5
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
1368
Okunma
Başbaşaydılar ... Derin bir sükûtun ardından başını kaldıran Hz. Peygamber ; baharları kıskandıran tebessümüyle ;
-- Ya Ali !.. Sana bir sır vereyim mi ?..
-- Buyurun Ya Resulallah !..
... Kimseye söylemeyeceksin ama , olur mu ?..
-- Başımdan da , gözümden de , gönlümden de yücesiniz Ya Resulallah !.. Emriniz olur , ferman bilirim o buyruğunuzu !.. Kimselere söylemem efendim !..
-- Yaklaş o zaman !.. Buyurarak , birşeyler fısıldar o veliler serdarı , Şahı Merdan Ali’nin gönül kulağına ...
Dışarıya kendisini zor atan Hz. Ali’nin gönül aleminde öyle bir fırtına kopmaktadır ki ... Ruh büyük , kalıp küçük misali ; adını koyamadağı fakat tariflerin de ötesindeki damak lezzetinin dayanılmaz hazzı ile , avaz avaz bağırmak ister ...
Yuvasından fırlamak istercesine ; kan kırmızı kesilen kudretten sürmeli mahmur gözleriyle , Mekke sokaklarında sırrrını gönül kuyusuna döküp boşaltarak , kendisini rahatlatacak bir dost arar ... Ama nafile ... O vakitte kimseler olmadığı gibi , öyle bir dost ta çıkıp gelmez...
Aklı ve hafızası o Peygamber sırrına mağlûp olduğundan , kimseye söylememesi hususundaki fermanı unutup , canhıraş bir halde koşarak Mekke’den uzaklaşır ... Yanan ciğerinin kokusu , nefes alıp verdikçe burnuna gelmekte ve gözlerinden yağmurlar gibi kanlı yaş akıtmaktadır...
Menzili yoktur... Nereye gideceğini bilemez halde saatlerce yürür uçsuz bucaksız çölde... Nihayet ; suyu çekilmiş kör bir kuyunun yanına geldiğinde , ayaklarında da yürüyecek dermanı kalmamıştır artık ...
Bir vakitler suyla dolu olduğu ; içinde boy salmış kuru sazlıkların , kamışların varlığından anlaşılan kör kuyuya eğilerek , öyle bir avaz eder ki o sırrı ... Kendisini hayretler içinde bırakan bir ahu feryat işitir ... Sanki canından öte sevdiği yavrusunun , ya da sevgilisinin taze mezarı başında ağlayan ana misali , sevgili misali inleyen kamışların , diplerinden çatlayıp , kana benzer su sızdığını görür...
Hadisenin üzerinden bir hafta geçmemiştir ki , huzura çağırılır ... Hz. Peygamber efendimiz yine o tatlı tebessümüyle ;
-- Ya Ali !.. Kavlimiz vardı ... Hani o sırrı kimseye söylemeyecektin sen ?.. Buyurduğunda , mahcubiyetinden öyle bir feryat eder ki o Şahı Veli ...
-- Sana kurban olayım ben Ya Resulalah !.. Ruhum da , canım da sana feda olsun ey benim efendim !.. Allah şahidim olsun ki , kimseye demedim !..
-- İyi hoş ta Ya Ali !.. Falanca çoban var ya !..
-- Evet Ya Resulallah !..
-- İşte onun yanından geçerken işittim o sırrı ... Sürüler otlarken o da kaval üflüyordu ... Onun kavalından duydum o sırrı ...
Çobanın , o kör kuyudaki kamışlardan kaval yaptığı anlaşıldığında ancak sükûn bulur o veliler şahı ...
Kendisinden on üç asır sonra gelip te o derde müptela olan bir ehli aşk ta , ahu figanıyla şöyle aşikâr eder o sırrı ...
Daireyiz , hem kudümüz , cismimiz neydir bizim,
Aşkı sevdadır gıdamız , bağrımız meydir bizim ...
Şirin yüzünü bir kez görebilmek için gönül dağlarına aşk balyozu indiren Ferhatlara selam olsun !.. Selam olsun ehli aşka !..