30
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1922
Okunma


Adile, akşam sofrasını toplayıp, bulaşıkları yıkadıktan sonra iki fincan kahve yaptı ve salonda oturan kocasının yanına geldi. Fincanın birini kocasına uzatıp, diğerini de kendi alarak kocasının karşısındaki koltuğa oturup ayaklarını altına aldı. Ayaklarını sallayarak oturmak ona pek eğreti geliyor, rahat edemiyordu. Kahvesinden bir yudum alıp, kocasına baktı;
“Mustafa”
“Efendim canım”
“Şu bayır tarladaki zeytinleri toplasak diyorum; zeytinler dalından aktı gitti. Sahipsiz mal gibi…”
“Adile, benim can burnumun ucunda, sen sahipsiz mal diyorsun!”
“O zaman bir an önce toplayalım da akmasın zeytinler. Hiç olmazsa yiyecek yağımızı çıkartırız. Hepsini topladık; bayır tarla kaldı. Az çok orada da vardı zeytin.”
“Ben pamukları bitirmeden zeytine işçiyi götüremem; zaten bir kere yağmur yedi, bir daha yerse babana mı satacağız pamuğu! Rekolte düşer. Pamuğun birinci elini bitirmeden ikinci eli açmaya başladı bile. Şimdi zeytin sırası değil Adile!”
Adile, gerginliği artırmamak için konuşmadan kahvesini içti ama aklında hep zeytinleri vardı. Boşalan fincanları alıp mutfağa giderken geriye döndü. Elindeki tepsiyi kenardaki sehpanın üzerine koydu ve az önceki kalktığı koltuğa yeniden oturdu.
“Bak ne diyeceğim Mustafa…”
“Ne diyeceksin Adile?”
“Diyorum ki, sen pamuğu toplat, ben de zeytini.”
“İyi de Adile, iki tarla arası uzak, ben traktörle pamuğa gideceğim. Sen zeytine nasıl gideceksin, kimle toplayacaksın?”
“Ben, konu komşudan üç beş kişi bakarım. Sen sabah pamuk işçisini götür, sonra traktörü geri getir. Mobiletle geriye işine dönersin. Ben de traktörle zeytin işçilerini götürürüm. Akşamüzeri gelir traktörü alırsın, pamuk işçilerini getirdikten sonra bizi alırsın. Eh biz sabah geç başlar, akşam da geç bırakırız. Bir defacık komşular idare ediverir ne olacak canım. Zeytin dalında mı kalsın Mustafa?” Dedi üzgün bir ifadeyle.
“Becerebileceksen topla canım. Traktörü elinden alan mı var; ben sadece iki tarlaya aynı anda gidemem diyorum. Hem işçi yok ki, sen işçi bulursan topla.” Dedi ve divanın üzerine sırt üstü uzanıp yattı.
Adile, fincan tepsisini sehpanın üzerinden alıp mutfağa yöneldi. Mutfak tezgâhının üzerine tepsiyi bırakıp içeri girmeden komşularını zeytin toplamaya gelmeleri için çağırmaya gitti. Komşularından beş kişiyi ikna etmenin mutluluğuyla geri evine döndü.
Ertesi sabah kararlaştırdıkları gibi önce kocası, sonra da Adile sırasıyla tarlaya gittiler. Zeytinliğe geldiklerinde, zeytinlerin çoğu yerlere dökülmüştü. Üstelik yakın zamanda yağan yağmurun oluşturduğu sel suları yamaçtan akarken yarı yarıya toprağa gömmüştü zeytinleri. Adile’nin içi cız ederek komşularına yalvarır gözlerle baktı;
“Allah’ınızı severseniz yerlerdekini toplamadan dalına yanaşmayın. Altındaki zeytinler ezilecek.” Dedi.
Kadınlar yere eğilip yarı yarıya toprağa gömülmüş zeytinleri toplamaya başladılar ama iş yavaş ilerliyordu. Üstelik tırnakları acıyan kadınlar söylenmeye de başlamışlardı. Adile kimseyi duymuyor, toplayabildiği kadar zeytini seri bir şekilde toplamaya çalışıyordu. Bazen yerden, bazen daldan derken öğlen olmuştu. Traktörün kasasındaki azık çıkınlarını indirip kasanın yanındaki düzlüğe oturdular. Çıkınlarında ne varsa çıkarıp küçük bir yer sofrası kurmuşlardı ama genç bir kız sofraya oturmamış, ellerini yıkıyordu:
“Allah aşkına Adile Abla, şu ellerimin çirkinliğine bak; çamurun içinden zeytin toplayacağız diye tırnaklarım kalmadı. Ben, akşama düğüne gideceğim ama bu ellerle düğüne nasıl giderim.” Dedi ellerini göstererek.
Adile, kızın ellerine baktı, gerçekten kötü olmuştu. Aklına geçen yılki kendi hali geldi. Yemeğini acele acele yiyip sofradan kalktı.
“Siz az dinlenin ben hemen döneceğim.” Dedi ve traktöre binip köye gitti. Kadınlar, Adile’nin neden gittiğini bir türlü kestiremediler. Eve gelen Adile, geçen yıl, oğlunun düğününde takmak için aldığı ama kızının “Anne, senin elin durmaz bulaşığa, yemeğe davranırsın, yemeğin içine falan düşer tırnağın. Misafirlere karşı ayıp olur.” Diye takmasına müsaade etmediği tırnakları alarak geri işçilerin yanına döndü. Komik bir yüz ifadesiyle;
“Hadi bakalım uzatın ellerinizi!” dedi. Kadınlar şakın şaşkın Adile’ye bakıp ellerini uzattılar. Adile, kadınların işaret parmaklarına sırayla tırnakları yapıştırdı;
“Artık tırnağım kırıldı bahanesini istemiyorum bir! Zeytinler bitmeden eve gitmek yok, iki! ”
Takma tırnakları pek seven Müjgan;
“Aklınla bin yaşa emi Adile, işte kadın aklı… Düğünde takamadığın tırnakları bayırda taktın ya, hem de hepimize.”
13.07.2011 Emine UYSAL