7
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
723
Okunma
İki yedinin arasına sıkıştırılmış birin öyküsü bu belkide.Belkide bir sayı yada sokak numarası olabilirdi ama bu bir yaka numarası. Şehrin uzak sınırlarına kurulmuş bir yerin tam ortasındaydı "717" sayısının anlam kazandığı ama adının anlamını yitirdiği hatta benliğini yitirmelere ramak kaldığı bir yerdi "717" nin mekanı.
Uçurumların kenarına kurulmuş solgun bir o kadar yosun tutmuş taş duvarların yükseldiği, duvarlarının üstünde dört sıra tel örgüleri olan, küçük avlusuna ara sıra martıların konduğu arada mahkumların voltalarını tesbihle attığı şehirden uzak bir yerdi 717 nin evi.
Denizin kızı martıların dışındakilere izin yoktu avludan dışarı çıkmalara. Yağmurlu günde martılar konmasada 717 avlu sırasını aksatmazdı martılara inat ıslanırdı hep o avlu ortasında.
Hatta kararmış yağmurları gönderen kara bulutlara bakardı. Yanağını hep yağmur damlaları severdi o da teselli bulurdu ve gizliden haykırırdı her seferinde göremediği denizlere.Çakan şimşeklere inat bir o gezinirdi yağmurlu günlerde avlunun ortasında voltasına. Bir tesbihi vardı sabır için bir de dilinde hasret türküleri.
Tesbihini aleni çeker türkülerini içinden söylerdi her seferinde. Türkülerini söylerken dalardı hep o eski yavuklusuna birde martı özgürlüklü uçmalara.
Oysa kendi adını bile unutmaya başamış olan adam yavuklusunun adını hücrelerin duvarlarına ezberletmişti. Elindeki kömür parçasıyla hergün duvarlara birşeyler yazar sonra hep karalardı.
Kimsenin okuyamadığı çözemediği şeylerdi.Her sabah bir sayımlar olurdu bir de akşamlar. Her seferinde adının 717 olduğunu hatırlatan. Geleni olmayan ziyaret günlerinde ranza arkadaşlarının yüzüne bakar sonrasında paslı parmaklıklardan gökyüzüne bakardı.
Yağmurlu günlerde avlu saatinin denk gelmediği zamanlar kolunu parmaklıklardan dışarı uzatır avuçlarının içinde yağmurları biriktiri onları susamış gibi içerdi.
Geceyi bölen hep gardiyanların sayım düdükleri birde tel örgülere tüneyen baykuş sesleri olurdu genellikle. Kalender dostlarının verdiği bir dal siğarayla dumanı havaya karıştırarak dalardı. Herkes yattığında o ayaktaydı.
Gardiyanlar bile tavşan uykusuna dalarken o uzaktaki geçmişine dalardı uyanık kalarak. Eski adını hatırlamaya çalışırdı bazen adından çok hayatı gözlerinin önüne serilirdi. Çıgarasından bir yudum daha çeker havaya bırakırdı en çokta o paslı parmaklıklardan dışarı.
Gündüzleri kendisi gibi adı olmayan bir martı konardı avluya. O herkesten habersiz konan martıyla konuşurdu içten içe içeride.
Mevsimlerin ve takvimlerin olmadığı bir hücrede ismini hatırlamaya çalışır harflerden çok aklına gelenler hep sayılardı "717" bir de eski hatıralar. Hücresini yaşanılı kılan bir o hayaller vardı kimsenin bilmediği. Herkesin bildiği tek şeydi 717 nin hiç uyumadığı ve suskunluğu.
717 nin en çok sevdiği şeylerden biride tesbihiydi. Siyah yuvarlak taşlarındaki ona sabır getiren sever gibi okşadığı çekerken parlattığı geçmişinden tek kalan bir tesbih. Her gün yemediği tabağındaki ekmeğini cebine saklardı gizlice. Bunu herkes bilsede bilmezden gelirdi martıları beslediğini.
Duvarları yosun tutmuş dört sıra tel örgüyle çevrilmiş bu evde durgun su gibi gezinen 717 den herkes korkar karışmaz saygı duyar severdi. İki yedi bir birden oluşsa da adı o bir deli yürekti kurşunlara inat...
"martıların umut ekmekleriyle doyrulduğu ama denizin ve göğün mavisinin renginden yoksun bir yerdi 717 nin evi."