2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1701
Okunma

Hataya düşmenin çok kolay olduğu bir kentte yol alıyorum. Yarım dakika bile yalnız kalamıyorum kaldırımla. Ya bir çocuk silueti ya da bir motorlu taşıt içine gizlemiş kocaman bedenlerin arasına sıkışmış onlarca çocuk siluetleriyle geçiyor yanımdan. Çöplerden kâğıt toplayan bir bayana rastlıyorum ve kolaylıklar diliyorum. Şaşırıp teşekkür ediyor. Dört duvar arasında çalışanlardan çok daha saygın ve onların asla elde edemeyeceği kadar özgür.
Özgün olmasa da üzgün müzikler çalan sokak müzisyeni amca gözlerinde asla çözemeyeceğim bir geçmişiyle dikizliyor hareketlerimi. Kuşların sesinin tadını doyasıya alamadığım caddede amcanın ruhunu da duyamıyorum.
Aniden bastıran yağmurla birlikte bir telaş sarıyor şehri. Kaldırımlar yalnız kalmak istiyor besbelli. En yakın kapalı mekâna atıyorum ben de kendimi, kaldırımlara saygıdan.
Marketler nasıl bir icat biraz kafa yoruyorum. Milyonlarca ürün içinden yüzlercesi görüş alanıma giriyor saniyeler arasında değişime uğrayarak. Çeşitli ürünlerin üzerlerindeki sloganlara takılıyor gözlerim. Hepsi egoma hitap etse de takıntılı olduğum bir ürünü alıyorum. Değişimi mi reddediyorum yoksa inada mı sürüyorum işi bilmem. Her zaman aldığım ürünü almaya ısrarla devam ediyorum.
Küçük bir çocuk ellerini önünde kavuşturmuş, kendini tüm ikna çabalarına kapatmış bir şekilde ağlıyor. Muhtemelen istediği bir şey alınmamış, konuşmalardan anlıyorum. Ne istediğini biliyor en azından bu küçük. Elde edebilmek için savaştığı yöntem çokta mühim değil. Kendini yıpratsa da “amaca giden her yol mubahtır” öyle ya!
Gülmenin satılık olduğu bu mekânda kasiyere içten bir tebessüm bahşediyorum ve karşılığında sahici parıldayan bir çift göz alıyorum.
Marketten çıkarken kraliyet balosuna son gelen güzelmiş gibi dış dünyada muamele görme şekilleri var bir de. Dış dünya?
Küreselleşmeydi, gettolaşmaydı şu kapatıldığımız mekânlardan, aynılaştığımız olaydan bahsediyorum. Kültür birliği! Farklı olanı ötekileştirerek empati yoksulu bir birlik.