14
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2051
Okunma
Bulantılarımı yazsam bir şeye benzer mi bu yazı? Hey! Bir zamanlar ayaklarımı yerden kesen renk… Neden beni hep düşürüyorsun avuçlarının arasından?
Bulantılarımı yazsam, tekrar inanabilir mi kalbim şiirlere?
-Ne çok maskeniz var, bana hangisiyle gelmiştiniz?
Fark edişlerim kederimin kabuğunu kaldırıyor, sızlıyorum.
-Siz, siz… Bin başlı bir yaratık mısınız? Yok, size demiyorum, ötekine, öteki daha öteki, niye alınıyorsunuz?
Dünya ne kötü bir tabut! Boğulacağım kusmazsam.
Dışımda sert bir kabuk olsa. Hiçbir zaman anlaşılmasa üstünü örttüğüm acıttıklarınız.
En çok ağlayabilen insanları sevdim. Sizin gibi sadece kendine değil ama. Başkalarına ağlayabilenleri. Bir de attığı adımdan birinin kırılabileceğini düşünenleri. Ne demek istediğimi anlayabiliyor musunuz?
Bir şaire “Acaba insanlar doğdukları mevsime benzer mi?” dedim.
“Hayır” dedi, “yaşadıkları güzel ve kötü anlardır insanları mevsimleştiren.”
Düşündüm, doğruydu... Çünkü öyle olsaydı benim eteklerimden temmuz dökülürdü. Oysa sırtımdaki sarı el örmesi bir hazan hırkası.
Yosun yeşilim, biz farklıydık.
Bir senin “biz”lerine alışmıştım. Bir senin bakışların okşamıyordu göçmeyi. Bir tek bizken inanıyordum leylakların renklerine.
Sana ve bana uzaktı, birbirinden nefret eden iki soru işareti. Biz hep birbirine dolanmış iki ünlemdik. Heyecanlı. Kaşları çatık soru işaretlerine değmemiştik hiç. Hatırlıyor musun?
Neşelerimiz şehirlere sığmazdı. İsimlerimize bağladığımız anlamlar vardı. Maskesiz ve yalansız. Ya susardık ya da doğru konuşurduk.
Ah biliyor musun, kavanozlara hapsedilmiş anlarımız var. Onları nereye gidersem gideyim hep yanımda taşıdım. İçlerinde kimi zaman deniz kokan bir kent, kimi zaman çocuklu parklar saklı. İçinden sen geçen hiçbir şarkıyı tozlandırmadı yüreğim.
Sen hep günahkâr olduğundan bahsederdin. Oysa sen… Sen hiç günahkâr bir portakal çiçeği gördün mü, ya da günahkâr bir su?
Ötekiler, ya ötekiler?
Olamadıkları sıfatlara bürünmüş ötekiler. Yarım fiillerini herkese tam diye yutturmuşlar. Erken kıyafetler dikilmiş onlara. Herkese başka renk yalan sipariş edip, unutmamak için yalan defterlerine not düşmüşler.
Onlar hiç günahları yokmuş gibi davranan sahtekârlardı. Gün ışığına çıkıyordu bazen gömdükleri, ama onlar öyle ustalardı ki hemen üzerini örtüyordu kocaman dilleri. İçlerinde birçok ben vardı yüzleşemedikleri. Kendi kötü taraflarını görmüyor ve sevmiyorlardı işte böyle olunca kendileriyle bile bir bütün olamıyorlardı. Bir tek karanlıkta soyundukları da iyi hallerini, gördüm kötüyü.
Ama bilmiyorlar yosun yeşili. Ben onları kendi yalanlarında infaz ettim.
Kapılarımı açtım bugün, göç esti kalbimdeki sızıya.
Sonsuz mola verdim onlarla aramdaki bağa.
Şimdi kestiremiyorum karşımdaki yolların uzunluğunu.
-Bir yerde ahkam kesen birini gördün mü ondan hemen göçeceksin. Nerede mahcup kendini övmeyen biri var onun dizlerine sarılacaksın, dedi sözüne güvenilir bir büyük.
Beni kendini övmekten ve övenlerden koru Rabbim.
Ben en kötüyüm, en beterim demedim iyi tarafım dedirtmedi bunu hiç. Ama tüm kötü taraflarımla tanıştım, birbirimizi tanıyıp birbirimizle anlaştık tamız, bütünüz, ne günahımdan kaçtım ne sevabımdan kabardım. Evet dedim, onlar benim, ben!
Ben sizden göçtüm iyi görünümlü kötü, kısa bir zaman önceydi.
Ben sizden kötü görünümlü iyilere göçtüm.
İçiyormuş, ayyaşmış, günahkârmış mış mış mış.
Ama gerçekten tanıdığım en iyi birkaç harfmiş.
Siz mi? Üzülmeyin, siz benim kulağımdaki ağır küpelerimsiniz.
Sinem Ilgın Omay ( Nun )