4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1310
Okunma
Üşüyordu kadın... Matem tutan soğuk gecenin, sanki en onur verici misafiriymiş gibi yalnızlıktan ürpererek titriyordu. Önündeki hırçın denize baktı. Acaba hangimizde daha derin fıırtınalar kopacak diye mi düşündü. Bir damlanın düşmesiyle yanağına irkildi ve farketti deniz çağlayan olup aksa da üzerine, yangını sönmeyecek.
Mıhlanmış çiviler gibi o eski bankta eskimek istedi kadın. Milyonlarca darbe geldiğinde üstüne onlarla birlikte silinmek. Ojesinin yarısı çıkmış tırnaklarıyla çiviyi yerinden sökmeye çalıştı. Diğer kalan kırmızı boyaları çivinin üzerinde bırakarak. Soğuktan donan parmakları hala neyi fark edemiyordu ki ? Anladı sonunda. Bu çivi yerinden çıkmayacak. Durdu. Bütün hücreleri kaskatı kesildi. Rüzgarın uğultusunu duyuyor muydu acaba ? Birden hıçkırığının tiz sesi geldi kulağıma. Ağlıyordu.
Saatlerce ağladı,ağladı,ağladı. Burnundan akan şeffaf sümükleri kabanının koluna sürüyordu. Artık, üzerine vuran sokak lambasından kolları bembeyaz parlıyordu. Yanına gitmek istedim. Gidemedim. Dibe vurmadan yukarı çıkılmazdı bunu en iyi ben bilirdim. Bekledim.
Neden diye haykırdı kadın ! Neden ben ! Neden,neden,neden... Pişmanlık kokuyordu her vurgusu. Sarılmak istediği dağ yıklımıştı belli ki. Ve o da atmıştı kendini deniz kenarına. Sanki Karadenizin suları neye çözüm olacaksa.
Birden ayağa kalktı ve daha da yaklaştı denize.. Sanki hırçınlığını duyamıyormuş gibi. Kırık topuğuyla sendeleyerek, birkaç büyük kayanın üzerine çıktı. Anlamıştım. Bağırdım. Duymadı. O çıkmıştı bile yolculuğa Karadenizin sularında, tek kişilik biletle, dipteki mavi yolculuğa.
Anladım ki kendinden kaçamayan insanın, aradığı ve tek başına buluşacağı tek kişi yine kendidir.