2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
937
Okunma
Koşullar ne olursa olsun benim bir memur çocuğu olmam yüreğimi sevinçlere,hayallere ve çocukça heyecanlara salmıştır çoğu zaman. Her tayin sonrasında yaşamın bir dolu rengi, kokusu ve tadı hurçların, balyaların içine saklanmış olurdu muzipçe bir bilmişlikle. Hadi beni bulun! der gibi.
Karayolu, demiryolu ve deniz ulaşımının hemen elimizin altında olduğu bir beldeye kamyonumuz boşalmıştı babamın görevi gereği bir dönem yine. Memur, asker ve fabrika çalışanları kesimin yoğun olduğu bu küçük şirin beldede yaşayan aydın, bilinçli ve sıcak insanların varlığı da ayrı bir önem ve zarafet katmaktaydı yanı sıra beldeye. Geçen süreçte imar izni verilen tepelerdeki alanlara geniş bahçeli evler yapıldı. Ortaokul inşaatına başlandı. Beldenin içinden geçen ve beldeyi aşağı-yukarı mahalle olarak ikiye ayıran ünlü Ankara Asfaltı’nın üzerine bir Üst Geçit yapıldı. Oldukça güzel kışlık bir sinemaya sahip olan belde, iki yazlık Bahçe Sineması’na daha kavuştu aynı yıl. Beldeye 20-30 dakikalık mesafesi olan ve önemli fabrikaların bulunduğu İl’e açılan Fuar ise beldeye ayrı bir heyecan taşıdı. Ayrıca en güzel talebe saçını kesen İlhan Hanım’ın kızı ve okul arkadaşımız Asuman Tuğberk’in Avrupa Güzeli seçilmesi de hepimiz için övünç kaynağı olmuştu.
Sinema kültürüne sahip bu güzel insanlar açılan Bahçe Sinemaları’na da yoğun ilgi gösterdiler. Sinema şöleninin ilk adımı öncelikle üç gencin sabahtan akşama kadar beldeyi dolaşmalarıyla başlardı. Üzerinde o akşam oynayacak filmin afişi olan panoyu iki genç taşırdı iki ucundan tutarak. Üçüncü genç de elindeki megafonla filmin adını, hangi sinemada oynayacağını ve saatini duyururdu. Ardından filmin başrol artistlerini sayardı övgü dolu sözlerle. “iki film birden” anonsu ise sinemalar arasında tatlı bir rekabetin olduğu anlamına gelirdi. Aynı film yalnızca bir akşam gösterilirdi. Sinemalardaki hazırlıklar bahçenin sulanıp süpürülmesiyle başlardı. Boydan boya sıralanmış iskemlelerin arasındaki geniş koridorun bir yanı “ailelere” diğer yanı yalnız gelen “erkeklere” ayrılmış olurdu. Çalınan müzikler sinemasına göre farklı olsa da pikapta günün moda olan yerli ve yabancı parçaları çalardı çoğunlukla. Seyircinin hazırlığı çok daha baskındı. Çoluk-çocuk dahil herkes tertemiz giysileri, özenle taranmış saçları, derli toplu halleri ile özel bir davete gider gibi gelirlerdi sinemaya. Genç kızlar ve genç erkeklerin daha da özenli olduklarını söylemeye gerek yok sanırım. Bahçeye ön kapıdan girilirdi. Biletler kapıda karşılıklı duran iki kişi tarafından toplanırdı. Bunlar gelen her seyirciyi başlarını hafifçe eğerek güler yüzle selamlar, biletlerini ellerinden nazikçe alırlardı. Filmin başlamak üzere olduğu kısa aralıklarla üç kez yanıp sönen ışıktan anlaşılırdı. Film çok sessiz izlenirdi. Ara sıra sesin gittiği olurdu. O sıra erkeklerin bölümünden “makinist ses!” ve verilen arada ellerindeki tahta kutularda frigo ve sade gazoz satışı yapan çocukların yumuşacık, ahenkli sesinden başka bir ses duyulmazdı.
O akşam çok ünlü bir aktristin bir filmi oynayacaktı. Her zaman olduğu gibi bahçe doluydu yine. Perdede ‘10 dakika ara’ yazısı görünür görünmez bahçe aydınlandı. Oturan seyirciler şaşkınlık içinde kaldılar. Seyircinin yarası gitmişti. Verilen arada da kalkıp gidenler oldu. Daha sonra bu gidişlerin nedeni anlaşıldı. Film çok beğenilmişti. Ancak filmin ünlü kadın oyuncusu filmde kendi sesiyle konuşmuştu. Yılların sinema oyuncusu olan bu masmavi güzel gözlerin sahibi başarılı kadın yıldız kendi sesini kullandığı için filmin bütün büyüsü bozulmuş ve film çekilmez hale gelmişti sinemayı terk edenler için.
Belli ki SES çok önem taşıyor insanlar arası iletişimlerde. Başta sinema olmak üzere, radyo ve sonraları televizyon spikerleri, sunucuları ve toplumla sesli diyalog içerisinde olanlar için özellikle.
Sabah ve gece saatlerinde yayınlanan Arkası Yarın’ları. Mikrofonda Tiyatro’ ları delice bir merak ve sabırsızlıkla beklerdik o unutulmaz Radyo Günleri’nde. Sanatçıları görmeden tanımadan önce, sesleriyle tanıyıp yüreğimize yerleştirmiştik tek tek. Uğurlugil Ailesi’nin sevimli Bacı Kalfa’sını ünlü tiyatro oyuncusu rahmetli Tevfik Gelenbe’nin seslendirdiğini kaç kişi biliyordu dersiniz. Yayınlanan yabancı dizilerin yıllarca sürmesi yapılan başarılı seslendirmeler sayesinde olmuştur kuşkusuz. Hatta Türk dublajının dünyada birinci olduğunu duymuştum bir aralar. Gerçi günümüzün hem akıl uçurtan teknolojisi hem diksiyon ve güzel-etkili konuşma kursları sayesinde toplumun çoğunluğu bülbülleri kıskandır hale geldi o da başka.
Kunta Kinte. Komiser Kolombo. Zengin ve Yoksul. Bonanza. Petroçelli. Kaçak. Küçük Ev. Pasaklı Seli ve daha pek çok dizinin tutkunu olmamızda muhteşem seslendirmelerin rolünü yadsıyabilir miyiz? Türk Sinemasına damgasını vurmuş olan Abdurrahman Palay’ı “nayır!” ve Adalet Cimcoz’u unutmak mümkün mü?
.