1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
903
Okunma
ARALARINA DUVAR ÖRÜLMÜŞ
İKİ İNSANIN AŞKI
RUMUZ: KIRIK AY
Anlattığımız aşk hikâyesi, görünmez bir duvarın ikiye böldüğü bir aşkın hikayesi. Apayrı iki dünyanın insanları arasında geçen aşk. Gerçek aşkta bu değil midir? Batıda Romeo ve jülyet doğuda Leyla ile Mecnun’un aşkı da böyle değil midir? Yani ulaşamamak kavuşamamak aşkı büyütmez mi? neyse biz sözü uzatmadan hikâyemize geçelim.
Yaşam Kalpaklı 25 yaşlarındaydı.. Isparta Senirkent’lidi. Kalpaklı aşiretindendi. Ailesi gül yetiştiriciliği ve çiftçilikle geçinmekteydi. Yaşam zeki bir kızdı. Liseden sonra öss ye ilk girişinde ilk tercihine yerleşti. Marmara Üniversitesi İletişim fakültesini kazanmıştı. Üniversitenin ilk yıllarında Devrimcilerle tanışmış onlara katılmıştı. Zamanla Devrimciliğe inanmış ve sevmişti. Okul bittikten sonra İstanbul’da kalmış küçük bir devrimci gazetesi çıkarmış marjinal sol bir partiye katılmıştı.
Davasına inanmıştı. Davasının delisiydi. Bir gün Muhakkak surette devrimin gerçekleşeceğine ve proletarya diktatörlüğünün kurulacağına ve tüm insanların eşitleneceğine, adaletsizliğin ortadan kalkacağına inanıyordu. Çok aktifti. Bastıkları gazeteyi sokaklarda satıyordu. Bazen Filistin için bazen Irak için imza topluyordu. Ezilen tüm halklar için mücadele ediyordu. İnsanları örgütlemeye çalışıyor okuyor ve yazıyordu. Gecenin bir yarısı afiş asıyor, mitinglere eylemlere katılıyor hatta basın açıklamalarını kendi okuyordu.
Yaşam zeki, iyi kalpli bir kızdı. Partiye gelenlere çay ikram ediyor, mutfakta bulaşıkları yıkıyor etrafı toparlıyordu. Cebindeki son parayı, son dal sigarayı, paylaşacak kadar iyi kalpli idi. Şeriatçılara ve “yobazlara” karşı idi ama onlara hakaret etmezdi. Hatta bir karış sakallı cübbeli amcalardan bile “Irak işgaline, ABD zulmüne karşı, emperyalizme karşı imza topluyoruz” onlardan bile imza alırdı. Şeriatçıları; kandırılmış, kurtarılması, aydınlatılması gereken insanlar olarak görür onlara acırdı.
İyi bir sosyalist ve devrimci idi. Ama devrimci olunca neden ateist ve materyalist olunması gerektiğini anlamıyordu. Madem öte dünya yoktu o zaman neden iyi insan olmak gerekliydi. Öyle ya tanrı yoksa ve bu dünyada yaptıklarımızdan sorumlu olmayacaksak, hesaba çekilmeyeceksek neden iyi insan olalım ki diye soru yordu kendine. Sonra bu sosyalizmin paradoksu sorgulamamak gerek diyordu. Üç ciltlik Karl Marks’ın Das kapital’ini Engels’i Hegel’i okumuştu. İbrahim Kaypakkaya’yı örnek alıyordu. Deniz Gezmiş’in Mahir Çayan’ın Hüseyin İnan ‘ın hayatlarını okumuş onları örnek alıyordu.
Zafer Atabek Ankaralı işadamı idi. 32 yaşlarında idi. Atabek holdingin yönetim kurulu başkanı idi. O üçüncü kuşak Atabek’ti. Babadan dededen zengindi. Dedesi Ankara’nın eski tüccarlarındandı. Holdingin genel merkezi Ankara’da bulunuyordu ama İstanbul Mecidiyeköy’de de yönetim binası bulunuyordu. İstanbul’da Bursa’da Gaziantep’de Adana’da İzmit’te tekstil gıda ve çelik fabrikaları bulunuyordu. Ayrıca müteahhitlik’ şirketi’de vardı.
Zafer dindar bir aileden geliyordu. Milli görüşçüydü. Ama onun dindarlığı kendi inancından ileri geliyordu. İstese gayet çağdaş bir hayat sürebilirdi. O da inanıyordu İslam bir gün galip gelecekti. Zülum sona erecek adaletli bir düzen kurulacaktı. Kendi isteği ile imam hatip lisesine gitti. Okulu bitirince İngiltere’ye gitti. Cambridge üniversitesi işletme bölümünü bitirdi. Aynı üniversitede uluslar arası ticaret master’ı yaptı. Geri dönünce babasından sonra yönetim kurulu başkanı oldu.
Dindardı beş vakit namaz kılardı içki içmez, islamın yasakladığı hayattan uzak dururdu. Hemen hemen bütün cemaatlerle içli dışlı idi. onlara yardım yapardı. Tasavvuf ehli idi. Bazen gece yarısı kalkar, namaz kılar tesbih çeker Allah’ı zikrederdi. Fakirlere yardım ederdi. İngiltere’de iken mısırlı bir hocadan Arapça öğrenmişti. İyi kuran okur ve meal verirdi cemaatle namaz kıldıklarında ya imam yada müezzin olurdu.
Bu ikisinin yolu İstanbul’da Mecidiyeköy’de kesişti. Yaşam’ın gazetesi de Mecidiyeköy’deydi. Hem de yaşam’ın her zaman otobüs beklediği durak Atabek holding’in tam önündeydi.
Yaşam yine bir gün gazeteden arkadaşı Aslan’la otobüs beklerken Zafer holding binasından çıktı. Kapının önünde biraz telefonla konuştu bu sırada karşıdan zekâ özürlü biri zafere yaklaştı. Özürlünün ayakkabısının bağı çözülmüştü. Zafer özürlüyü durdurdu çömeldi ve ayakkabısının bağını bağladı. Ayağa kalktı ve cebinden 5-6 tane 100lük banknot çıkardı özürlünün cebine soktu ve “ babana söyle sana bağcıklı ayakkabı giydirmesin” dedi. Bütün bunlar Yaşam’ın gözü önünde oldu. Bu davranış Yaşam’ın çok hoşuna gitti. Zafer ile yaşam göz göze geldi. Yaşam gülümsedi ve başıyla selam verdi zafer de başıyla selamı aldı. “ ne iyi insan” dedi içinden Aslan’a sordu;
-kim bu adam?
-Atabek holding’in sahibi Zafer Atabek çok zengindir. Yanındakiler korumaları. Koruma dediğinde Liseden arkadaşları.
-şeriatçı meriatçı iyi adam
-boş versene
Yaşam o günden sonra Zafer’i unutamadı. Bir yolunu bulup onunla görüşmenin yolunu aradı röportaj için almaya çalışır alamadı. Tekrar tekrar denedi. Ama her seferinde reddedildi. Bu sefer atabek holding hakkında haber yapmaya yazı yazmaya başladı zafer’in konuşmacı olarak katıldığı toplantılara katıldı.Röportajlarını yazınlarını okudu. Tek gayesi zaferle konuşmaktı. Bir gün aradığı fırsatı buldu.
Kent otelde bir basın toplantısı konuşmacı Zafer atabek Yaşam soru sormak için mikrofonu eline aldı kendini tanıttı:
_Yaşam Kaypaklı EZİLENLERİN DİRENİŞİ GAZETESİ
_Duyamadım sesli olarak tekrar eder misiniz?
-Yaşam Kaypaklı EZİLENLERİN DİRENİŞİ GAZETESİ
-Teşekkür ederim buyurun, sorunuzu alayım
- Firmalarınızda çalışan işçilerinizi hangi sosyal statüde görüyorsunuz?
-Yaşam hanım sorunuza geçmeden önce, ben size biraz uzun bir soru sormak istiyorum. Mümkün müdür acaba? Eğer siz benim soruma doğru dürüst bir şekilde cevap verirseniz, bende size doğru ve dürüst bir şekilde cevap vereceğim yalnız sorum biraz uzun. Sözümü kesmeden dinleyip cevap istediğim zaman cevap vereceksiniz.
-Tabi rica ederim buyurun
- Yaşam hanım benden ne istiyorsunuz? Nereye varmak istiyorsunuz. Yurt içinde ve yurt dışında düzenlediğim hemen hemen bütün basın toplantılarına katıldınız. Yazdığım hemen hemen bütün yazıları kelime kelime okudunuz. birşey bulamadınız. Berlin’de sizi hiç mi hiç ilgilendirmediği halde tasavvufla ilgili yapılan bir konferansa konuşmacı olarak katıldığım için sizde o konferansa katıldınız konferans gece 01 de biti ve siz yapayalnız Berlin’in arka mahallelerinde bin bir tehlikeye rağmen yılmadan dolaştınız. Paranızı ekonomik kullanabilmek affınıza sığınarak fahişelerin kaldığı 3. sınıf bir otelde kalmaya razı oldunuz. ve yan oda da kalan arkadaşımızın söylediğine göre otelde fareler dolaşıyormuş. Amacınız neydi ve hiç tanımadığınız bir ülkede bu kadar cesurca bir yürüyüşü yapmaya iten neden neydi, iyi bir gazeteci olmak mı yoksa hırs mı? Yine Konya’da “endüstri kalıpçılığında tasarım” adlı panelde konuşmacıydım oraya da geldiniz ve bu konuşma yine sizi hiç ilgilendirmiyordu ve biliyor musunuz orda ki tek bayan sizdiniz. Bunu da geçiyorum. Paranız bitmişti ve İstanbul’a geri dönebilmek için telefonla şefinizden size para göndermesini istediniz o akşam para göndermeyince cep telefonunuzu satarak İstanbul’a dönebildiniz ve biliyor musunuz size yol parası göndermeyen şefiniz o akşam Beyoğlu’nda bir türkü barda 352 tl hesap ödedi. Muhasebe kayıtlarımızı tutan şirkete gittiniz ve holdingimizin defterlerini incelemek istediğinizi söylediniz- ki bu kayıtlar ancak maliyeciler ve mahkeme kararı ile mali polis tarafından incelenebilir. Tabi bana telefon edildi ve bizzat ben izin verdim. 72 şirketimin defterlerini incelediniz tabi muhasebeden anladığınız kadarıyla. Bende çok merak ettim ne aradığınızı, bir şey bulamadınız çünkü yoktu. Gem demir sıcak çelik haddehane isimli fabrikamızda işler ağır olduğu için günlük çalışma saatini 6 saate indirmek için çalışma başlattık ve siz “kapitalist sermaye emekçilere şirin gözükmek istiyor” diye başlık attınız ve fabrikamızın genel müdürü size kızarak çalışmayı durdurdu. Allah aşkına nereye varmak istiyorsunuz. neden benimle ve şirketlerimle uğraşıyorsunuz. ne şeriatçılığım kaldı ne yobazlığım önemli değil ama en çok satın almadan sorumlu kız kardeşim Zehra ya başörtülü olduğu için “sıkma baş” demeniz moralimi bozdu. Sizin yazınızı okuyan kardeşim çok üzüldü ve 3 gün işe gelmedi. bu haksız eleştiriler bizim moralimizi bozuyor ve şevkimizi kırıyor. Şimdi cevap veri misiniz neden benimle uğraşıyorsun.
-Sizi seviyor olamaz mıyım insan sevdiği ile uğraşır.
-Alem deliye muhtaç biz akıllıya. İşimi yapıyorum diyeceğinizi zannediyordum. Ama beni yanıltmadınız. Ama yönteminiz yanlış. Eğer ben sizi, sizin beni sevdiğiniz gibi sevseydim siz işsiz ve beş parasız kalırdınız.
-şimdi sorduğunuz soruya cevap vereyim. Biz işçilerimizi tüketilecek bir kaynak olarak görmemekteyiz. Bu yüzdendir ki bizim insan kaynakları departmanımız yoktur. İşçilerin istihdam edilmesi ile ilgili birimimize “birleşik insan kuvvetleri” gibi bir isim koydum daha güzel bir isim bulunana kadar şimdilik böyle kalacak. Biz işçilerimizi ortağımız gibi görmekteyiz. Ben yanımda çalışan işçilere ekmek sağladığımı düşünmedim. Ekmeği de suyu da veren Allah’tır. Ben sadece aracıyım. Ben işçilerimden hiçbir zaman üstün görmedim. İşçilerimle yemek yemekten kaçınmam eğer işçilerimle yemek yemiyorsam bu yemeği beğenmediğimdendir. Sebze yemeklerini sevmem. Konumu ne olursa her bir işçim benim için en az başbakanımız kadar önemlidir. Ve onların sorunları benimde sorunumdur. Sorunuza cevap oldu. Sanırım. Başka sorusu olan var mı?
Recep kulağına eğilerek :
-Abi kıza çok yüklenmedin mi? bunu yapmak zorunda mıydın?
-Böyle olmak zorundaydı.
Bu sırada salon dağılır. Bir bayan gazeteci masaya yaklaşarak;
-çok adisiniz biliyor musunuz?
Ağabey gülümser
-teşekkür ediyorum bunu iltifat olarak kabul ediyorum.
Bu sırada yaşam dışarıda ağlamaktadır.
-Recep Yahya’ ya söyle Yaşam’ ı 10 dakika sonra benim yanıma getirsinler.
- Peki abi
Bayanlar tuvaletinde içerde bayan gazeteciler ağlayan yaşamı teselli etmeye çalışmaktadır.
Silahlı adamlar Yaşam’ ın yanına yanaşırlar
-Bizimle geliyorsun ağabey seni görmek istiyor.
- ağabeyinizin canı cehenneme bi yere gelmiyorum.
- gelir misin demedik
Ceketinin altından silahı gösterdi.
Ağabey lobide oturmaktadır. Yaşam ve Yahya gelir otururlar ağabey sehpaya birtelefon koyar….
-Bu telefon size ait alır mısınız? Hediyem olsun.
-Bu telefonu nerden buldunuz.
- Siz bayiye sattıktan hemen sonra arkadaşlar almış. Üzerinde kızıl yıldız bulunan telefon hemen göze batıyor. Bir daha telefonunuzu satmayınız ve telefonunuzu sattıracak kadar büyük maceralara girişmeyin. Bu bir. İkincisi hakkımda istediğiniz şeyi yazabilirsiniz ama lütfen vicdanınıza bir danışın. Biliyorum kalbinizi kırdım ama bunu siz bunu bana defalarca yaptınız. Üç size direkt benim açtığım cep telefonu numarasını vereceğim benimle konuşmak istediğiniz zaman arayabilirsiniz. Ve yüz yüze görüşmek istediğiniz zaman size uçağımı göndereceğim 25 dakika içinde Ankara’da olursunuz.
- Anlaştık mı?
Yaşam gülümsedi
-düşünmem lazım