31
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2725
Okunma


Mutluluk kime yakışmazdı ki!
Onu gördüğüm anda içimdeki buzulları eriten, gözlerimin içinden derinlerime inen ve her turunda yüreğime daha sıkı tutunan bir vidaydı bakışları. Beni minicik bedeninin dibine kadar gitmeye zorladı dimdik duruşu. Onun için ne yapabileceğimi düşünerek ağır ağır attım adımlarımı. Etrafa masum bakışları yaşından beklenecek bir davranıştı ama yaşadığı hayat birkaç gömlek büyüktü ona.
Adı; hüzün bakışlı Lâl…
Kendi deyimiyle “buçuk iki” yaşında. Susuzluğa hasret teni ve birbirine yapışmış tutam tutam saçları, yaşadığımız bu dünyadan kirli değildi elbette. Yazın kavurucu sıcağında ayağına ters giydiği biri pembe diğeri kırmızı lastik botlarıyla paytak paytak yürüyüp kafa tutuyordu parktaki çocuklara. Saçlarını iki yana aldığında görebildim, zorluklarla cebelleşen ve “bir daha çocuk olmak istemiyorum ben” dercesine yüzüne mecburiyetten konuşlanmış bahar gülüşünü. Gerçek bir çocukluk istediğini anlıyordum çocukların elindeki oyuncaklara daldığında ve çığlık çığlığa “ neden benim oyuncağım yok” susuşlarında. Nasıl daldıysam ona, yanı başında düştüm yine çocukluğumdaki evimizin olduğu mahallenin sokaklarına. Onun yaşlarında neler yaptığımı hatırlamasam da, çocuk aklımda birkaç yaş sonrası, her istediğimin olduğunu, babamın eve elinin hiç boş gelmediğini unutmam mümkün değildi ki ! Kimsenin ne oyuncağında ne kıyafetinde bırakmıştı annem-babam aklımızı. Yıllarca ikisi de bizlere en iyisini almak ve yaşatmak için çalışmışlardı. Mevlâ’mın biçtiği ömürdeki her anı, özlemiyle yüreğimin tutuştuğu biri gibi sevinçle kucaklamalıyım dedim geç olmadan.Yaşadığım her sıkıntı derin yarıklar bırakmamalı hayatımda, aksine kapalılığından bi-haber olduğum pencerelerimi açmalı sonsuz inanca…
“-Abla çen ne gücelsin, bana biy donduma alıy mıtın?” diyen tiz ama kararlı sesiyle irkildim Lâl’in
“-Tabi alırım, peki senin adın ne?” dediğimde bir sokak çocuğu için fazlaca iddialı bir adı olduğunu anladım.
“Ben Lâl, Lâl, Lâââââââl…” diye anlamadığımı tahmin ettiğinden tekrarladı durdu.
“-Peki Lâl hadi en sevdiğin dondurmayı seç…” dedim.
“-Ben hepçini çeverim biliyo mutun? Paran yeteyse iki tane alıy mısın?” dedi…
“ -Tabi alırım…” diyebildim o anki duygu yoğunluğumla…
“-Yaçaçın ben çeni çok çevdim ablacımmmm” diyerek olduğu yerde zıpladı durdu…
Bir çocuğun mutluluğunun müsebbibi olmak ne kadar huzur veriyordu ruhuma ama öte yandan yaşadığım çocuklukla kıyaslayınca Allah’a defalarca şükretmem için yaşadığımı hissediyordum bu güzel karşılaşmayı. Biri tabakta, biri çubukta iki dondurma almıştı Lâl. Oğlum; beden parçam, akıl yarım oynarken parkta ben Lâl’i yaşadığı çemberin biraz dışına çıkarmaya çalışıyordum tabi ki ona duygusal açıdan zarar vermemeye dikkat ederek. Ama bilmiyordum ki onun için böyle şeyler yapmak ona zarar veriyor muydu? Tek istediğim minik suratına zoraki yapışmış gülümsemeden acı olan yanları alabilmekti. Hokka gibi burnunda gamzeler oluşuyordu gülünce, özensiz kesilmiş saçları ele veriyordu bakımsızlığını ve ürkek bakışları satırlar dolduracak kadar kuvvetliydi. Kırk gündür uyumuyormuşcasına çökmüş gözleri ışıl ışıldı hala… Diz çöktüm önünde, tuttum sıkıca ellerinden;
“- Sen hep gül tamam mı Lâl” dedim gözlerimi doldurarak yaşadığı hayata.
“-Babam anneme bi vuydu annemin azından kan geldi ama biliyoy mutun, ben çok alâmıştım ama çok ücülmüştü annem, çonra babam bici de dövdü az para getirdik” diye bir anda derin meselelere dalıvermişti.
Ellerimin arasına aldım o küçük başını ve öptüm. Hiç tanımadığı birinin öpücüğü ne kadar mutlu ederse onu, o kadar kârdır dedim içimden. Parktaki yıllanmış çam ağaçlarının bir boşluğundan sızıp Lâl’e vuran akşam güneşi sayesinde gördüm gözünün hemen altındaki damla şeklindeki lekeyi, hani “kirpiğinin ucunda yaşı” derler ya tıpkı öyleydi, hep ağlıyor gibiydi bebek Lâl…
Tuttum elinden bir anda ne pahasına olursa olsun onun yaşlarında olmak istedim nedense. Ama ne annemi, ne babamı nede kardeşlerimi değiştirmek istemezdim…Hep çocukluğumu özlememden miydi Lâl’e sarılışım bilinmez. Elimden yeni bir umuda tutunmuş gibi; mutlu, huzurlu ve alabildiğine tebessümle yürüyorduk parkın yanındaki arabama, bagajdan fotoğraf makinamı çıkardım ve;
“- Lâl, hadi bana poz ver, fotoğrafını çekeceğim” dediğimde öyle sevindi ki,
“-Çen televiçyoncu mutun ablacım? “ dediğinde aklındaki tüm soru işaretlerini, yaşadığı hikayesini her dilden anlaşılacak şekilde bakışlarına yerleştirmişti çoktan…
Kadraja başka çocuk almadım bilerek, fotoğraf çekinmek ona iyi gelmişti, yaklaşık 20-30 kare fotoğraflamıştım Lâl’i… Mutluydu küçük yüreği, mutluydum ben de…
Mutluluk ne de yakışıyordu hayatın hiçbir güzelliğini henüz görmemiş ve kanımca hiçbir zaman göremeyecek olan bir sokak çocuğuna…
Ne şanslıydım, ne şanslıydık Lâl’e göre Allah’ım…
Kime yakışmazdı ki mutluluk, kimde sırıtırdı ki !
Hayatın emeklemeden yürüttüğü, anasının kundaklamadan büyüttüğü bir bebekti Lâl…
Fotoğraf:snky
.
Lâl’i güne layık gören, okuyan ve yorumlayan tüm güzel gönüllere sevgimle...
Teşekkür ederim... :)
.