1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2113
Okunma

Anneannemin elinden tutup ta Bahçelievler Pazar durağına doğru yöneldiğimizde ben bayram yerine gidiyormuş gibi mutlu olurdum o zamanlar.
100 – 200 metrelik sokak ve içinden geçtiğimiz boş pazar alanı uzun bir seyahat, bitmek bilmez bir yol gibi gelirdi çocuk aklıma.
Bu sevincin sebebi sâkin mahallemizden ara sıra çıktığımız o kalabalık, o gürültülü, o pek çok yeni yüzü ve türlü çeşit oyuncağı, giysiyi ilk kez gördüğüm Kızılay’a gitmekten çok troleybüse binmekti aslında. Nam-ı diğer boynuzluya.
Dondurma çıkmışsa eğer, ki Mayıs ayında ancak gözükmeye başlardı pastanelerde ve Eylül gibi kaybolurdu her yıl, tek top kaymaklı dondurmamı yalarken beklerdim boynuzlumu.
Köşeden kırmızı tombul cüssesi, ağır ağır, yaylana yaylana ilerleyişi görünmeden önce tellerinin sallantısından bilirdim ben bize doğru geldiğini.
Bana yüksek gelen basamaklarından hoplatılıp içine girdiğimde ise o artık benim için otobüsten ziyade başka alemlere yol alan şişko, direkli, benim için kocaman bir zaman makinesiydi adeta.
Yüksekçe bir yerde, özel makamında oturan biletçi amcanın, kurşun kaleminin arkasına doladığı paket lastiği sayesinde biletleri tek tek ayırışını, hızlı hızlı koparıp dağıtışını bir sihirbazı izler gibi izlerdim, şaşırarak, uzun süre.
Suni deri, kocaman koltuklara otururdu büyükler, bense güvenli anneanne kucağı yerine genellikle ağabeylerin tercih ettiği o en arkadaki boş alana, havuzluğa koşar, arka cama yapışır, direkleri tutan halatların arkasından izlerdim yolu.
Hele direklerden biri yolda kaza ile ayrılmasın telden, hele aşağı doğru sarkınca direk, duruvermesin boynuzlum, telaşlanırdım havuzlukta, şaşırırdım her sefer. Ama bilirdim de işinin ehli şoför amcanın otobüsten inip benim seyrettiğimin canım arkasında boynuzları tutan ipleri bir kuklacı maharetli ile oynatarak o boynuzu tekrar yerleştireceğini tellere ve zaman makinemin kaldığı yerden devam edeceğini yolculuğuna.
Ayrılış vaktimin geldiğini anneannem otobüs boyunca, pencerelerin tam üstünden şoför mahalline kadar uzanan sicimi bir yerinden çekip, ipin en ucuna bağlı ufak çıngırdağı çaldırdığında anlardım .
İndiğimizde, elimi tutan elin beni başka yönlere çekmesine aldırmadan, başım en arkaya dönük, koşar adım izlerdim onun kayboluşunu ileride. Eve dönüş saatini, zaman makineme tekrar kavuşacağım anı bekleyerek sabırsızca.