3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
748
Okunma

Bakma bana öyle, suçluymuşum gibi. Biliyorum, seni son zamanlarda çok ihmal ettim. Ama ne yapayım, sevdim işte, çok sevdim.
Bir “Merhaba” ile başladı onunla masalımız... Evet, biliyorum, bir varmış bir yokmuş demek gerekirdi, öyle de oldu… bir varmııış, bir yokmuş…
Özledim seni Joëlle, çok özledim. Kucağıma uzanmanı, ben seni okşadıkça kedi mırıldanmanı… Akşam kapıyı açtığımda, seni gün boyu yalnız bıraktığım için sergilediğin hırçın tavırlarını, sonra yumuşayıp nazlanmanı, sonunda dayanamayıp yine gelip tahtına kurulmanı…
Dokunmadan sevmek nedir bilir misin Joëlle? Dokunmadan, koklamadan, umarsızca… Ama her an onunlasındır aslında. Onu hisseder, onun kokusunu duyarsın… Sabah onunla uyanırsın, yüzünü görürsün başucunda, nefesine yaklaşırsın iyice, sıcacık nefesi vurur yanaklarına, okşarsın saçlarını, açar gözlerini, gülümseyerek günaydın dersin… İşte, o zaman gün aydınlanır… Yapraklarını yeşertir ağaçlar, güneş daha bir canlı ışık verir yeryüzüne, rüzgar onu kucaklamak için eser ılık ılık… Kalbin o an atmaya başlar, yaşadığını hissedersin… Onunla uyanır, onunla giyinir, onunla yürür, onunla konuşur, onunla yaşarsın. Her an’ında o vardır, yalnızca o…
Bütün gece ve dahi gün boyu onunla idik Joëlle… Şarkılar söyledim önce ona ve eşlik etti o da bana… Ellerini aldım ellerimin arasına, kokladım boynunu, öptüm benim olan tarafından… Sonra balkona çıktık beraber, ötüşen kumrularla gözgöze geldik, utandılar bizden, çekildiler ıssız bir kıyıya… Çiçeklerini saydı bana tek tek, Muhibe’yi, Asiye’yi… Kimden aldıysa çiçekleri, onun adıyla hitab etmiş sevdiceğim. Ama en güzel kokanı zambaklardı Joëlle, beyaz zambaklar… O’nun kokusu vardı üzerlerinde… Çay yaptı sonra, birlikte çiçeklerin arasında keyf ettik ve yanında havuçlu, tarçınlı ve bol cevizli kek. En sevdiğim. Nasıl da bilir beni. Halbuki ben onun elinden zehr bile olsa yemeye razı değil miydim Joëlle söyle bana…
Ama hayat o değilmiş Joëlle, kalbin hakkı yokmuş ki istediğini seçmeye. Yüreğin haykırırken “aşk” diye, dilin “olmuyor, olmayacak” demek zorunda kalırmış… Saçının teline kıyamadığın sevdiğini ateşlere atmak zorunda kalırmış insan.
Yanan sadece o mudur?
Yanmak ne ki Joëlle, kavruluyorum, har har eriyorum, bir kül tanesine dönüşüp savruluyor bütün bedenim. Her esen rüzgarda ona gidiyor bütün zerrelerim. Her rüzgarla onu sarıp sarmalamak için can atıyor…
Dışarıda yağmur var, Joëlle hem de çok… Nisan yağmurları bunlar çabuk geçer demişti, geçmiyor işte. Ne vardı ki onun öpücüklerini yağmurda arayacak? Tenine her dokunan yağmur tanesinde sevdiğimin öpücüğü diye sevinecek… Şu camdaki serçeyi o mu gönderdi dersin? Duyar mı ki göynümdeki canhıraş çığlıklarımı…
Yorgunum Joëlle, çok yorgunum. Yordu beni bu hayat. Hayat’ın içindekiler. Neden olmayı istediğimiz değil de olmak zorunda kaldığımız şey hep bizimle? Neden kavuşamaz ellerimiz? Dokunamaz dudaklarımız. Kalp ateşler içindeyken, neden soğuk terler döker bu beden? Bırak Joëlle, geçeyim kendimden, sarhoş olup, kendimden geçip, kendimce bir dem bulayım. Yok olayım, kay’b/s olayım…
Hissettiğim kadar kalbimde, söyleyemediğim kadar dilimde kalsın... Belki o zaman adım kalır sadece Küçük Bir anı olarak…