Adıyaman’ın tozlu yollarında başlayan bir saflık hikâyesi... ve uluslararası bir dolandırıcılık labirenti.
Abuzer, hayatı traktörü, tarlası ve hayvanlarından ibaret, kalbi temiz bir köylü vatandaştı....
Abuzer ve İmitasyon Hazine Bölüm 2: Harita ve Şeytanın Teklifi Adıyaman’ın o boğucu yaz sıcağı, yerini toprağın dinlenmeye çekildiği, bereketli bir sonbahara bırakmıştı. Aradan tam beş ay geçmişti. Beş ay boyunca Abuzer tarlasını sürmüş, hayvanlarıyla ilgilenmiş, hayatının monoton ama güvenli döngüsünü sürdürmüştü. Gri sedandan, karartılmış camlardan ve tuhaf yabancılardan aklında tek bir iz dahi kalmamıştı. Ancak kader, bazen kapıyı çalmadan, en umulmadık anda, tozlu bir patikadan beliriverirdi. O sabah Abuzer, köy kahvesinin önündeki eski, demir masada çayını yudumlarken, bir yabancı yaklaştı. Bu, beş ay önceki soğuk ve keskin hatlı adam değildi. Gelen, üzerine kaliteli ama kasıtlı olarak eskimiş, haki rengi bir ceket giymiş, boynuna desenli bir şal atmış, elinde kalın, deri ciltli bir defter taşıyan, orta yaşlı, sakallı, gezgin bir araştırmacı görünümündeydi. Bu kılık, Şevket'in en sevdiği rollerden biriydi: Gizemli Bilge. "Selamun aleyküm kardeşim," dedi Şevket, sesinde babacan ve samimi bir ton vardı. "Ben Şefket. Eski eserler ve coğrafya üzerine çalışıyorum. Birkaç gündür bu bölgedeyim." Abuzer, temiz kalbiyle tebessüm etti. "Aleyküm selam. Buyur ağabey, bir çay ikram edeyim." Şevket, kabul etti. Çayı yudumlarken lafı uzatmadı, hemen asıl konuya girdi. Deri defteri açtı ve içinden özenle katlanmış, kenarları sararmış, mürekkebi dağılmış, eski bir paçavra parçası çıkardı. Bu, ustaca hazırlanmış sahte bir hazine haritasıydı. "Kardeşim Abuzer," diye fısıldadı, haritayı kimseye göstermemeye özen göstererek. "Benim eski kayıtlardan edindiğim, yüzlerce yıllık bir harita bu. Yıllardır bunun izini sürüyorum. Bana göre burası, yani senin köyün civarı, önemli bir medeniyetin son izlerini taşıyor." Şevket'in parmağı, haritanın ortasındaki belirgin bir çarpı işaretine kaydı. "İnanır mısın, harita defalarca kontrol ettim... Ve tam burası," Şevket, gözleriyle uzaktaki meşe ağacının siluetini işaret etti, "yani senin tarlan! Senin tarlanın altı, büyük bir defineyi saklıyor." Abuzer'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Neşe, korku ve inanmazlık karışımı bir ifadeyle kekeledi: "Benim... benim tarlam mı?" Şevket, kurbanının kalbine işlemeye başladı: "Evet Abuzer. Bu, senin nasibin. Senin kısmetin. Ben haritayı buldum, gerisi sana ait. Ama bu, büyük bir sır. Bunu kimse bilmemeli. Ne köy, ne jandarma, ne de devlet..." Sesi alçaldı, gözleri Abuzer'in içine işledi. "Yoksa bu hazineyi senden alırlar. Bizim aramızda kalacak." O gün Abuzer, tarlasını sürmedi. Zihni, yıllardır ektiği ürünlerden çok daha değerli bir şeyle meşguldü. Şevket’in anlattıkları, köylünün hayal gücünü harekete geçirmişti. Traktörü satıp borçları ödemek, çocuklarına daha iyi bir gelecek sunmak... Bütün bunlar, tarlasının altındaki toprakta uyuyordu. Akşam olduğunda, Şevket son kez Abuzer'e yaklaştı. "Gizlice kazacağız Abuzer. Sadece ikimiz. Sen inan, gerisini bana bırak. Bu gece mi?" Abuzer, yaşadığı heyecan ve hırsla mantığını tamamen yitirmişti. Gözleri parlıyordu. "Evet Şefket Ağabey. Bu gece..." Gece yarısı, iki silüet el fenerleri ve kazma küreklerle tarlaya girdi. Abuzer gergin, Şevket ise profesyonel bir oyuncu gibi sakindi. Tam haritanın işaretlediği yerde, meşe ağacının dibinde kazmaya başladılar. Yarım saat süren uğraşın ardından, Abuzer'in küreği metale çarptı. Tak! Şevket, "Yavaş ol! İşte o an!" diye bağırdı. Abuzer, aceleyle toprağı temizledi. Toprak altında, taş bir sandık veya küp yerine, ustaca gizlenmiş, küçük, topraklı bir kutu vardı. Kutuyu çıkardılar. Şevket, titrek ellerle kilidini kırdı ve kapağı açtı. Fenerin titrek ışığında, kutunun içindeki toprak kalıntıları arasında, beş ay önce oraya gömülen, göz alıcı, el işi imitasyon heykeller ortaya çıktı. Heykeller, antik çağın ihtişamını yansıtıyor, altın renginde parlıyordu. Abuzer'in kalbi göğüs kafesini zorladı. "Allah-u Ekber... Hazine!" diye fısıldadı. Şevket, tiyatronun ikinci perdesini açıyordu: "Gördün mü Abuzer? Nasip işte! Bunlar paha biçilmez eserler. Bunlar, ikimizin de hayatını değiştirecek!" Şevket, gözlerini Abuzer'in gözlerinden ayırmadan, şeytanın o son teklifini sundu: "Bu heykeller sende kalsın, sen bize sadece 1 milyon lira ver. Biz bu parayla yurt dışından alıcı getirelim, bu hazineyi tam 100 milyona satarız ve paraları aramızda adilce paylaşırız!"
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.