Adıyaman'da Kayıp Hikâyelere Yolculuk
Adıyaman'ın kadim topraklarında, taşın ve zamanın derinliklerinde saklı kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş gerçek hayat hikâyelerinin izini sürüyor. Bu eser, Nemrut'u...
Kaya tuzu kokan loş bir hava, binlerce yıllık sessizliğin fısıltısıyla birleşiyordu Perre (Pirin) Antik Kenti'nin kalbindeki o meşhur kaya mezarlarında. Adıyaman'ın güneydoğu eteklerinde, Kommagene Krallığı'nın kutsal saydığı bu topraklar, bir zamanlar hayatla dolup taşan, suyunun güzelliği dilden dile dolaşan görkemli bir şehre ev sahipliği yapmıştı. Ama şimdi, en büyük nekropol alanı, sessizliğin ve taşın hüküm sürdüğü bir dünya olmuştu. Hikayemiz, Perre'de çobanlık yapan, ince, uzun boylu, gözleri ufuk çizgisine kilitli bir genç olan Arin'in etrafında döner. Arin, çocukluğundan beri bu kayalara oyulmuş mezar odalarında, dehlizlerde dolaşır, taşın soğukluğunda kaybolmuş ruhların hikayelerini dinlerdi. Özellikle de bir mağara vardı ki, Arin'in kalbinde hep merakın ve hafif bir korkunun karışımıyla yer ederdi. Burası, diğerlerinden daha derin, daha girift tünellere sahipti. Halk arasında, mağaraların bu en karanlık dehlizinde, kaybolmuş bir Kommagene prensesinin 'Ebedi Uyku Odası' olduğu fısıldanırdı. Prensesin, şehrin suyunun kaynağı olan sihirli bir tası da yanında götürdüğüne ve tasın sadece en saf kalpli kişiye görüneceğine inanılırdı. Bir yaz öğleden sonrası, kavurucu sıcaktan kaçmak için mezar odalarından birine sığınan Arin, daha önce fark etmediği, otlarla gizlenmiş dar bir yarığı fark etti. Merakı korkusuna baskın geldi ve dar yarıktan süzülerek içeri girdi. Nefes aldığı hava aniden nemlendi, taşın kokusuna tuhaf, tatlı bir bitki kokusu karıştı. Yarığın sonunda, ay ışığının bile giremeyeceği kadar karanlık, geniş bir oyuğa çıktı. El yordamıyla ilerlerken ayağı bir şeye takıldı. Eğildi, taşın soğukluğunu hissetti, eline aldığı cismin yumuşak dokusuyla şaşırdı. O, binlerce yıllık kumaş parçalarıyla örtülü bir mezar odasıydı. Tam ortada, taş bir sunak üzerinde, güneş ışığı görmemiş gibi parlayan, ince işlemeli tunç bir tas duruyordu. İşte, efsanenin bahsettiği Prenses'in sihirli tası! Arin tası eline alırken titredi. Kalbi saf bir merakla doluydu, ne hazine ne de güç hırsı vardı içinde. Sadece efsanenin gerçekliğini görmenin şaşkınlığı. Tam o anda, mağaranın derinliklerinden, sanki taşın kendisi konuşuyormuş gibi bir fısıltı duyuldu: "Saf kalpli çoban... Sudan uzak tut beni. Suyum, sadece o dirilttiğinde akmalı..." Arin'in aklı karıştı. Efsaneye göre tas, suyun kaynağıydı. Neden sudan uzak durmalıydı? Fısıltı kayboldu, odaya yeniden derin bir sessizlik çöktü. Arin, tası alıp aceleyle dışarı çıktı. Ertesi gün, güneş doğarken, Arin tası Roma Çeşmesi'ne götürmeye karar verdi. Suyun kaynağı olan bu tası ait olduğu yere götürmek en doğrusuydu. Tam tası çeşmenin mermer havzasına daldıracakken, tası eline aldığında duyduğu fısıltı zihninde yankılandı: "Sudan uzak tut beni!" Duraksadı. Çeşmenin suyu, yüzyıllardır aktığı gibi berrak ve gürdü. Tasın suyun kaynağı değil, bir anahtar olduğunu hissetti. Ama neyin anahtarı? O gece rüyasında, Kommagene Kralı'nın görkemli bir törenle o tası, büyük bir tapınakta bir kayanın dibindeki yarığa yerleştirdiğini gördü. Kral, "Bu tas, Büyük Kuraklık gelene kadar uyuyacak. Sadece saf kalp onu bulacak ve onu kutsal tohumla birleştirecek. O zaman Perre'nin ruhu tekrar yeşerecek," diye fısıldıyordu. Arin uyandığında ne yapacağını biliyordu. Koşarak kayalıkların en yüksek noktasına, eski Kommagene tapınağının kalıntılarına tırmandı. Kalıntıların arasında, rüyasında gördüğü, neredeyse fark edilmeyen bir yarığı buldu. Kalbi hızla çarpıyordu. Tunç tası yarığa nazikçe yerleştirdi. Tas, yarığa tam oturduğu anda, gökyüzünü çınlatan derin bir gümbürtü duyuldu. Ardından, taşın kalbinden, tapınağın tam altından gürül gürül bir ses yükseldi. Bir anda, Roma Çeşmesi'nin suyu, daha önce hiç olmadığı kadar coşkun akmaya başladı. Ama sadece bu da değil; çeşmeden çıkan su, kayaların arasından kendine yeni yollar bularak, yüzlerce yıldır kurumuş olan vadilere can suyu taşıdı. Perre'nin eski ihtişamını, bereketini hatırlatan, toprağı yeşertecek o kutsal su geri dönmüştü. Arin, tapınağın tepesinden, aşağıda coşkuyla akan suya, uyanan toprağın kokusuna baktı. O, hazine değil, sadece hatırlatıcı olmuştu. Perre'nin ruhu, binlerce yıllık uykusundan uyanmıştı ve Adıyaman'ın kalbindeki o taş kent, yeniden hayatla dolmaya hazırdı. Arin ise, artık sıradan bir çoban değil, antik kentin sessiz bekçisi ve canlanışının ilk tanığıydı....
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.