Bu kitap, bir anda şehir merkezine konulan bombalı saldırıda hayatını kaybeden bir yasak aşkın hikayesidir. Son cümlesini bile söyleyemeden...(Gerçek hikayedir)...
Haftalar süren o sağır edici sessizlikten sonra, stüdyonun telefonu değil, cebimdeki ankesörlü kartları tükettiğim o günler bitti. Bir gün, gizli bir numaradan, nefes nefese bir ses geldi. "Beşiktaş İskelesi," dedi Tutsak. "Yarın öğlen. Sadece bir saatim var." . Sesindeki telaş, kalbimdeki ritmi bozmaya yetti. Nasıl tanıyacaktık birbirimizi? Yüzümüzü görmemiştik. Ben onun için bir ses, o benim için bir nefesti . Klasik, Yeşilçam filmlerinden fırlama o eski usul yöntemi seçtik: "Yakana kırmızı bir gül tak," dedi. "Ben seni bulurum.". O gece sabah olmadı. Gömleğimi ütüledim, en düzgün ceketimi giydim. Çiçekçiden o kırmızı gülü alırken ellerim titriyordu. Kendimi aptal gibi hissediyordum ama bir yandan da bu klişenin romantizmine sığınmıştım. "O kalabalıkta," diyordum, "Kırmızı gülüyle bekleyen o 'tek' adam ben olacağım. Ve o beni hemen tanıyacak." . Beşiktaş İskelesi. Mahşer yeri gibi. Vapurlar iniyor, motorlar kalkıyor. Martı çığlıkları, simitçi bağırışları... Kalbim boğazımda atarak indim meydana. Yakamdaki gülü düzelttim. Dik durdum. SonŞair'e yakışır bir vakur duruşla beklemeye başladım . Sonra... Gözüme biri takıldı. İskelenin diğer ucunda, direğin dibinde bekleyen bir adam. Yakasında kırmızı bir gül. "Tesadüf," dedim. "Olabilir." . Başımı çevirdim. Büfenin önünde, elinde gazetesiyle bekleyen başka bir adam. Onun da yakasında kırmızı bir gül. Biraz ileride, bankta oturan genç bir çocuk. Gül takmış. Saat kulesinin altında, takım elbiseli bir başkası... Gül takmış . Gözlerime inanamadım. Bir, iki, üç... Saymaya başladım. Tam sekiz kişi. Beşiktaş İskelesi'nde, birbirinden habersiz, aynı anda, aynı yöntemle, hiç tanımadıkları "Tutsak"larını bekleyen sekiz şaşkın erkek. Trajikomik bir aynalar galerisi gibiydi. Hepimiz birbirimize bakıyorduk. Gözlerimizde aynı soru işareti: "Acaba senin beklediğin de benimki mi?" Yoksa bütün İstanbul o gün, aynı aşk romanının aynı sayfasını mı okuyordu? . Şehir bizimle dalga geçiyordu. Biz kendimizi "özel" sanıyorduk. Aşkımızı "eşsiz" sanıyorduk. Oysa biz, şehrin yalnızlık frekansında parazit yapan, aynı kanaldan yayın yapmaya çalışan acemi telsizcilerdik . Tutsak geldi mi? Bilmiyorum. Belki geldi, uzaktan baktı. O kırmızı güller tarlasını, o sekiz şaşkın adamı gördü. Hangi gülün "kendi şairi" olduğunu bilemedi. Korktu. Ürktü. Ya da bu kalabalık komedinin içinde kendi trajedisini harcamak istemedi . O gün buluşamadık. Ben yakamdaki o gülü, o utançla karışık hayal kırıklığıyla çıkarıp denize attım. Diğer yedi adam hala bekliyordu. Ben eve dönerken anladım ki; aşkta bile "özgün" olmak gerekiyordu. Klişeler, kalabalıkların sığınağıydı ve biz o kalabalıkta kaybolmuştuk . Beşiktaş'taki o "kırmızı güller" fiyaskosundan sonra telefonda gülüştük ama sesindeki korkuyu hissettim. "Artık oyun yok," dedim. "Güller, iskeleler, kalabalıklar yok. Bu sefer sen geliyorsun. Ama saklanacağımız bir köşeye değil; sesin merkezine."
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.