzel! Çocuk olmayı çok özlemişim!
Her şey yolunda , hayatımda başarısızlığa yer yok . Ayşe yanımdan ayrılmıyor ama ben mutlu değilim. Beni rahatsız eden nedir bilmiyorum. Kendimi kopya çeken bir öğrenci gibi hissediyorum. Sınıf arkadaşlarıma haksızlık yaptığımı düşünmeye başladım. Onlar minik beyinleri ile ilk kez duydukları geometrik terimleri pekiştirmeye çalışırken ben tecrübem sayesinde hiç zorlanmıyorum. -senin iyilik meleği olduğunu sanıyordum. -ben sana iyilik ettim, sayemde yirmi yaşında genç bir profesör olacaksın uluslar arası dergilerde senin ismin yazacak ve farklı ülkelerde seminerlere katılacaksın. -sadece bir ay sürem olduğunu söylemiştin. Başarısız olduğum üniversite giriş sınavında yapamadığım soruları kolaylıkla çözüp yeni mesleğimle yeni bir hayata başlayacaktım! -hesaplarda bir değişiklik oldu, Necip. -benim yüzümden çocuğun dudağı kanadı, kendimi suçlu hissediyorum. -sen vurmasaydın o sana vuracaktı, bu nedenle kendini suçlu hissetmene gerek yok, sen kendini savundun. -ona şiddet uyguladım yaptığım yanlıştı bir çocuk arkadaşına vurmamalı onun kendisine vuracağından emin olsa bile! -yani birisi sana vurunca sen öbür yanağını gösterip buraya da vur mu diyeceksin? Tanrıdan dilekte bulunduğun zaman dikkatli ol, Necip kimi dilekler onun tarafından kabul edilir. Gerçek yaşamında üniversiteyi bitirdikten sonra yaz sıcaklarında ders çalışıp öğretim görevlisi olmak için jürinin karşısında başarısız oldun ve salondan ayrılırken bunu hak etmediğini düşündün. Tanrı seni duydu ve dilediğin gerçekleşti, daha ne istiyorsun? -bu gerçek dünya değil iyilik meleği, sanal dünyada yaşıyorum. Bak sana gauss'un öykünü anlatayım. Gauss on yaşındayken matematik öğretmeni o gün ders anlatmak istemez ancak öğrencilerin meşgul olması gerekmektedir. Bu amaçla herkesin birden yüze kadar olan sayıların toplamını bulmasını ister. Gauss ilk sayı olan bir ile son sayı olan yüzü ,toplar ve defterinin köşesine yüz bir yazar. İkinci sayı olan iki ile sondan bir önceki sayı olan doksan dokuz sayısını toplar ve yüz bir bulur. Bu şekilde tam elli tane yüz bir olduğunu anlayıp çarpma yapınca cevabı 5050 bulur. Cevabı bulması Birkaç dakikasını almıştır. İki ders boyunca öğretmen masasında gazetesini okuyacağını hayal eden öğretmen cevabın doğru olduğunu anlayınca şok olur ve karşısındaki çocuğun bir dahi olduğunu anlar. O doğuştan dahi olduğu için bunu başardı. Ben üstün zekalı değilim bu insanları kandırmaktır. Genç yaşta makale yazıyor olmam tecrübem sayesinde gerçekleşiyor , hiçbir zaman Newton ya da Gauss olamam! -Gauss konusunda sana hak veriyorum ancak Newton konusunda sana katılmam imkansız. Newton'un tanrı vergisi bir zekası yoktu. Başarısını disiplinli çalışmasına borçluydu. Optik konusunda o kadar çok yoğun çalışırdı ki kendi gözleri ile yaptığı deneyler nedeni ile körlük tehlikesi yaşadı. İngiltere’de Grant ham şehri yakınlarında woolsthorpe 'da erken bir doğumla hayata geldi. Doğmadan babasını kaybetmişti. Dört yaşına kadar annesi ile büyüdü, daha sonra annesi başka biri ile evlendi ve yedi yıl boyunca ona anneannesi baktı.
Newton’un evrensel kütle çekimi ve hareketin üç kanunu, sonraki üç yüzyıl boyunca bilim dünyasına egemen olmuştur. Newton, dünyadaki nesnelerin hareketleri ile gökyüzündeki nesnelerin aynı doğal yasalar ile yönetildiklerini kendi kütle çekim kanunu ve Alman gökbilimci Johannes Kepler'in gezegen hareketleri kanunu arasındaki tutarlılıklar ile göstermiştir. Newton aynı zamanda ilk yansıtmalı teleskopu geliştirmiş, beyaz ışığın bir prizmaya tutulduğunda farklı renklerden bir tayf yapması gözlemi sonucu bir renk kuramı da oluşturmuştur. Isaac Newton, bilim insanları tarafından bilim tarihinin en etkili insanlarından biri olarak kabul edilmektedir. 1999'un sonlarında, 100 ileri gelen fizikçiyle gerçekleştirilen milenyum oylamasında Isaac Newton, tüm zamanların en iyi fizikçileri arasında Albert Einstein'dan sonra 2. sırayı almıştır. Amerikalı astrofizikçi ve yazar Michael H. Hart'ın 1978 yılında yayımladığı "Dünyaya Yön Veren En Etkin 100" adlı kitabında ise Newton, 2. sırada yer alarak Albert Einstein dahil tüm bilim insanlarının en üstünde tutulmuştur. Ünlü bilimkurgu yazarı Isaac Asimov da, Newton'dan ''tarihin en büyük bilim insanı'' olarak bahsetmiştir. Sana ayrıcalık tanımamızın sebebi insanlığın giriştiği en önemli ve heyecan verici keşif yolculuklarından biri olan Evrenimizin davranışını yöneten temel ilkelerin araştırılmasında rol almandır. İki buçuk bin yıldan fazla süren bir yolculuk sonunda insanlar önemli bir ilerleme gösterdi. Bununla birlikte Bu yolculuk son derece zor olduğunu kanıtladı ve gerçek çoğu zaman yavaş yavaş ortaya çıktı. Yine de yirmi birinci yüzyıl bize olağanüstü yeni anlayışlar kazandırdı, bazıları o kadar etkileyici oldu ki pek çok bilim insanı fen biliminin temel ilkelerinin bir anlayışa yakın olabileceğimiz görüşünü dile getirdi. Dünyamızın davranışının temelini ilkelere sahip olduğumuz anlayışı aslında onun matematiğinin takdir edilmesine bağlıdır. Bazı insanlar ilköğretim düzeyinde matematik kapasiteleri olmadığı inancını oluşturacaklarından bunu umutsuzluğun bir nedeni olarak kabul edebilirler. Pek çok insanın korkulu rüyası matematik bize ilkokul yıllarında ezberlediğimiz çarpım tablosu, basit kesirler, birleşik kesirler ve tam sayılı kesirleri anımsatır. Bu noktada aklımıza şu soru gelir: İnsanlar Kesirlerin manipülasyonunda ustalaşamazlarsa, fiziksel teorinin en ileri noktasında devam eden araştırmayı kavrayabilmeleri için nasıl iyi bir şekilde tartışabilirler? Ben bu konuda iyimser davranmak istiyorum, kesirlerde dört işlem yapamayan insanların aslında sahip olduğu potansiyelin farkına varamayan insanlar olduğunu iddia ediyorum. Mesleğinde ilk yılını tamamlayan bir coğrafya öğretmeni ile birlikte ders çalışırken onun şu tespitini unutmuyorum.
"Matematik bin bir gece masalları gibi, her seferinde işi kitabına uydurup, bir çözüm buluyorsunuz." Bin bir gece masalları olmadan etrafımızdaki fiziksel varlıkları yöneten kuralları anlama imkanımız yok. İlkokul sırasında öğrendiğimiz kesirlerde sadeleştirme işlemi aslında Einstein genel görecelik kuramında kullanılan denklik bağıntısı kavramının bir uygulamasıdır. Her insan yeteri kadar okursa her seviyede bilgiyi anlama kapasitesine sahiptir. Evrenimizi hangi yasalar yönetir? Onları nasıl tanıyacağız? Bu bilgi Dünyayı anlamamıza ve dolayısıyla eylemlerini bizim avantajımıza yönlendirmemize nasıl yardımcı olabilir?
İnsanlığın doğuşundan beri insanlar bu gibi sorularla derinden ilgileniyorlar. İlk başta, kendi yaşamlarından elde edilebilen anlayış türüne atıfta bulunarak Dünyayı kontrol eden etkileri anlamaya çalışmışlardı.
Kontrol eden her ne olursa olsun ya da her kim olursa olsun, çevrelerinin, olayları kontrol etmek için kendileri gibi davranacağını hayal etmişlerdi:
Başlangıçta, olayların kaderlerinin yada insan dürtülerine çok uygun şekilde hareket eden varlıkların etkisi altında olduğunu düşünmüşlerdi.
Buna göre, güneş ışığı, yağmur fırtınaları gibi doğa olaylarının seyri, kıtlık hastalığı, bu tür insan dürtüleri tarafından güdülenen tanrıların veya tanrıçaların kaprisleri açısından anlaşılmalıdır. Ve bu olayları etkilediği algılanan tek eylem, tanrı figürlerinin yatıştırılması olacaktır. Fiziksel Dünyamızın davranışının temelini oluşturan ilkelere sahip olduğumuz anlayışı, aslında onun matematiğinin biraz takdir edilmesine bağlıdır. Ancak yavaş yavaş farklı türden kalıplar güvenilirliklerini oluşturmaya başladı. Güneş'in gökyüzündeki hareketinin hassasiyeti ve gündüzün geceyle değişmesiyle net ilişkisi en bariz örneği sağladı; ama aynı zamanda Güneş'in yıldızlara göre konumlanmasının, mevsimlerin değişmesi ve buna bağlı olarak hava durumu ve dolayısıyla bitki örtüsü ve hayvan davranışları üzerindeki net etki ile yakından ilişkili olduğu görüldü. Buradaki açıklamalarımda, birçok önemli matematiksel kavramın doğasında bulunan fikri, güzelliği ve sihri aktarmakla daha çok ilgileneceğim. İşin büyüsü, bir kesir fikrinin gerçekte doğrudan doğruya fiziksel Dünyada, olmamasına rağmen pasta parçalarıyla tam olarak ölçülen şeyleri deneyimlememize yaramasıdır. Bu, doğrudan deneyimimizin sayısız varlığını kesin olarak ölçen 1,2,3 gibi doğal sayılar durumunun aksine Platonik dünyaya ait bir olgudur. Kesirlerin tutarlı bir anlam ifade ettiğini görmenin bir yolu, aslında tanımı yukarıda belirtildiği gibi tam sayı çiftlerinin sonsuz koleksiyonları açısından kullanmaktır.
Bir kesirli sayıyı kendi başına bir tür varoluşa sahip bir varlık olarak düşünmek daha iyidir ve çiftlerin sonsuz koleksiyonu, bu tür bir varlığın tutarlılığı ile uzlaşmamızın yalnızca bir yoludur. Aşinalıkla, kesir gibi bir varlığı kendi varoluş türüne sahip bir şey olarak kolayca kavrayabileceğimize inanmaya başlarız ve sonsuz bir çiftler topluluğu fikri yalnızca bilgiç bir alettir, bir kez sahip olduğumuzda hayal gücümüzden hızla uzaklaşan bir alet.
matematik sadece kendi yarattığımız kültürel bir etkinlik değil, kendine ait bir yaşamı var ve çoğu kez fiziksel evrenle inanılmaz bir uyum buluyor.
Matematik Dünyasına girmeden fiziksel Dünyayı yöneten yasaları derinlemesine anlayamayız.
Özellikle, yukarıdaki bir eşdeğerlik sınıfı kavramı sadece matematikle değil, aynı zamanda modern parçacık fiziğine göre doğanın kuvvetlerini tanımlayan ayar teorisi ilkeleri gibi önemli fizikle de ilgilidir.
Sana Am-tep'in hikayesini anlatayım. Am-tep bir sanatçıydı gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu. Aslında kendisi dahi uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Bu esnada tuhaf bir şey oldu,Am-tep kalkıp pencereye yöneldi, güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı! Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı, bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu. Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı. Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü. Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı. Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı. Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu
Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldamadan pencere önünde durup izlemeye devam etti. Karşısında kusursuz bir simetri vardı. Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi. Daha önce Tanrı'nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti. İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu. Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı.Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu?Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi,fedailer olmalıydı.Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı.Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi.Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu.Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep.Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar.Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi.Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı.Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu.Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi.Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı.Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı.Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı,çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi.Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı.Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı,rahipler ,kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu.Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.Am-tepin şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu,bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı.Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu. Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi. Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti
Am-tep. dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı. Yolculuk boyunca hava sakindi. Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu, zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı. Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep'in sorusuna cevap bulunamadı. Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı, altın süs eşyaları, her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı. Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı. Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi,aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı.Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti.Yüzyıllar evvel Am-tep'in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos'un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı. Amphos bitkilerin yapısına çalıştı.Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı,taşları ve kayaları inceledi.Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu.tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu. Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi?Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar.Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu.Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil,sayılar ve geometriydi.Bir milenyum önce Am-tep'in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı.Croton şehrine ulaştı.Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.
Bu üçüncü okuyuşumdu. Toplam on bir sayfa yazmıştım ve artık tek bir satır yazamıyordum. Dün gece boş sayfa açıp beyaz ekrana uzun uzun baktım. Gözlerim kapanmaya başladı beyaz ekran beni büyülemişti. Masa başında yazmak için ilham gelmesini beklerken rüya görmeye başladım. Ruhum bedenimden sıyrılıp yükselmişti aşağıda sonsuz mavilikte deniz ve dipteki yosunları görebiliyordum. Bu bir tatil ülkesiydi. Bir süre sonra bu ülkeden sıyrılıp bir kuzey Avrupa ülkesine süzüldüm. Yüksek bir tepede büyük bir şato gördüm, belki de sahibi kont Draculaydı. Şato o kadar büyüktü ki, merdivenlerden zemin kata inene kadar ağzından ateş çıkaran ejderhaya yakalanıyordum. Bu arada bu yüksek kubbeli bina içinde uçma yeteneğimi neden kaybettiğimi düşünmeye başlamıştım. Yazmaya ilk başladığım günlerde ünlü olmanın hayallerini kurardım. Sıradan bir kitapçının herhangi bir rafında gezinirken karşıma çıkan kitabın yazarı olmak en büyük mutluluk kaynağım olacaktı. Basılan dördüncü kitaptan sonra bu hayal yavaş yavaş yok olmaya başladı. Şimdi gecenin bu saatinde sıcak yatağımda uyumak yerine yazdığım on bir sayfayı tekrar tekrar okuyorum. İlk izlenimlerim bir Wattpad romanı izlenimi verdiği yönünde, ergenler için okunabilir bir kitap. Günün büyük kısmını ergenlerle geçiren benim için bir sürpriz olmasa gerek! Aslında kitabımda hedefimi anlatmaya çalışacaktım. Refah ülkesine gitmek için geceleri uykusuz kaldığımı gözlerim yavaşça kapanırken kuantum mekaniği okumaya devam ettiğimi yazacaktım. Hayallerim gerçekleşir de okulum biterse medeni ülkelerden birine gittiğim de ilk işim az kullanılmış bir araç almak olacaktı. Yaşadığım ülkede yaptığım mesleği çağdaş bir ülkede yapmak için başvuruda bulundum aslında ancak ülkemde aldığım pedagojik formasyon eğitimini çağdaş ülkeler yeterli bulmuyordu bu amaçla hatırı sayılır dergilerde makaleler yazmalıydım. Yazmanın tek yolu vardı: sabahlara kadar okumak! İlk ders gözlerim kapanmaya başladı, öğrenciler konuyu ikinci ders anlatmamı istediler çünkü onlar da benim gibi oturdukları sırada uyumaya başlamışlardı. Uyanık olanlar cep telefonlarını kullanıyordu. Mesleğimin ilk yıllarında öğrencilerle sohbet ederdim şimdi ise ben elli yaşıma girdim onlar hala on beş yaşında artık konuşacak ortak bir noktamız yok. Öğretmenler masasında çayımı yudumlarken bir an evvel zilin çalmasını hemen okulun dışına çıkıp sigaramı yakmayı hayal ediyorum. Elimdeki makaleyi tekrar tekrar okuyarak öğrencilerin bana hediye olarak sunduğu kırk dakikayı verimli kullanmak istiyorum çünkü ikinci ders Paskal üçgenini ve Binom açılımını anlatacağım. Kuantum mekaniğini ve klasik mekaniği öğrenmem gerek son yazacağım romanım için bu gerekli araya ergenler için birkaç satır ekleyeceğim. Elbette onların dilini kullanmam gerek örneğin takipçi kasmak, görüldü atmak, hikaye basmak gibi. Bu satırları yazarken yaşadığım ülkeden neden memnun olamadığımı düşünüyorum. İdeal devlet nasıl olmalı sorusu birkaç gündür zihnimde. Bu soru da beni "Devlet" isimli eseri okumaya sevk ediyor.
İlginç bir tesadüf olması gerek, yıllar sonra ülkemde bazı politikacılar hükümet lehine oy kullanmayan vatandaşların cennete gidemeyeceğini ifade ediyor.
"Sen düşünme, ben senin yerine düşünürüm!"
Sen okuma araştırma üretme ben bunları senin yerine yaparım! Sen sadece tüket!
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında üretime ağırlık verilirken şimdi tüketime ağırlık veriliyor.
Bununla birlikte insanlar bu durumdan memnun bence sosyologların makale okumayı bırakıp bu durumu incelemeleri gerek. Toplum olarak emek vermeden kazanmayı kanıksadık galiba.
Polis'in ilke ve düzenlemeleri, bir annenin, bir babanın, bir kardeşin, dolayısıyla da bütün yurttaşların himaye edici, yönlendirici sesini temsil ederler. Polis'in biricik hedefi, yurttaşlarının gerek tanrısal gerekse insansal düzlemde varoluşlarını düzenlemek ve korumak; gençleri, en iyi yurttaşlar olarak yetiştirmek, bütün yurttaşlarına mutlu bir hayat sağlamak olduğundan, polis düzeninin yetkili ellerine, bugünkü modern dünya insanının, en azından Batı demokratik toplumlarındaki bireyin kolay kolay anlayabileceğinden çok fazla, bireyin özel hayatına ve mülkiyet ilişkisine müdahale imkânı veren haklar teslim edilmişti.
Yurttaşlara mutlu bir hayat sağlamak! Yirmi yıldır en çok duyduğum sloganlardan biri bu ve bu amaçla özel hayata müdahale etme yetisini kendinde gören idareciler.
Son günlerde gençlerimizin yorucu bir eğitim yılının sonunda düzenlenen bahar şenliklerinin iptal edilmesi buna örnek verilebilir.
Bu kararın alınmasında tarikatların da ne kadar etkili olduğu bence tartışılmaz.
Ancak polis yurttaşı, bu haklardan kendisine yöneltilen talepleri, kişisel alana bir müdahale gibi algılamıyor, kendisinden talep edilenleri yerine getirmeyi, gerek kendisi gerekse de öteki yurttaşlar bakımından yerinde ve gerekli fedakârlıklar olarak görüyordu. O karanlık, hayatı silip yok edici ölüm karşısında etkili olabilmenin biricik yoluydu bu fedakârlıklar ya da hatta kendini kurban etmeler.
Bir genç çarpanlara ayırmadan yada denklem çözmeden önce yaşadığı toplum için en doğru devlet biçiminin ne olduğunu kavramalıdır. bu kazanım için tek bir yol var : kitap okumak. Çocukluğunda eline geçen harçlıkla kitap alan ve yaşamı boyunca sabahlara kadar okuyan bir lidere sahibiz bir başka deyişle çok şanslı bir toplumuz. O zaman temel soru şu:
Bu kadar şanslı bir toplumda yaşıyorsam neden refah ülkelerine gitmek istiyorum? Hayatta tek amacımız daha yeni araçlar almak ve daha konforlu dairelerde oturmak mı olmalı diye düşünüyorum. Hükümet başkanımız bu tür isteklerin sıradan olduğunu belirtti. Bu fikre sahip olan birinin maddiyattan çok okumaya ve aydınlanmaya değer veren gösterişten sakınan bir yaşam tarzına sahip olması gerekir. Kimi zaman kendimi suçlu hissediyorum sıradan isteklerimi yerine getirmek için geceleri –bana göre günün en verimli saatleri- kitap okumak yerine mekanik ve dinamik çalışarak hayatımı maddi açıdan kurtarmaya çalışıyorum. Kuantum mekaniği sadece bu amaçla okuduğum bir kitap değil, insanların bu konuya yoğun bir ilgisi var. Bununla birlikte kuantum fiziği yada klasik mekanik bir rus klasiği gibi odaya çekilip birikim olmadan okunacak kitaplar değil. Aslında kuantum teorisinin bize atomların veya temel parçacıkların mikroskobik altı seviyelerindeki gerçekliğe inanmamızı söylediği şey, sıradan klasik resimlerimizden o kadar uzaktır ki, basitçe kuantum düzeyindeki resimlerden tamamen vazgeçmeliyiz. birçok fizikçi, kuantum ölçeklerinde gerçek bir gerçekliğin varlığından bile şüphe duyuyor ve bunun yerine cevaplar elde etmek için sadece kuantum-mekanik matematiksel formalizme güveniyor gibi görünüyor. Yine de tüm bunlara rağmen, 17. yüzyıl Newton mekaniğinden gelişen kapsamlı ama tamamen klasik şemanın Lagrange Hamiltonian prosedürler koleksiyonunun ne kadarının kuantum-mekanik teorisinin temel arka planını sağladığı çok dikkat çekicidir.
Tek bir parçacık için, zaman bileşeni t ile uzaysal bileşenleri x, y ve z arasında belirgin bir göreli simetri olduğu ortaya çıkıyor. Bunun kuantum mekaniğinin gerçek zaman evrimini tanımlamada nasıl önemli bir rol oynadığını birazdan göreceğiz. Bununla birlikte, birçok parçacık dahil olduğu için, fiziğin uzaysal ve zamansal yönlerinin tedavilerinin çok farklı olduğu göreli olmayan bir prosedür sağlarlar.
Sana bu iyiliği neden yaptığımı hiç düşündün mü, Necip? Kısa bir zaman yolculuğuna çıktın sana tekrar gençliğini verdim. Bunun bir karşılığı olmalı, senden küçük bir ricada bulunacağım. Zamanda geriye döndüğün yıl bir biyolojik savaş başlamıştı. İnsanlar salgında eve kapanmıştı ve sen derslerini bilgisayar başında yapıyordun. Salgının tek çaresi vardı mRNA aşısı. Türk asıllı iki Alman bu aşıyı geliştirdi ve oldukça başarılı oldular. Neden başarılı olduklarını düşündün mü? -düşünmedim, biyoloji en zayıf olduğum disiplindir. -başarılı oldular çünkü virüsler hücreye genetik materyali gönderdikten sonra konak hücrenin yönetim mekanizmasını –mRNA-hariç ele geçirir, hücrede çoğalır ve patlama olur, ortaya çıkan yeni virüsler diğer hücrelere tutunmaya başlar. -çocukluğumda izlediğim Uzay-1999 dizisindeki uzay gemilerini hep virüslere benzetmişimdir. İlkokulda onlar hakkında kara tahtada bir sunum yapmıştım. -salgından beş yıl sonra ikinci biyolojik silah devreye girecek, Necip. Biliyorsun çok kısa sürede hızla mutasyona uğrama özelliği onları kusursuz yapıyor. Yeni model ve güncelleşmiş bu kristal yaratıklar artık mRNA kontrolünü de ele geçirmeye başladılar. Bu tedavinin olmaması anlamına geliyor. Senden istediğim ilk virüsün ortaya çıkmasına engel olmak eğer mutasyona uğramadan başarılı olursan insanların ölümüne engel olabilirsin. -bu nasıl olacak, peki ? ilk virüsün ortaya çıktığı merkezi yok etmemi mi istiyorsun? -hümanist yöntemlerle bu problemi çözeceksin. 2005 yılında çalıştığın lisede öğrenci değişim programı ile ülkeye gelen kısa boylu çekik gözlü öğrenciyi hatırladın mı? -sempatik bir öğrenciydi, yakasında Türk bayrağı ve Atatürk fotoğrafı taşırdı. Çorbayı yüksek sesle içmesi hariç beni rahatsız eden bir davranışı yoktu. Konu ile ilgisini anlamadım? O genç kısa çekik gözlü genç yıllar sonra ülkesinde çok başarılı bir mikrobiyolog olacak desem konumuz ile bağlantı kurabilirsin sanırım. Okulda en Samimi olduğu öğretmen sendin. Birlikte yedi yüz yıllık tarihi mekanları gezmiştiniz. Onu bilime yönlendirmeni isteyeceğim ama mikro dünya yerine soyut kavramlara yönelmesini sağlayabilirsin. -en soyut disiplininin matematik olduğunu düşünüyorum. Varsayalım ki bana verdiğin görevi başardım, onu bakteri ve hücrelerden uzak tuttum. Belirli bir süre sonra başka biri tarafından modifiyeli virüsler yeniden hayatımıza girmeyecek mi? -bu olasılık gerçekleşirse tedbir almayı düşünürüz. İlk aşamada senden istediğim o Çinliye engel olman.
-bay Lee, ben orta yaşlıyım, ölümü istiyorum. Yaşlandığım zaman ölümden korkacak mıyım acaba? -Ölmek için erken olduğunu düşünüyorum, teacher. Hayatınızda hedefleriniz var. -senin hedeflerin neler? Neden bu ülkeyi seçtin mesela? -Aynı kültürden hatta aynı ırktan geldiğimi düşünüyorum. -yani biz sarı ırk mıyız? Fiziksel özelliklerimiz farklı, gözlerim senin gibi çekik değil mesela. -Büyük göçten sonra gen havuzunuz genişledi. Araplarla ve batılılarla gen alışverişinde bulundunuz. Hun hanedanlığına baktığımız zaman ne kadar benzer olduğumuz kolaylıkla görülebilir. -son Türkü dişi bir kurdun besleyip büyüttüğüne inanırız. Bu herkes tarafından bilinen bir efsanedir, yazarlarımız hep dişi kurttan söz eder.
Motif, hikâye etmenin küçük bir unsuru olarak tanımlanır. İçinde barındırdıkları nitelikleri itibariyle hikâyenin parçalanamaz bir unsuru olarak geleneksel bir tanıma sahiptir. Aynı zamanda motif kavramı, farklı eserlerde karşımıza çıkan bölünmez, parçalanmaz tematik ünitelerdir. Çeşitli edebi metinlerde tekrarlanan ve özel bir anlam taşıyan unsurlar da motif adını almaktadır. Muhtelif tanımlara sahip olan motif, özetlenecek olursa edebi eserlerde benzer şekillerde vurgulanan ve insanların zihninde kalıcı izler bırakan en küçük anlatım şifreleridir. Öyle ki bu şifreler bir araya getirildiğinde olay örgüsü benzer metinlere aşina olanlarca anlaşılmış olur. Edebiyat, zengin kaynaklardan beslenen bir sanattır. Böyle bir sanat olması, onun mitoloji denen bir kaynaktan beslendiğini gözler önüne serer. Mitoloji, hayatı, doğayı anlamlandırma eylemi olarak ortaya çıkmıştır. Edebiyat da, mitoloji ile aynı amaca hizmet etmektedir fakat bu anlamlandırma sürecinde estetik zevkler de rol oynamaktadır. Edebiyatın mitoloji denen kaynaktan beslenişi, iki şekildedir: Olağanüstü anlatıları konu alan eserlerin yapısı ve olağanüstüden ziyade olabilirliğe dayalı eserlerdeki mitolojik yönlerdir. Kaynaklardan beslenme, ilişkiyi ortaya koymak açısından iki farklı yol karşımıza çıkarmaktadır: Olağanüstü bir eser incelendiğinde -motif yanı ağır basan bir eser- o eserin yazıldığı kültürün mitolojik bilgisine sahip olma becerisine sahip olmak, şifreleri çözebilmek bir uzmanlık gerektirmektedir. Olabilirliğe dayalı bir eseri, motif yönünden azalmış bir eseri incelemeye koyulduğumuzda eserlerin, motifleri simge ya da imge olarak verebileceklerini, bazen de mazmun ya da gönderme şeklinde yer alabilecekleri gibi eserin ana kurgusunu da oluşturabileceğini göz ardı edemeyiz, Mr. Lee.
-Bizim kültürümüzde ejderha motifi ünlüdür, teacher. -biliyorum. 23 nisan çocuk şenliğinde ejderha motifini ülkenin çocukları her yıl temsilde kullanırdı.
Türk kültürü içinde kendine önemli bir yer edinen kurt motifi, kaynağını eski Türk topluluklarından almaktadır. Kurtla ilgili olarak gelişen hayvan-ata kavramı, devlet, hükümdarlık vb. Unsurların simgesi de olmuş, gök ve yer unsurlarıyla ilgili çeşitli anlamlar kazanmıştır. Mitolojide de büyük bir yer işgal eden kurt, Oğuz Kağan Destanı’nda, Ergenekon Destanı’nda olmak üzere sözlü edebiyatımızda başrolü yakalamıştır. Kurdun başrol olduğu alanlar arasında eski Türklerin kozmolojisi de gelmektedir. Bu cümleyi dikkate alarak kurdun edindiği rol hakkında kurdun aydınlığın ve buna bağlı değerlerin temsilcisi olduğunu söylemeyi es geçemeyiz. Kurt motifi, kültürümüzde bu kadar önemli bir yere sahip olmuş iken, bugünkü çağımızda da varlığını güçlü bir şekilde sürdürmektedir. Edebiyat verimlerinde sadece destanlarda yer almamış, romanlarda da kendini göstermiştir. Söz konusu çalışmamızda kurt motifini Halide Edip Adıvar’ın ‘’Dağa Çıkan Kurt’’ isimli eserinde yer alan ‘aynı adlı hikâyeden ve Cengiz Aytmatov’un ‘’Dişi Kurdun rüyaları’ ’adlı romanından hareketle ele alıp motifi nasıl işlediklerini sana çözümlemeye çalışacağım.
Birinci tekil bakış açısıyla konuşan anlatıcı, tanıdığı bir Türk şairinin kendisine bahsettiği Fransızca eserden esinlenerek, bir kurt hülyasına dalar. Bu çerçevenin içine yerleştirilen ikinci olayda bir çocuğun uykuyla uyanıklık arasında gördükleri, yine “ben” anlatıcı ile sunulur.
Yıkıcı etkide kalmış yoksul bir evdeki küçük çocuğun dinlediği ve gerçeküstü çizgiler taşıyan kurt masalı, üçüncü bir metin halkası oluşturmaktadır. Hikâyenin sonunda daldığı hayalden uyanan anlatıcı, masalın kendisinde uyandırdığı hisleri dile getirir. Anlatıcının kurguladığı hayalin içinde yer alan çocuk ve onu uykusundan uyandıran kurdun anlattığı masal son sahnede birleşir. Bozkurtla karşılaştığı andan itibaren dönüşüm yaşayan çocuk nihayet bir kurt olur ve masalda işaret edilen, yurtları işgal edilmiş kurtlar gibi dağa çıkarak mücadele için ant içer.
Kurt motifinin çıkış noktası Alfred de Vigny’nin ‘’Kurdun Ölümü’’ adlı eserdir. Fransız yazarın eserinde hikâye şudur: Bir gün avcılar, kurt iline baskın düzenler. Bu baskında eşini ve yavrularını korumak isteyen baba kurt kendini avcıların önüne atarak avcıları oyalar. Bu sırada dişi kurt ve yavru kurt kaçıp kurtulma imkânı bulur. Fakat şiirin sonunda avcılar baba kurdu parçalamıştır. Halide Edip’in hikâyesi de şöyledir: Bir gün ormanda kavga çıkmış ve hayvanlar, birbirlerine girmişlerdir. Kırk günün sonunda fil, barış borusu çalar. Bu barış borusuyla birlikte kavga eden hayvanlar toplanır. Ancak hepsi yaralı ve perişan haldedir. Fil, toplanan hayvanlara uzun bir nutuk atar. Filin barış nutkunda her hayvan kendinden güçsüz olanı düşünür. Burada bir karar alınır: Ormanda barışın devam ettirilebilmesi için bir hayvan cinsi feda edilecektir. Bunun için de kurt soyunda karar kılınır. Kurt da soyu için verilen bu hain hüküm kalkana kadar dağa çıkmaya ve orada mücadele etmeye karar verir.
Halide Edip Adıvar eserinde kurt motifinin açılışını şu cümleyle yapar: ‘’Nihayet başım boş ve içim sınırsız bir sıkıntı içinde, deniz altın bir ışıkla dümdüzken kurt hülyasına daldım.’’ Hikâyesinin ilerleyen kısımlarında rüyasındaki kurdu tasvir ettiğini gözlemleriz. Bu tasvir, hikâyenin içinde önemli bir yer eden, temaya götüren önemli bir tasvirdir: ‘’Yaralı, kocaman bir bozkurt arka ayakları üstünde oturuyor; korkunç, uzun başı ateşli gözleriyle gözlerimin içine bakıyordu. Omzundan boz tüyleri üzerine akan kanlar, garip, soluk lekelerle sarı ayın sarı ışığında dalgalanıyordu. (…) , gözleri o kadar derin, o kadar ateşliydi ki, vücudu o kadar bütün kurtların babası gibi büyük ve korkunçtu ki, öyle oturup bakarken bile kendi kendime onun ağzından midesine gireceğim, bir lokma olacağım sanıyordum. Fakat bu kocaman ve korkunç kurdun gözleri, çenesi üstünden akan kanları, onun büyük, pek büyük bir savaştan çıktığını gösteriyordu. Bakarken içimde, gerçekten, o kurdun içine girip çıkmış gibi tuhaf ve tanıdık bir duygunun izleri uyandı. O izler neydi bilemiyorum.’’ Anlatıcı kahraman, kurdu gördükten sonra anlamlandırma sürecine girer. Gördüğü kurtta, tanıdık izler bulur fakat kendisi de bunları bilemeyecek durumdadır. O cümleden sonra bilemediği tanıdık duygu, zihninde yavaşça canlanmaya başlar gibidir: ‘’Fakat yüzlerce sorunun dolambaçlı, unutulmuş efsanelerine doğru uzanıp gidiyordu.’’ Halide Edip’in dolambaçlı, unutulmuş efsane dediği şey, eski Türklerin dönemlerine uzanan efsanelerdir. Bu dönemlerdeki destanlar, destanlara ve efsanelere konu olan kahramanların o zamanlarda gösterdiği kahramanlıklar, kazandığı zaferler de buna eklenebilir. Kurt, anlatıcı kahramanda böyle bir etki bırakmış ve kendini böyle anlamlandırmıştır. Anlamlandırma süreci tamamlandıktan sonra özdeşleşme başlayacaktır: ‘’O izlerin sonundaki sırlı yola vücudumla beraber ulaşmıştım; kocaman, yaralı ve ateşli bozkurdu anlamış, tıpatıp onunla bir olmuştum.’’
Hikâyenin ilerleyen kısımlarında kurt soyunun felaket masalı dinlediğini ve sonunda da hayvanlar arasından kurtların feda edilmesiyle kurtların dağa çıkışı da mücadele eylemini başlatır: ‘’Herkes, tuzak, tırnak, pençe ve her şeyle kurt soyuna saldırdı. Bu eşi görülmemiş bozgun ve yıkım karşısında inlerinden, cengelin av ve tuzak yerlerinden yaralı, bahtsız boşanan kurtlar, soyun öç andını ulumak için dağlara çıktı.’’ Eserden yapılan alıntılardan hareketle Halide Edip’in kurt motifi hakkına şunları söylemek mümkün olacaktır: Hikâyedeki kurt motifi, yaralıdır çünkü bir savaştan çıkmıştır. Halide Edip, yaralı kurtla vatanın içinde bulunduğu durumu özdeşleştirmiştir. Yazar, yaşadığı devirden soyutlanamaz ve ayrı düşünülemez. Adıvar da, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı dönemlerine şahitlik etmiş, bu dönemlerin nabzını tutmuş bir sanatçıdır. Kurt soyunun felaket masalı okuması, Türk milletinin felaket masalı okuması olarak düşünülebilir. Kurtların öç andını okuması ile de Türklerin kendilerine bu felaketi reva görenlere karşı mücadele etmesi de birlikte düşünülmesi gereken bir başka maddedir. Sanatçının kurt motifini kullanması, hele ki bu kurdu yaralı olarak tasavvur etmesi, okuyucularına vermek istediğini dile getirir gibidir.
2 bölüm
Merhaba xi Merhaba jie Özledim seni.. Beni görüntülü ara konuşalım Kitabın nasıl gidiyor? Son sayfaları gönder. Genel simetri kırılması fikriyle başlayalım, bu fikrin, normalleştirile bilirliğin daha büyük bir simetriden yararlandığı ve daha sonra doğrudan gözlemlenende sergilendiği, yeniden normalleştirilebilir Kuantum alan teorileri üretme gücünü hatırlattı. Davranış tam bir Simetri gibidir ve gözlemlenen şey, Dinamik teorinin tam simetrisini paylaşmayan bir vakum durumunun sistem seçimine atfedilmesi, özellikle bu, parçacık fiziğinin temel bir bileşen modelini oluşturdu, ayrıca farklı olası vakumu içeren bu tür bir fikir, aynı zamanda şişmenin temel bir bileşenidir ve bunlar Kendiliğinden simetri kırılması ve sahte boşluk kavramları da daha birleşik şemalar arayışında iki nedenden dolayı yaygın olarak çağrılmaktadır.
Bu konularla ilgilenmekten ders çalışmaya zaman kalıyor mu?
Sadece bu konularla ilgilenmiyorum ilgini çekecek başka konularımı da var Bunlardan biri büyük göç
sana anlatmaya Tam olarak nereden başlayacağımı bilmiyorum aslında yapacağız ikimiz birlikte...
yüzlerini ve kelimelerin eski gülüşlere ve acılarıma yeniden kavuşamayacaklara kadar uzun bir zaman geçti olayların üzerinden ama yine de yüreğinde taşıyacaklarımı anlatmayı denemeliyim pişmanlıklar ve zor sorular gizemli olana Tıpkı bıçakla bir karnı yarılmış gibi açmanın ve hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilsem bile
Eğer anlatacaklarımdan hangi mucizevi yöntemle öğrendiğini sorsalardı Tek kelimeyle sadece biliyorum cevabını verirdim biliyorum çünkü olup bitenler bana güneşin doğup batması kadar tanıdıklar pek çok gölge geçireceğin gözlerinden Özellikle de bir tanesi daima saflarda olacak
bir adamın gövdesi senin dünyaya gelmeden önceki geçmiş hayatında yaşadığım Çok uzaklardan Bir ülkenin güneydoğusundaki bir kasabasında olan bir cinayetin
sadece sorulan bir adam hayatında Türkiye adında bir ülke duydun mu?
ilk aşamada bana inanmayacağını biliyorum ama benim bir yeteneğim var sana baktığım zaman o güzel gözlerinin içine baktığın zaman geçmiş yaşantılarında nerede ve nasıl yaşadığını ve hayatının nasıl sorumluluk başka bir Ruha geçerek başka bir bedene geçerek demediğim aslında başka bir bedene geçerek aynı ruhun defalarca yeryüzüne geldiğine göre bilen bir insan ve sen güzel bayan Bir önceki hayatımda Türkiye'den inen Bir ülkenin güneydoğusunda o sıralarda Fransız işgale altında olan Gaziantep ilinin Nizip ilçesinde arkadaşınla birlikte o temiz suyun kenarında yemyeşil Çimenlerin ortasında piknik yaparken size şeker verip tarihi kiliseyi gezdirmekle kandıran bir adam tarafından o tarihi kiliseye götürüvererek o kilisenin yıkılmış duvarındaki delikten içeri girereke taciz ve tecavüz eden sonra öldüren adam
ismin Ayşe idi.
cinayete uğradınız.
işte sana anlatacağım hikaye .
oku.
seni kendime nasıl inandırabilirim bilmiyorum ama seni o yıllara götürebilirim 1921 yılında işgal altındaki Gaziantep ilinde ibin 317 insan iç Kalede baş kaldırdığı için Fransız askerleri tarafından hiçbir sorgu olmaksızın öldürülmüştü bu yıl da Gaziantep'te Savcı olarak çalışan Ayhan adındaki bir adam başrol olacak
bu yıllarda kendi aramızda konuşurken baş harfinin altını iç çekiçlerimizin yanı sıra yüz ifadelerimizle çizdiğimiz dava sırasında 50 yaşında ve 1 yıl öncesinde emekliye ayrılmış önemli bir adamdı görkemli olduğu kadar mesafeli ve soğuk tavrıyla adeta bir Kartal'ı andırıyordu az konuşurdu ve bir o kadar da etkileyici konuşurdu Herkes ona saygı duyardı aslında Tüccar bir aileden geliyordu o yıllarda Nizip ilçesinde zeytin ve k çok fazla ekildiğinden ya Sanayi gelişmişti Ve bu sabun yeşil ve katı bir sabundu
Bugünlerde tekrar saç dökülmesine iyi geldiği iddia edilen ve internet pazarlarında satılmaya çalışılan Yeşil sabun.
bay Ayhan’ın sabitmiş gibi duran gözleri kalın dudakları geniş bir anda kırlaşmış saçları vardı.
ülkemizden ötede bu küçük kasabada olan olaylar hakkında benim nasıl bilgim olduğunu merak ediyorsun bunu sana ileriki konuşmalarımızda açıklayabilirim Aslında bunu açıklamam ne kadar doğru olur kesin bir karara varmış değilim
Özellikle kışın Nizip ilçesinin sokaklarını harabeye çeviren aynı zamanda Gaziantep ilinin taş evlerine toplarla saldırıp yıkıntılar haline dönüştüren Fransızlar..
O yıllarda kamyonlar ve arabaları ve pis kokulu Dumanlar ve pek uzakta sayılmayan sınır cephesinden gelen saklanmış bir ülke gibiydi
kişiler ve mekanlara göre Savcı farklı şekilde hitap edilirdi t ülkesindeki hapishanede bulunan tutukluların çoğu ona Zalim demişlerdi Hatta hücrelerden birinde Çınar ağacından yapılmış bir kapının üstünde bıçakla kazılmış bir resmini bile görmüştüm Ben de senin gibi o yıllarda küçük bir çocuktum
yani Nizip ilçesinin merkezinde olan ki o zaman Merkez denilen yer çok küçük bir bölgeydi o küçük caminin önündeki çınar ağacına asılmış olan bir suçlu adamı asılma sürecine tanıklık ederiz demiştik
Cellat suçlunun ayaklarının altındaki Kalın kütüğü tekme ile devirdikten sonra titreyen Hayatlar hala gözlerimin önünden gitmiyor bir cehennemin evinde izlerken savcılar önce kararı e bir daha okudu ona basitçe Savcı Bey diye hitap ederlerken
Bu sırada erkekler feslerine çıkarır mütevazi kadınlar çarşaflarını gözlerine kadar Örter de diğerleri Yani onun dünyasına ait olan kadınlar damlarda su içen kuşların yaptıkları gibi başlarını hafifçe önüne eğerdi Ayhan bunlardan etkilenmez Ender olarak karşılık verir ve o sırada sizin dudaklarınızı kıpırdatıp kıpırdatma da en azından emin olmak için iyice parlatılmış gözlüğü üst üste takmanızı ç affedebilirdi çoğunluğun sandığı gibi onunla davranış şekli bir küçümser ine işaret edildi
Belki de buradan ilgisizlikten vereyim tüm bunlara rağmen onu az çok anlayabilmiş tek bir kişi vardı bu kişi başsavcıya gözünün altına takmıştım Belki de davanın meydana gelmesindeki tek neden sayılabilirdi ama bu kız olanlara asla öğrenemedi yılın başında Savcı demek büyük insan demek ki Çünkü Gözü Kara i delikanlı gibi ..
O yıllarda isyancılara yardım etti diye söylenen 14 çocuk Fransız askerleri tarafından Değirmen Başında elleri arkadan bağlanarak kurşuna dizilmişti ve ünlü bir türkünün dizeleri o yıllarda yazılmıştı
Değirmen Başında Vurdular Beni
anamdan babamdan koydular beni
vurma zalim vurma
nar tanesiyim
anamın babamın oğlu bir tanesiyim
bu ünlü türkü ileriki yıllarda Kürt Olan adı Ahmet Kaya olan Bir Türk vatandaşı tarafından okundu ve bu şarkıcının ya da türkücünün kasetleri milyonlarca satılmıştı
Fransızlar o çocukları isyancılara yardım ettikleri için kurşuna dizmişti onların isyancılar olarak tanımladığı insanlar sadece memleketlerine savunan özgürlük savaşçılarıydı . 1921 yılının nisan ayının ilk Pazartesi günü Nizip ilçesinde bulunmuştunuz daha doğrusu cesedin bulunmuştu Ayşe nisan ayı olmasına rağmen yine de hava soğuktu toprak ayaklarımızın altında çatlıyor çıkardığı ses hepimizin hoşuna gidiyordu Ayşe'nin gövdesinin Üstüne oturmuş olan battaniyeyi ve hemen anasını anımsıyorum Çünkü bir insan yağmur yağıyordu Bir de başında bekleyen iki dilekçeyi diğer cesediyse arkadaşına aitti Birkaç adım ötede iri kıyım bir çocuk olan Burhan'ın pırasa kadar tutarıyla gitmekle kalmak arasında kararsız ne yapacağını bilmeyen bir halde sesini çekiştirip durmasını görüyordum cesetlerden korkuyordum ama bir yandan da merakına yenik düşmüşüm 10 yaşında olan cesetler yağmur suları ile ıslanmış olsa da fazla ağır değildi bay Ayhan kızın üzerindeki battaniye bir köşesini kaldırmış ardından ellerini birbirine sürtmüştü ve orada senin güzel gözün belirdi Ayşe daha doğrusu senin 21 yılında yeryüzünde olan güzel yüzün hepimiz o anda büyülenmiştik ve iri gözlerinin sonsuza kadar kapanmıştı beyaz göz kapaklarında bir prenses gibiydin. Uzun dalgalı siyah ve gür Saçların Dere kenarındaki çamurlu otlara karışmıştı Bahar ayında olmamıza rağmen hava öyle soğuktu ki nefesimizi de dışarı verdiğimiz zaman insanlar sigara içtiğimizi düşünebilirdi kanımızın ayaklarımıza ulaşması için olduğumuz yerde zıplıyorduk gökyüzünde Kuşlar halkalar çiziyordu yollarını kaybetmiş gibi yediler belki de ülkemize dönen meleklerdir onlar gittikçe aydınlanan gökyüzü sis paltosuna bürünmekteydi Fransızların Tok sesleri bile donmuş gibiydi hiçbir şey duymuyorduk Belki de Barış ilan edip kendi ülkelerine dönmeye karar vermişlerdir dedi Keşke Burhan Hadi be sen de dedi Oktay bir yandan da korku dolu bakışlarla yerdeki cesetlere bakıyordu Burhan bu iki kıza tecavüz etmişler dedi tecavüz ne demek dedi Oktay yani kirletmişler oğlum anlasana her şeyi sana Ben mi öğreteceğim dedi Gaziantep'ten yüksek yüksek kademeden bir takım adamların gelmesini beklemiştik sonunda insanı olmadık saatlerde yatağından kaldıran ve çoğu zamanda bir köpeğim bile dışarıya bağlanmayacağı kadar soğuk havalara denk düşen uğursuz günlere özgü yüz ifadesiyle başkan gelmişti yüksek kademeli adam asla adını öğrenemediğim ancak yüzünün sol tarafını yiyip bitiren amansız bir egzama ve çocukluğunda Fareler tarafından yenilen yarım kulaklı katibi ile gelmişti yanlarında asla devriye gezmeleri gerektiğini düşünmeyen 3 rütbeli bir Jandarma eğri ve bir Ordu mensubu vardı Ordu'dan olan adamın orada ne işi olduğunu pek anlamamıştım Ama zaten adam fazla da beklememişti belki de Gaziantep'in Nizip ilçesi o zaman Jandarma bölgesine aitti öylesine bir göz attıktan sonra onu hemen kahveye götürmüşlerdi Çarşı Camisi'nin yanındaki köy kahvesine O kasıntı adam hayatında hiç çünkü görmemişti ya da belki de ancak cephanelikte o da şüpheliydi Oysa niyete geçmemizin Özgürlük Savaşçısı A5 Efendi Antep'te dostları ile birlikte Fransızlara mermileri yokken süngülerle saldırıyorlardı jilet gibi ütülü adeta Cumhuriyet Mahallesi'ndeki dükkanındaki mankenlerin üstüne göre biçilmiş üniformasından anlaşılıyordu bu savaşa büyük ihtimalle dökümden güzel bir fırının dibinde Kadifeden büyük bir koltuğa gömülmüş bir şekilde yapıyor olmalıydı Belki de sonuna kadar padişahçı olanlardı padişahımız Efendimiz istikbalinin Batı devletlerine sığınmakta olduğunu görüyordu Yunan kazanırsa daha özgür olacaktı herhalde daha sonra akşam çökünce bu savaşı kristal avize verelim ve o da erkek tarafının arasında balo kıyafetleri içindeki kızları elinde bir kampanya yaşayarak da anlatıyor olacaktı yüksek kademeli adam kafasında püsküllü fesi ve karnı gözü tok edalarıyla tam bir vurdumduymazdı Belki de her gün ceset görmeye alışık olduğundan bu onun için sıradan bir gündü püsküllü fesi onun kulaklarını ve burnuna belki renk katıyordu Ama onun sevimlileştirmiyordu battaniyeyi kaldırıp güzel kızları uzun uzun baktı diğerleri Ondan bir kelime biri çekiş beklemişlerdi küçük ucu da mevzua ait olan bir taş ya da bir parça odunmuş gibi duygusuzca Tıpkı iki adım ötesinde akan Nizip çayı kadar donuk bir şekilde bakmıştı ona Zavallı kızcağız sadece 10 yaşındaydı İnanabiliyor musunuz daha dün masa örtünüzü şerefsizi ekmek getiriyordu diyormuş gibi kulağına bu kızı tanıyorum demişti birdenbire topuklarını birbirine vurup hazır ola geçmiş ve kendisi ile muhatap olana dek Neyse ben vazifemi yapayım dedim Bu olaydan sonra yüksek kademeli adam bizim için sadece yüksek kademeli bir adamdı yerini biliyorduk onu hiç sevmesek de ona saygı duyuyorduk ama o Pazartesi günü Küçük kızım sorarsa Tamam onu keserek karşısında özellikle kırıcı veya alaycı ses tonuyla ağzından çıkanlar herkesin ona Sırtına çevirmesine ve ondan nefret etmesine neden olmuştu katil kızları size kiliseyi göstereceğim diye kandırıp kiliseye soktuktan sonra orada bulduğu büyük taşlardan biriyle kafalarını ezerek öldürmüştü daha sonra cesetlerine tecavüz etmiş sonra tekrar tesettürleri sürüyerek aldığı yere geri bırakmıştı. Ne de olsa her katil cinayet mekanına geri döner Pekala diyerek sanki oyuna ya da av partisine katılacakmış gibi şakayarak sözü yeniden aldı Sonra karnı acıktı hemen çalışacağım işinin karşısındaki kebapçıya gideceğini söyledi eşini bir an evvel götürmüyor muydu Güzel kızın bedeninin yanı başında Yaşanan bu durum herkesin azarlanmasına neden olmuştu
Dakikalar geçmişte hava hala soğuktu ortalıkta gezinen tavuklar Nihayet ortadan kaybolmuştu battaniyenin bir ucu akan suya değiyor akıntı onu oynatıyor ve tersini çeviriyordu o yıllardan Nizip çayı o kadar temizdi ki bazı insanlar balık tutardı adeta ritim tutan ve arada suya dalıp yeniden çıkan biriyle andırıyordu ama yüksek kademeli adam bunları Fark etmiyordu şişko Burhan'ın anlattığı hikayeyi tek bir satırını bile atlamadan dinlemekle meşguldü yumurtalarını da unutmuştu diğerinin o zamanlar kafası Bulanık değildi daha Sonraları bunlardan bir roman yapacak her köy kahvesine gidişte tüm mekan sahipleri tarafından sarhoş edilmek uğruna adeta bir hikaye yazacaktı gece yarısına doğru zil zurna hareketinden melodiler sağda solda içeceği tüm rakı kadehleri ile birlikte pantolonunu yaşayacaktı her günün sonunda Üstü başı bir kuzu yavrusu kadar pisliğe bakmış kalabalığın karşısında şarabın etkisiyle daha da etkileyici ve dramatikleşecek her kol hareketleri yapmakla yetinecekti yüksek kademeli adam koca kaçığın ile tabureden kalktı karşımıza ilk defa çıktığında ilgimize çekmiş deve Deresi ve avanaz'dan 3 Ayaklı bir tabelayı da bu suç mahalinde Onu defalarca açıp yeniden katlar üstünde bir modelin yanı başındaki ressam gibi düşüncelere de var ya da genellikle Her seferde olduğu gibi Şam babası misali oturup etrafında olup bitenle dalgasını geçerdi adam sonunda sipariş ettiği yumurtalar geldiğinde onları yemeye başladı keşke'yi dinlemişti dumanı üstünde yumurtalar Ben beyaz bir bez içerisinde parmağı ile pantolonundaki yırtığı kapatan Jandarma tarafından ulaştırılmıştı bıyığı artık sarı ve gri renkteydi kabukları ayaklarının dibindeydi patiskadan mendiliyle dudaklarını silerken bir yandan topraklarıyla onları eziyordu kan sesleri duysanız ilk kez kullanırım kemiklerinin kırıldığını sanıyordum büyük ihtimalle senegalden getirilmiş ve Fransız ordusuna hizmet için kayıt olunmuş iki tane zenci askerde ayakta durmaktan yorulmuş cesetlerin yanıbaşına oturmuşlardı kabuk kalıntıları ufacık Mahmutlar gibi kardeşim botuna yakışmıştı Halbuki yan tarafında sadece birkaç adım ötede cesetler hala İslam'ı suyun Kefenin İçinde yatıyordu yumurtalar yer gece gitmemişti eminim ki sırf bu nedenle onları oldukça da lezzetli bulmuştu hikayesini tamamlamıştı Yargıç ve çok dünyalarının beraberinde anlatılanları da afiyetle yemiş yakasına çeki düzen vermiş ardından manzaraya dikkatlice bakıp incelemişti her zamanki gibi püsküllü fesi yerli yerindeydi Sabah ilk ışıkları ve ilk saatleriyle aydınlanmaya başlamıştı oradaki herkes tiyatro sahnesindeki figüranlar gibi ayakta dikiliyordu şişko Burhan'ın burnu akmış gözleri yaşlıydı yarım kulaklı bir eliyle çoktan notlar aldığı akıl defterini tutuyor bir eliyle de ara sıra beyaz lekelerden oluşan hasta yanağını kaşıyordu o yarım kulağına bakınca çok korkuyordum acaba Fareler kulağını yerken canı acımış mıydı ya da uykusunda mıydı uykudan büyük bir korkuyla uyanmıştır eminim yumurtacı Jandarma macun gibi olmuştu Başkan sıcağa kavuşacağını mutluluğuyla belediye binasına dönmüştü kötü kişinin yerine getirmişti gerisi artık onu ilgilendirmiyordu elleri arkasında olduğu yerde zıplayan yüksek kademeli adam havayı ciğerlerine çekiyordu Gaziantep'ten gelen Doktor bekleniyordu Ama yargıcın artık acelesi yoktu o anın Ve mekanın tadını çıkarıyordu ikisini de zaten dolu olan suç ve cinayet manzaralarıyla dolu zihninin en derinlerine katılmaya çalışıyordu Burası onun müzisiyle Ve eminim ki arada sırada onları hatırladıkça sokmaları aratmayacak derecede kaynıyordu hala ağacı arasındaki sınır oldukça incedir Doktor gelmişti yargıt ve işsiz birikti zorlaştırıyorlardı lise yıllarından beri tanışıyorlardı birbirleriyle Sen de benimle konuşurlardı ama altlarında öylesine tuhaflaşıyordu ki bu hitap şekli adeta Siz de bildiği gibi algılanırdı Çarşı merkezdeki kebapçıda ve pek çok başka mekanda beraber yemek yerlerde kümes hayvanları bolca servis edilirdi elle şiş kebap yuvarlama şuraya gideceğiz babadan ve borani'nin en sevdikleri yemekti birbirlerine çok iyi tanıdıkları ve aynı şeylerden hoşlandıkları için zamanla birbirine benzemişler aynı ten rengi bu oyun kısmında aynı zengin gıdığı aynı göbek aynı büyüklük kibirlilik kaldırımdaki çamurları temkinli ve acımağıyla bakan gözler
Doktor karşısında duran vücudu okuldaki bir kadavra gibi incelemiştim eldivenlerini ıslatmamaya Özen gösterdiği fark ediliyordu Halbuki o da kızları iyi tanıyordu ama parmaklarının ucunda artık ölü bir kız çocuğu değil sıradan bir kadavrulmuştu dudaklarını ellemiş göz kapaklarını kaldırmış Ayşe'nin boynunu yoklamıştı ve o anda orada bulunan herkes kazanır bir kolye gibi boynunu saran morlukları fark etmişti sonra boğulmuş diye beyan etmişti doktor acaba önce bu olmuş muydu yoksa önce taşla kafasına vurup beyin kanaması geçirmesine mi sebep olmuştu belki ikisini de bir arada yapmıştır bunu söylemek için toplanma mezunu olmak gerekmiyordu ama yine de o Buz gibi soğuk sabaha hele söz konusu küçük bir beden olunca bu sözcük hepimize tokat gibi çağırmıştı İhsan'ın kabartan gerçek bir cinayetle dizisi olmaktan pek hoşnut olan yargıç Pekala diyerek sözü yeniden aldı cinayetin bir çocuğa Hatta bir kız çocuğuna karşı işlenmiş olması bu taraf gibi gelmiş ti yumurta sarısını bulanmış ayaklarıyla yargıç bulunduğu yerden kapaklarının üzerinde türlü türlü Kaos vererek şöyle demişti Bu Kapıdan evden çıktı o anda herkes doğmuştu yırılmış otların ortada aniden Çıkmış Bir mucize gibi kapıya dönüp bakmıştık yüksek duvarların içinde bir deliğini kapatıp büyük bir bahçeye açan gelişti Bu kapı kilisenin kullanılmayan pasta kapısı çıplak dalları birbirine donanım ağaçların Ardında yüksek bir evin gölgesi seçiliyordu mimarisi ile karmaşık bir yapıydı kilisenin bahçesine Açılan Kapı dedi doktor Bir kilise demek diye cevap verdi Evet gelirse romalılardan kalma Ama şu anda kullanılmıyor Belki ileride Cami yaparız Tıpkı Ayasofya kilisesini yaptığımız gibi Pekala diye yeniden söz aldı birden gururlu bir şekilde geri senin bahçesine açılan küçük Kapının tam karşısına yerleştirdiği ve egzotik sandalyesine kıçını yerleştirmiş uzun süre Tıpkı çamaşır ipinin üstüne tünemiş bir kuş gibi soğukla oturmuştur o sırada jandarmalar ısınmak için ayaklarını yere vuruyorlardı süs kağıdı Kurumunu hissetmiyordu yarım kulaklı ise mor bir renge kesmeye başlamıştı. Kilisenin önemsemeyecek bir şey olmadığını da söylemek gerekiyor Hali vakti yerinde olmayan mahallede Kerpiç Duvarlar ve arduvaz kiremitinden çatasıyla gelirse en inatçılara bile kendini kabul ettirebilirdi Kim bilir Romalılar zamanında bu küçük bahçede Ne mutlu günler geçirmişlerdir üzerlerinde beyaz çarşaftan elbiseleriyle ellerinde şarap kadehleriyle pazar sabahları buluşup Neşe ile birbirlerine Selam vermişlerdir Evet bizim bir kilisemiz var nice ülkesinin gezisi Tabii o yıllarda endişeden çok köy de denilebilir Üstelik o kadar da değil dünyadaki kıyım yıllarında hiç boş kalmayan bir sağlık ocağımız Bir de Kırtasiye ve erkekler için iki okulumuz Bir de kocaman sabun fabrikamız var Gece gündüz yaz kış gökyüzünü tırmalayan yuvarlak paçalarından Duman fışkırıyor 80'li yılların sonunda kurulmuş fabrikada ülkenin her yerinden insanlar çalışırdı neredeyse herkes tarlalarını ve Bağlarını onun uğruna terk etti ve sonra büyük Bağlar boyunca hızla yapılan bakımsız topraklarda öğretmenler verimli toprakların bazı köpekleri ne demeye verdiklerini yiyip bitirdi iyi temiz pek büyük sayılmaz Ama son yıllarda gelen Suriyeli mültecilerle nüfusu ikiye katmanda diyebiliriz vilayete göre yakından uzaktan bir benzerliği olduğu da söylenemez ama yine de insan burada kaybolabilir anlayacağınız kuradan hemen koruyu yaşamak isteyen herkes kendine manzaralı bir köşe bulabilir kadın niye okullara ciddi kitapların bulunduğu küçük kütüphanenizde var ve eski belediye başkanının fabrikası fabrikanın patronunun ne Adı ne yüzü vardı onu Aslında grup demek daha doğru olurdu ülkemizde Sol görüşlü bir partinin Belediye Başkanı olması büyük bir sürprizdi biraz daha akıllı geçinenlere göre ise bu ortaklıktı Eskiden Hekim yeri olan göçü karaasilleri şimdi lojmanlar kurulmuştu Seyit'in ağaçları kesilmiş yerlerini betona hemen yapılar olmuştu birbirinden aynı virüsünü Küçük Sokak yapılmıştı ve burada düşmanlarını hazırlayüzünde taşköprü'den üstümde tren gayeleri kızgın güneşin altında büyük bir hırsızınarak ısıyı etrafa yansıtıyordu ve Ben çocukken Bu tren gaylarını takip ederek Gayette ulaşmayı Hayal ederdim Çok az bir para ya pek çok imkan sağlayan bu lojman evleri bu kadarını da Hiç beklemiyor ve çanta kötülerin ortasına açtıkları deliye değildi klozete yaşamayı komik bulan işçilere kiraya verilmişti Tabii o yıllarda klozetin ne olduğunu insanlar bilmezdi hala direnen tek tek arazi sahipleri ise tepki olarak birisinin çevresinde toplanmıştı Bunlar eski sürüm sabun üretmeye devam ediyorlardı o yıllardan kalma fabrikaları artık sit alanı idare edilmiş Üstelik çökme tehlikesi olduğu için etrafları tellerle çevrilmişti eski duvarları alçak pencereleri tozlu bu kilitlerim ve fabrikalarının aralanmış kapılarından yoğun bir koku delirdi delik duvarlardan içeriye bakınca farelerinin gezindiğini görebilirdiniz tüm bunların yanı sıra bize 2 adet asfalt yol bile hediye edilmişti biri büyük diğeri küçülttü büyük olan üzerinde tren raylarının olduğu taş köprünün altından geçerdi ve küçük Çarşıyı sanayiye bağlardım sanayideki sabun zeytin odunu mercimek fabrikalarına kömür ve Kalker getirip kükürt götüren kamyonlar için yapılmıştı kiliseye geri dönecek olursak köyünden gösterişlilerinden biri olduğunu söylemem doğru olacaktır ihtiyar Savcı büyük kar felaketinden sonra büyük bir ev yaptırmıştı bizim burada konuşmayı fazla Sevmese bile insan başka yöntemlerle Kendinden söz ettirebiliyor Savcı hayatı boyunca orada yaşadı Hatta daha iyisini bile yaptım orada doğup orada öldü savcının evinin büyük bir bahçesi vardı ama buna rağmen hala hiçbir zaman kalabalık olmadım Savcı bir oğlu olduktan sonra da bir daha çocuk yapmadı halinden memnun değil ancak yine de bazı kadınların güzel fikirlerle doldurmasını engel olamamıştı bu durum onlara da 20 yaşına gelene kadar bir altın kuruş vermişti ilk 20 yaşından liselerine bir mektup sıkıştırıp Kaşlarını göz çekmeyle dünyanın gerçekten yuvarlak olup olmadığını kontrol edebilsinler diye çok uzaklara postalamıştı bizim burada bu duruma gönlü bol davranmak denir Çünkü herkesin harcı değildir Bu Savcı Ailesinin son ferdiydi ondan sonrası olmayacaktı evde olmadığından değil karısı çokken bir yaşta tüm bölgenin Servet ve saygınlığını sergileme fırsatı yakaladığı Düğünden 6 ay sonunda ölmüştü diğer kadınlara dair ise İmam nikahıyla evlenmişti genç kız ailesinden de hataları hiç çöpe yok ki herkesinkiler gibi savaşmıştı ama kimse bu duruma bilmez ve ilgilenmez düğün günlerinden kalma bir resmini evinde görmüştüm yüzüne yastığı tavuğu kaçınılmaz sonunu sezebilmişti müstakbel ölümünün soygunluğu yüz hatlarındaki başkaları çok çarpıcıydı ve benim bahçesine etrafa sıkıntı vermeden rahatlıkla bir Alayı sığabilir etrafı suyla çevrilebilir bu suyun Nizip çayından getirdiği söylenir dipte belediye ile Tren Garı arasındaki arasındaki yolu kısaltan halka açık bir yol vardır Nizip çayının diğer tarafında bir kulübenin büyük pencereleri görüyoruz orası patronlara daha fazla para kazandırmanın yollarını arayan mühendislerin hesap kitap yaptıkları bir yerdir bahçenin sağ tarafında dar ve kıvrımlı çay Yakar adından Anlaşılacağı gibi yosunlarla kaplı ağır ağır Arkam girdi sudur deneyim her şeyin içine işlemiştir evin bahçesi Sırılsıklam Bir bez parçası gibidir zaten Savcı da hasta olmuştu doktorun ilk Ziyareti ile yavaş yavaş attığı son kürek arasında tam 3 hafta vardı Bir gün niye hep sonuncusu diye sormuştum ona O da dipsiz kuyuları andıran bakışlarıyla bana çünkü sonuncunun hafızalara kazılması gerekir diye cevap vermişti ağzı iyi laflar iyi laf yapar ve insanı etkilemeyi sever yanlış mesleği seçmişti bence onu bir tiyatro sahnesinde görmek isterdim Savcı aynı zamanda bir toprak adamıydı kendini para defterleri ve altın dolu keseleriyle aklamayı başarmıştı Dünyası değişmişti kişileri vardı ortak işletilen Çiftliği Bir ormana bu döşeklerine Fransız askerlerine istemeden de olsa hediye etmişti insanları ağırlar davetlere katılırdı topraklarını işgale gelen askerlere kebap ziyafeti bile vermiştim Bir de Savcının Karısı vardı daha doğrusu İmam nikahlı karısı o bambaşka biriyle en güzel dünyadan geliyordu yine bizim Topraklar kanama çalışan kesimden değil o yıllarda kadın çalışamazdı Zaten her şeye sahipti eşine Şehit olarak kayboldukları tüm varlığın yarısından fazlasına 2 bıraktığı gölge kurallarını getirmişti fakat kendini Arap harfleriyle yazılmış kitaplara vermişti Osmanlı İmparatorluğunun resmi dili osmanlıcaydı ama kullandıkları alfabe Arap alfabesiydi ve çok ilginç bir durum olsa gerek oğluna isim koyma hakkına sahipti daha doğrusu oğullarına ismini anne baba ortak olarak koydular falan filan oğlunu çok haklı neredeyse hiç görmedi Köpekteki yılları Arap tadılar arasında geçti yıllarıysa yatılı okullarda askeri okullarda zaman göz açıp kapatıncaya geçmişti savcı hanım gözleri Hiçbir gün Velet dünyaya getirmiştim günün birinde karşısında dimdik çenesinde iki seveceğinin arasından 3 4 tel kıl çıkmakta olan ve kendine tepeden bakan Arap alfabesini iyi kullanan ve zenginlik hayatı ile yanıp tutuşan gerçek bir delikanlı olmuştu sadece hemen yaşadığı gibi ölmüştü ev hanımı olarak az kişi farkına varmış öldüğünü oğlu eğitim için istanbul'daydı cenazesi için gelmişti sohbet ortamlarında bulunmuş ve başkenti görmüş bir adam olmuştu artık Osmanlı'nın büyük başkenti rüyalar şehri ya da diğer adıyla şehirlerin sultanı İngilizlerin Fransızların ve bütün yabancıların hala altında olan bir şehir açık renk ahşaptan bastonu düzgün fese o günlerin son modası bağlanmış kravatı ve ince bıyıkları vardı ihtiyar marangoza en güzel tabuta sipariş etmişti marangoz da ömründe ilk kez böyle bir fırsatı yakalamıştı hayatından biri 250 liraya açmış diğeri dizilerin üzerinde sessizce Ağlamakta olan iki kişi bahçede dikilmişti terziye gidip kendisine 3 tane siyah kumaştan 3 takım elbise diktirmiştim o yıllarda Nizip köyünde sadece 3 tane tarzı vardı sonra bir gün yeniden geldi ciddileşmiş ve babası gibi Savcı olmuştu Oğlan annesinin tabutuna yeterli diyen bir ifadeyle bakmış treni kaçırma korkusuyla apar topar giden sıkıcı bir gerekçe geldi artık sanki onu kırarım içine dönmesine neden olan bir şeyler olmuştu Ama kimsenin nedenini öğrenmemişti ihtiyar sadece karısından 8 yıl sonra ölmüştü çiftçiyi paylaşmaya Hatta belki de kapıya koymak üzere çektiklerinden birine giderken ani bir kriz yakasına yapışmıştı onun nisan ayı başlarında Bizim buraya özlüyor diyor yaran yağmurların yapışkan yağmurlarının yüksekliği toprağın üzerinde epeyce kalın bir çamur katmanının üzerinde ağzı açık ve yüzükoyunlu miktarda Sonuçta geldiği yere dönmüştü döndü tamamlanmıştı parası pek işine yaramamıştı bir köylü olarak doğmuş köylü olarak ölmüştü oğlu o zaman tam anlamıyla yalnız kalmıştır büyük Evde Tek Başına İnsanlara tepeden bakmaya devam ediyordu ama bence az bile yapıyordu güzel kıyafetleri ve tek bakışları ile çarptım gençliğimi mazide kalmış artık yaşlanmaya başlamıştı işi tüm vaktini alıyor orada ihtiyarın zamanında evde altı parçadan bir bekçi bir aşçı 4 Arap O da hizmetçisi ve bir şoför çalışırdı doktorlara hizmet eden Bu kabile kışın evliliklerle suyun donduğu çatı katındaki ortak bir alanda köpek olarak alıyorlardı sadece her birine teşekkür etmişti düğünde değildi her birine bir tavsiye mektubu lazım sanmayacak miktarda para vermişti sadece ister istemez O da hizmetçiliğini de istemiyor Arap aşçı ile neşeli karısının tersine gittilerken görmediğimiz Bu yüzden de ciddi dediğimiz kocasını tutmuştu gittiği ufak tefek bütün işlerde ve bakımla ilgilendiğinden hiç boş durmazdı çift dışarıya pek çıkmaz sesleri işitilmezdi Eğer uykuda gibiydi kulelerden birinin çatısı akıyordu sarılmasına izin verilen büyük bir sarmaşığın dalları panjurların çoğunu örtüyordu bazı köşe taşları soğuktan çatlamıştı hem insanları gibi yaşlanıyordu Savcı hiç misafir ağırlamazdı herkese sırtını çevirmişti Her cuma Çarşı camisindeki duaya katılıyordu koca bir çınar gövdesinden yapılmış oturağa aile isimlerinin baş harfi kazınmıştı hiçbir Cuma namazını kaçırdığını görmedik İmam vaaz sırasında savcıyı karşısında büyük bir adam ya da yardımcısıymış gibi gözüyle düzeldi namaz sonunda girişten fesliler çıkarken İmam Cami avlusuna kadar ona eşlik ederdi ezanların peş peşe yankılanan sesleri altında Savcı parmakları sigara ağırlığı kadar ince bir kadının ülke kadar zarif ellerine merdivenlerini geçirir Bu esnada Havadan sonra sohbet ederdi ve tonları biriyle ruhları tanıyorum bir yeri görevini yerine getirmek isteyen iki adam iki gibiydi görev yerine getirilmiştir sadece evine dönerken herkes onun ne kadar yalnız olduğu konusunda hakem keserdi bir gün sabah fabrikasının müdürlerinden birini geniş Algıladığı Evine kabul etmenin haricalarına tatmıştı protokol yerine getirildi eğilmeler ve sesler havada uçuştu Sen anlaşmalar müdür kabul edilmişti sevimli Şişko bir Kürt soyluydu Kadır kıvırcık favorileri bastı bacakları paltosu kareli pantolonu kırmızı kravata işlemeleri bordo renk dese ve cilalı botlarıyla Bir Roman centilmeni Gibi giyinmişti Her neyse elinde çay için gerekli tüm malzemelerin olduğu bir tepsiyle gelmiş ve onlara servis yapmıştı Arap hizmetçi sonra da ortadan kaybolmuştu müdür sohbete başlamıştı Her zamanki gibi pek konuşmayan hiçbir yani sigara kullanmayan gülmeyen sadece terbiyeli bir şekilde Dinlemek de yetenen biri gibi davranmıştı bir yere Bin Dereden Su getirmişti 10 dakika kadar futboldan konuştular İngilizler tarafından bulunan yavaş yavaş insanları esir eden futbol adındaki yeni oyundan ardından keklik avında konuştular tütünden beri Gaziantep mutfağından 45 dakika önce geçmiştim müdür tam havalardan dolayı açacakken sadece diğeri fark etsin diye yavaşça saatine bakmıştım müdür durumu anlamış öksürmüş elindeki fincanı bırakmış bir daha öksürmüş fincanı yeniden almış En sonunda sadece gelmişti Ondan bir istekte bulunacakmış ama nasıl söyleyeceğini pek bilmiyormuş biraz tereddüt ediyormuş esasında kaba olmaktan çekiniyormuş
Fransız askerleri için kalacak yer bulmakta sıkıntı yaşanıyormuş bu yüzden bu büyük evde Fransız askerleri Pansiyon olarak kalabilirlermiş tabii yüksek bir rakam ödeyeceklermiş Burası için ve herhangi birini yerleştirmeyecekler mi söze mutlaka terbiyeli sakin iyi yetişmiş ve mesafeli kişiler olacaklarmış bunlar çocuksuz Şef yardımcıları gibi mesela müdür söz vermiş ve botlarının ve de işte senin altında kurdelen kurdeşen dökmüş sonra da susmuş beklemiş ayağa kalkmış bahçeye göğsüne çökmekte olan ses Sevdalandım savcının yüzüne bile bakmayı cesaret edememiş Sessizlik oldukça uzun sürmüş müdür o anda çakışından pişmanlık duymaya başlamış ki Savcı dönmüş ve teklifi kabul ettiğini söylemiş bu kadar basit memnun olmuş bir seste öteki kendine gelememiş ayağa kalkmış kökezlemiş bir şeyler gebermiş bin bir türlü Teşekkürler etmiş geri geri yürümüş ve ev sahibine fikrini değiştirmek fırsatını vermemek için hemencecik ortadan kaybolmuş Savcı neden teklife kabul etmişti Belki de sadece müdür bir an önce çekip gitsin Ve onu sessizliği ile baş başa bıraktım diye yapmıştı onu ya da belki ömründe ilk kez birinin kendisinden idam ya da af dışında bile istekte bulunmuş olması hoşuna gitmişti aşağı yukarı 19 00 ya da 1901 yıllarıydı oldukça uzun bir zaman önceydi Tabii ki Ayşe bu senin hangi yaşamına göre söz ettiğimize bağlı olarak değişir Eğer 1982 yılındaki Necip Erdoğan'ın sınıf arkadaşı olan Ayşe oğuz'dan bahsediyorsak 80 yıl önce diyebiliriz ama 1921'deki yaşamına göre daha kısa bir sürede elbette fabrika bahçedeki evin onarım masraflarını karşılamıştı yaşlı bir asma gibi Rutubet Evin her tarafını yiyip bitirmişti oraya o güne kadar ihtiyaç duyulmayan Eşyalar da koyulmuştu şimdi küçücük Nizip çayından nasıl o kadar Rutubet oluşabilir diyebilirsin ama Nizip çayı 2000 yılındaki kurumuş şeklinde düşünme 100 yıl önce o Çayda insanlar yüzerdi ve çok şiddetli Akardı küresel ısınma ve sanayileşmenin yarattığı kirlilik bu doğal su kaynağını bitirme noktasına getirdi işe yaramayan pek çok şey çekmeceleri eksik dolaplar fare kapanları adeta yarım ay andıran Paslanmış ince tırpanlar taşlar tuğlalar kiremitler bir at arabası kullanılmayan oyuncaklar et keserleri hep kütüklere hep yumakları bahçe aletleri yırtık pırtık kıyafetler yemeniler ve sayısız koyun kellesi bu koyun kelleleri evin kapısına asıldığı zaman nazardan korunduğu düşünülürdü ihtiyar böyle şeylere düşkündür oğlu da her ne kadar kafaları o Çokça da bu koyun kellelerini görmekten hoşlanmazdı bütün kaba işler sonrası ince işler için Antep'ten yatırılan bir mimar bu işlere yoluna koymuştu askerler İnşaat geçer gitmez taşındı artık Kimse kaç asker geldiğini saymıyordu hepsi birbirine benziyordu hepsi zenci halka Şirin görünme küçüğün hasbakanın mavi öne kurban ve umduğunda boyu kadar tüfeği olan ve ucunda süngüsü parlayan Fransız askerleriyle Hepsi devşirmeyi de insanlar Hepsine aynı şekilde hitap ediyordu Hey işte zenci Fransızlar geliyor oldukça genç ve iri kıyım delikanlılardı askerlerin hepsi Sabah 6'da kalkar sayım yapılır sonra sabah sporuna başlarlardı savcının hayatı değiştirilemez bir ritüele dönmüştü her hafta karısının mezarının bulunduğu mezarlık ile Gaziantep'te bulunan Adalet Sarayı arasında dikkat ettiği yol dışında neredeyse bir hayalet gibi kapandığı evinde yaşıyor Etrafında ilerlemekte olan dünyadan Kendini tamamen soyutluyor ve zamanla kadın kabına çekiliyordu yaşı ilerliyor ama görüntüsü değişmiyordu her zamanki gibi insanı uykudan ciddiyetini ve bir Yüzyıl kadar yoğun olan sessizliğini koruyordu sesini duymak isteyenin herhangi bir davaya katılması yeterli oluyordu sesi oldukça yumuşak davaları oldukça fazlaydı bizde suç pek çok başka yerden daha fazla işlenir Belki de bunun nedeni kışların uzun geçmesi içine sıkıntılı olmasıdır ya da yazların aşırı derecede sıcak geçmesi ve damarlarındaki kanın buharlaştığını hissetmemizdendir insanlar saatini söylediklerini her zaman anlamıyordu o eğitimliydi insanlar ise Eğitim almamışlardı okuma yazma oranı çok düşüktü aralarında pek çok çevreden insan vardı ama Ender olarak nüfus duydular genellikle işe yaramaz kişilerde esnaflar pancar suratlı köylülerle yan yana sıralanmıştı küçük işletmeciler güneşten önce uyanarak bütün cemaatten Sonra gelmiş kıyafetleri yıpranmış kör ayetleri okurlarda Aslında Hepsi İki bıyıklı görevlinin arasında resimleri andıran o adamlar gibilerdi Eminim bunu içten dışlar farkındaydılar bunu itiraf etmeseler de farkındaydılar ve İşte bu nedenle karşılarındaki Ne o kadar kin ve katalogla yaklaşıyorlardı yargılanan kendileri olabilirdi ama karşılarındaki hattında kötü kaderine kurban olmuş bir kardeşleriyle mahkeme salonunda savcının sesi duyulduğunda salondaki Herkes bir aynanın karşısındaymış gibi yakasına paçasını düzelterek Kendine çeki düzen verirdi birbirine Bakanlığı nefesini tutan bir salon dolusu insan düşünün dava ne olursa olsun ya da suçlu Her kim olursa olsun mahkeme kararı iki sayfadan fazla tutmazdı savcının yöntemi Aslında selamlaşma kadar basitti şaşaalı laflara yer yoktu cinayetin ve kurbanın soğuk tasvirini yaparken hiçbir ayrıntıyı atlamazdı çoğunlukla doktorun hazırladığı rapor hiç elinden düşmezdi ve buna çok güvenirdi onu sadece Okumakla yetinir en çok yaralayabilecek Kelimelerin üstüne vurgusunu yapardı en ufak bir yarayı en ufak bir doğramayı en küçük bir bağlamayı ya da herhangi bir karın deşilmesine dillendirirdi katılımcılar birdenbire çok uzakta sandıkları bu karanlık manzarayla burun buruna gelirlerdi Böylece kötüye ve onun şekil değiştirmiş haline Tanık olurlardı sık sık insan bilmediği şeyden korkar gelir Ben ise daha çok bir gün önceki bilmediğimiz şeyi öğrendiğimizde korkunun içimizde filizlendiğine inanıyorum işte savcının Sırrı da buydu umursamazların yüzüne asla yaşamak istemeyeceklerini sıradan ya da önemsiz şeylermiş gibi çarpıyordu gerisi kendiliğinden geliyordu Zafer kaçanılmaz olurdu artık mahkumun idamını talep edebilirdi yürüyeleri de adamın kellesini ona göre Gümüş tepsiresini yollarda ardından Çarşı caminin karşısındaki kebapçıya yemeğe girebilirdi darağacına biri daha Savcı Bey derdi onun masasına kadar eşlik eder ve bir Kralı hizmet ediyormuş gibi davranırdı Savcı en çok yağlı etten yapılmış kebabı sererdi eti mutlaka ekmeğe sarar bol soğan koyar ve iştahı ısırırken alttan yağların tabağı damlamasına bayılırdı sabah kahvaltıda bile tencerede eritilmiş kuzu yağını ekmek batırıp bol tuz dökerek büyük bir iştahla ısırırdı diğer yargıç kebapçıda onu Selamlar o da karşılık verirdi İkisi de birbirinden 10 metre mesafede otururlardı İkisi de kendi masalarındaydılar hiçbir zaman konuşmazlardı o o sırada çoktan bir yerde bir bıçak bileylenmeye idam sefası kurulmaya başlanmış olurdu Savcı yeteneği ve servetiyle başka yerlerde yükselebilirdi ne demeye tüm hayatını Nizip köyünde geçirmişti ki Demek istediğim Burası gibi önemsiz bir yerde yıllarca hayatın bizleri uzakta çalan bir melodi gibi geldi bu diyarda kalmak istemişti 4 yıl boyunca güzel bir tabağa Hasret ve darmadağın olmuş Bu kasabada eski zamanların artık var olmayan kıyafetlerini taşıyordu üstünde yıllar geçtikçe solgunluğu silinmişti üstünden geçilen vernik sayesinde yanaklarında hala tatlı bir pembelik vardı Savcı bu Kebapçı dükkanının duvarındaki resmime bakıp hayallere dalmıştı Her gün biraz daha yıpranmış çökmüş ve ağırlaşmış olarak onun önünden geçiyordu Her ikisi de Gün geçtikçe birbirinden biraz daha uzaklaşıyordu ani ölümler güzel olan her şeyi beraberinde götürse de onlara aynı zamanda hiç değiştirmeden saklar işte ölümün nasıl yüceliği de burada yatar ölüm demişken aklıma sürekli ölümlerden bahseden bir Türk Şair geldi ismi Cahit Sıtkı Tarancı sen 1920'de birdeki ilk hayatında onun adını duyamazsın 1982'deki ikinci hayatında Eğer bir kitap kurdu olsaydın ve şiiri çok sevseydin duyabilirdin Ama şu anda Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki 3 hayatında onun adına duyman imkansız çünkü dünya çapında Bir şaire değil ama çocukluğunda babası ayağına ip bağlayıp onu yüksekten sarkıttığı için ölüm korkusu her an her dakika kalbine sarmış ve yazdığı her mısrada ölümden bahsetmiştir Eğer demiştir işe giderken şu yokuşa çıkarken çektiğim eziyet öbür dünyada yoksa ölmek Hiç de fena bir şey değildir ve çok sevdiği sevgiliye şu şekilde hitap etmiştir Eğer bir gün ölmüşsem bil ki kabirde böbreklere senin güzelliğini ezberlettiriyorum ve ahiret günü yollara düşmüş seni arıyorum sen bir ekmek gibi su gibi nimettensin nimettensin sabret zamanın geçişine bir pencerenin arkasında Hiçbir şey yapmadan bir tahta sedirde ya da bir tahta iskemli'ye oturarak seyretmeyi seviyordu Tıpkı önüne mesaj de ki bir şey yapmadan oturalım köy ağası gibi ismi neydi hatırlayabildin mi hoplama oldu zannedersem Evet Tıpkı ablam o gibi sürekli oturuyordu Bunca Yıldır anlamaya çalışıyor ama bir başkası kadar akıl yürütemiyor olayları yok diyor içinde kayboluyor ve dört dönüyordum başlarda davadan önce Savcı benim için sadece bir resim bir görev bir servet her hafta en az iki kez ya da 3 kere karşılaştığımda sesimi çıkarıp selamlamam gereken bir yüzden ibaretti Ama tüm bunların Ardında yatanlar Aman Allah'ım o zamanlardan biri bu hayaletle yaşadığım için Savcı Bana artık Eski bir tanıdık bahtsız bir akraba Hatta Kendimden bir parça almış gibi geliyordu Böylece konuşması ve ona o soruyu sorabilmek için yeniden Yaşatmaya çalışıyordum onu tek bir soru bazen de kendime boşuna zaman harcadığımı söz konusu adamın bir ses perdesi kadar düzenli olduğunu bin gecem de olsa bu işin içinden çıkamayacağımı söyleyip duruyordum ama şimdi çok zamanım var sanki bu dünyada yaşamıyorum artık benim olmayan bir tarihin çal kamplarını yaşıyorum yavaş yavaş bundan sıyrılıyorum 1921 yılı halk İsyan çıkarmıştı Fransız askerlerine karşı gerilla taktiği kullanılıyordu Kamil adındaki küçük bir çocuk annesiyle birlikte sokakta yürürken bir Fransız askeri annesinin peçetesini zorla açtığı için Kamil sinirlenmiş askere saldırmıştı ve asker onu hemen süngüreyerek Şehit etmişti İşte bu olaydan sonra halk bağımsızlık ateşini kalbinde hissediyordu ve Osmanlı ordusundan bir asker olan Şahin Bey Kilis yolunda Fransız askerlerini durdurmak için son koşullarına kadar savaşmış ve şehit olmuştu Diğer taraftan Kara Yılan adında bir gerilla halkın gözünde bir kahramandı özgürlük için savaşan bir mücahitti Habeş efendi'de Kara yılanın ünlü yardımcısıydı.
Kadın fabrikası Her zamanki gibi çalışmaya devam ediyordu yaz kurulu bir saat gibi yurttaşların beyinlerinde olduğu kadar çardakların altında da fokurdayarak kendini hissettiriyordu insanlar Eylül ayı geldiğinde Asma yapraklarını toplar ve olgunlaşmamış üzümlerde toplayarak baharat katar ve bol acıyla iştahla yerlerde buna o bölgede terlemeye denirdi özellikle tıka basa doygunluk gecelerinde saça kapanın verdiği ağırlıkla hazımsızlık yaşanırdı bizde olduğu kadar başka yerlerde de gittikçe derinleşen eğiltihaplanan yaralar zor kapanacaktı Karşılıklı sevgi ve anahtarlıkla tüm bir ülke bir diğerinin pençeleri arasına atmaya hazırlanmıştı babaları oğullarına Oğullar babalarına teşvik ediyordu Kahramanmaraş'ta Türk bayrağı bir Fransız subayıyla dans eden Ermeni kızın ricası üzerine indirilmişti o Cuma günü vaaz vermek için görev yerine gelen imam Maraş bize mezar olmadan düşmana Gülizar olmaz dedi Gülizar lale bahçesi demektir bayrağımız gökte özgürce dalgalanmadıkça kıldığımız cuma namazının bir anlamı yoktur özgürlüğümüz için savaşmalıyız her kim ki Mustafa Kemal ve askerlerine karşıdır bilin ki o kişilerde kafir kanı Akar İşte bu sözler halkı Kale Han'a getirdi namaz çıkışı halk Fransız bayrağına doğru yürüyüşe geçti ve bayrak indirilmek zorunda kaldı Küçükköylü Savaşı duymuş ama katılmamıştı ama şaşılacak bir şey onu gerçekten de yaşadı diyebiliriz Erkeklerin hepsi fabrikayı döndürüyordu ona ihtiyacımız vardı tepeden bir Emir gelmişti Ender görülen cinsten hoşgörem öldü bu Bilmem nereden hangi önemli şahsiyet ayrımcılık yapmış ve tüm müşrikleri askerlikten muaf bırakmıştı Böylece 800 zaten mavi ufuklardan ve patlayan kırmızılıklardan uzak kalmıştı diğerlerinin gözünde artık Erkek olarak görülmeseler bile bu adamlar her sabah sıcak yataklarından kendilerine dolanmış bir koldan çamurlu ancaklerden ceset taşımak için değil değerli arabalarını itmek için kopartılacaklardı havan topunu vermelerinin korkunun acı çeken 20 adım ötelerinde dikenli tellere takılıp ölen arkadaşlarından ölü bedenleri kemiren sıçanlardan uzakta kalacaklardı Bunun yerine gerçek ve basit olan hayatı yaşayacaklardı sabahlar seslerin arasında tüten bir hayale değil güven veren uyku ve kadın kokan insanı kucaklayan bir hayata doğacaktı şanslı piçler diye düşünüyordu ne kahret dönemindeki tek gözü kör bir ayağı topal kötürüm deşilmiş parçalanmış zehirlenmiş ve doğranmış askerler ne zaman ellerinde çuvallarla yoldan geçen pancar yanaklı bir işçiyi görseler konu sarılı ya da takma bacaklı olanlar bazıları onların yanından geçtiklerinde yere tükürüyordu deli Erdal da onlara bakıp uzaktan gülüyordu bundan çok daha azı için beni nefret besleyebilir insan herkes eşit değildi yaşı gelmiş birkaç köylü cephedeki ellerini Elbette ki almıştı bazıları Çok yakında inşaatına başlanacak bir anahtarı resimlerinin yer alacağından habersiz ailenin küçüğü olarak gururla yola çıkmıştım veya akıllarda gerilecek bir gidiş daha olmuştu inanılması güç bir resimde okul öğretmenimiz bizim bu aradan değildi Onun için bir Kur'an talep edilmişti çocukları ağlamasına neden oldukça duygusal ve saf dışı arkadaşlarım içeriden belediyeye ona bir tütün tabakası ve çok kravat hediye etmişti deriden yapılmış bir kutudan İpek kağıtlara sarılmış bu merdivenleri çıkarıp anlamsızca bakmadan hemen önce onlara ne yapacağını doğrusu düşünmeye başlamıştım bile ona ne oldu bilemiyorum ölmüş sakatlanmış ya da o dört yıl boyunca sapasağlam hayatına devam etmiş olabilirdi her ne olduysa buralara bir daha geri dönmemişti Tıpkı Cengiz AYT makovin ilk öğretmenim romanındaki ünlü öğretmen dövüşen gibi öğretmen bir kız çocuğunun okuması için elinden geleni yapmış sonra savaşa git diye söylenmiş ve ortadan kaybolmuştu dedi kız çocuğu büyüyor köyüne geri döndüğünde Her yerde onu aramış bir tren garında onu gördüğünü sanıp aniden trenden inmiş ve ona koşmuştu ama yine de onu bulamamıştı onu anlıyorum Savaş sadece kürekler dolusu ölüme neden olmamıştı aynı zamanda Dünya ile hatıralarımız arasına girmişti sanki önceden yapacaklarımız artık elimizde bir daha cesaret edemeyeceğiniz eski ve cebinde örneklerinde bulunan Cennette yer alıyor oradan onun yerine artık değişmemek üzere bir başka öğretmen tayin edilmişti Özellikle o deli bakışlarını anlatıyorum gözleri gece beyazının tam göbeğinde çelikten iki gece gibiydi sınıfını göstermeye gelen belediye başkanına birdenbire muhalifim demişti ona buradan anne muhalefetle kavga takılmıştı Çünkü o padişahın ve muhalifti ıslah olmaz Bir Kuvayi milliyeciydi şaka bir Mustafa Kemal taraftarıydı tek bildiği kelime özgürlüktü muhalif olmak güzel bir şeydir hiçbir zaman anlayamadık zaten 3 ay her şeyi çözmemize yetmiş çarpmıştı bile adamın dengesi Şüphesiz bozulmaya başlamıştı bazen ağzı ve diliyle makineli tüfek sesi çıkartıp Deresi yarıda kesiyor bazense patlayan bomba taklidi yaparak kendini yerden yere atıyordu Böylece hareketsiz yerde yatıyordu delilik herkesin kabul görebileceği Bir Rüya değildir Sonuçta gençliğinde Çanakkale'de savaşmış ve psikolojisi oldukça bozulmuştu her şeyi hak etmek gerekir şu Oysa ailenin kralıydı Dümenin başında tek başına kıyıya yanaşmaya çalışan şakasına atmış Bir Kaptan andırıyordu her akşam Nizip çayı boyunca geziyor kendi kendine konuşuyor çoğu zaman kimsenin anlamadığı sözler de veriyordu araya yeniden seç olarak bir elinde bir zeytin ağacının dalı bütün dışın görünmez bir düşmandan mücadele ediyordu şiddetli top atışlarının olduğu bir gün çizmeyi aşmıştım kuvvetli bir rüzgar altında dalgalanan Su Gibi her 5 saniyede bir camlarımız langırdıyordu havaya yoğun bir Barut Kokusu ve hayvan Neşe kokusu hakimdi evlerimizin içine kadar ulaşıyordu bu koku nemli bezlerle pencere pervazlarını kapatmak zorunda kalmıştık Veletler daha sonraki günlerde Vay Kuvayi Milliye'nin başını saatlerce iki elinin arasına aldığını ve Yaklaşık 5 saat kadar onu patlatacak kadar sattığını anlatmışlardı asasının önüne geçtikten sonra bir yandan Maaşlar söylemiş Diğer yandan sistematik bir şekilde Tüm kıyafetlerini çıkarmış Tıpkı herhangi bir anadan do
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.