8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
936
Okunma
Eğitim; en formal tanımı ile “istendik davranış değişikliği”dir. İstendik kelimesi ise kendisi ile barışık, çevresini seven, iyi duygulara sahip, değer veren, okur yazar olma gibi çok geniş bir spekturumu içermektedir. Şu yaşanan günlerde bir ergeni, yarınlara hazırlama telaşını yaşayan bir baba olarak, çocuğumun yetiştirilmesini daha çok rüzgarların esintisine bıraktığımı söylemem açık bir itiraftan öte bir yetemezliğin acı bir göstergesidir.
Zavallı oğlum sabahın erken saatlerinde yaşam koşusuna katılmakta, öğle arasını bile ders çalışarak boşa geçirmemekte (!), dersten çıktıktan sonra da dershaneye koşmakta, oradan da ara sıcak olarak ta matematik, fizik, kimya vb. özel dersler almaktadır. Yazımı yazdığım yeni günün ilk saatlerinde yeni yetme oğlum sorular arasında boğuşmakla meşgul. Sabah 08.00 de dershanede olmak zorunda. Bütün bu hengâmede oğlumun sergilediği tek bir etkinlik var “soru çözmek”. Beş seçeneğe ustaca yerleştirilmiş cevabı bulma koşuşu ya da en fazla doğru seçeneği bulabilme maratonu. Ne yazık ki onda, hiçbir istendik davranış değişikliğinin seyrini yani; kendisi ile barışık, çevresini seven, iyi duygulara sahip, değer veren bir insan olma yolundaki gelişimini hiç merak bile etmiyoruz. Tek merak ettiğimiz o gün kaç soru çözdüğü ve kaç neti olduğu. İstediğimiz sadece IQ temelinde, yönelim olarak bile EQ gelişimini hiçbir şekilde desteklemiyoruz. Aksine EQ gelişimi için ayıracağı zamanı kısıtlayıp, onu soru çözme zamanına ekliyoruz. Bu tür bir gelişim seyrini oğlumun arkadaşlarında ve ailelerinde görmek, yanlış yaptığımızı bile bile devam etme zorunluluğuyla bocalamış vicdanımı biraz rahatlatıyor. Oğlumun gelecek kaygılarını bir yana bırakıp bu fasit çemberi evimiz içinde kırsak bile, dershanede bu acımasız savaş fırtınası olabildiğince güçlü esmektedir. Okulunda, sınıfında, arkadaşları arasında da durum çok farklı değil. Onu yaşama ve getirilerine hiç mi hiç hazırlamıyoruz. Adeta camekân marulu gibi tamamen koruma ve gözetim altında kusursuz bir soru çözücüsü olmasına çabalıyoruz.
Yarın hava kapalı olunca, kar yağınca, ortalık buz tutunca sevgili marulumuza nasıl davranması gerektiğini asla öğretmiyoruz. Bu tür bir çaba içinde bile değiliz. Son yıllarda 15 yaş üstü gençlerde görülen intihar olayları bu konuda adeta olayın ne denli vahim bir seyre ulaştığını gösteriyor. Bu konuda bir araştırma yapmadım veya okumadım ama soru çözebilmekten başka bir özellik kazanmamış çocuklar ilerleyen yıllarda en ufak çözümsüzlüklerde, en kolay kaçış yöntemine sapıyorlar gibi geliyor. Bu konuda son örnek geçen hafta gazetede okuduğum bir batı üniversitemizdeki genç bir çocuğun trajik intiharı. Başarılı, maddi sıkıntısı ve görünür hiçbir psikolojik sorunu olmayan, çevresinde hep mutlu bir insan olarak tanımlanan, oldukça yakışıklı olan delikanlı tarım ilacı içerek yaşamına son veriyor. Olayın gerisinde yeni filizlenmiş aşkın en birincil basamağı olan çıkma teklifinin olduğu düşünülüyormuş. Ne büyük kayıp. Oysa yaşamda her an neler oluyor.
Bu genç insanın trajik sonuna benzer birçok olayı irdeleyebiliriz. Bizim gibi ailelerin ve kurumların çabalarıyla bütünüyle ortaya çıkardığımız yarışmacı eğitimimimiz ve bunun üzerine istemesekte, her gün koyduğumuz yeni tuğlalar, marullarımızı yalnızlıklarına ve çözümsüzlüklerine daha fazla hapsediyor. Yarışmayı tamamlayamayan, yarı yolda tökezleyenleri gördükçe sadece üzülüyoruz. Suçu tamamen eğitim sistemine yıkıp ve bu gerekçenin ardına saklanıp, vicdanlarımızı rahatlatıyoruz. Kendi çocuğumuzun tökezlememesi için dualar ediyoruz. Onları, yaşama ve sorunlarına hazırlamıyoruz. Kurduğumuz ışıltılı camekânlar içinde yetiştirmeye devam ediyoruz.
Yazıyı gerçekten yaşanmış ve bir istendik davranış değişikliği sergileyen Tanzanyalı atlet John Stephen Akhwari’nin, Mexico’daki 1968 Olimpiyatları’nda tarihe geçen mücadelesi ile sonuçlandırmak istiyorum. Alıntı yazı “Hava kararmaktadır” cümlesi ile başlamaktadır. Maraton yarışı sonuçlanalı bir saati geçmiştir. Stadyum neredeyse boşalmıştır. Stadyumun temizlikçileri yavaş yavaş etrafı toparlamaya bile başlamıştır. Tam o şırada stadyumun giriş kapışından bir siyahi atlet gözükür. Atletin gözü bitirme ipini aramaktadır. Koşma ile yürüme arası bir şey, seke seke ilerlemektedir. Sonunda atlet bitirme ipini göğüsler. Böylece geçer. Ama bu Tanzanyalı atletin tarihe geçmesine asıl neden, yarışı en son bitiren atlet olması değil, ipi göğüsledikten sonraki sözleri olmuştur. Bu Tanzanyalı atlet yarış sırasında bir kaza geçirmiş ve yaralanmıştır. Tedavisi yapılmıştır, ama bacağı hâlâ kanamaktadır. Stadyumda kalan küçük bir kalabalık bu atleti alkışlarlar. Bir kısmı takdirle alkışlamaktadır, bir kısmı da adamın yaralı bacağını görmediklerinden, belki de dalga geçerek alkışlamaktadır. Bu alkışlamada belki de, ""Akşam-ı şerifler hayrolsun! Nerelerdeydiniz mirim?"" türünden bir sorgulama bile vardır. Maraton koşusunu yazacak bir-iki gazeteci daha stadyumdan ayrılmamıştır. ""Neredeydiniz mirim?"" sorusunu bu gazeteciler daha bir usturuplu sorarlar : -Yarışı kazanma şansınızı kaybetmiştiniz. Neden ille de yarışı bitirmek için bu kadar kendinizi zorladınız? Bu soruya Tanzanyalı atlete çok şaşırır; ama sonunda cevabını verir : -Beni ülkem buraya sadece yarışa başlayayım, en önlerde olup derece alayım diye değil, yarışı bitireyim diye yolladı.