"Dalgın ve ötesiz berisiz ve de tanımaksızın yüzüyorum ölü denizinde kendi varlığımın."
Fernando Pessoa
__________________________________
İçimi yaran taşkın su... / Sürekliliğim... Her gün ve her
gece sen sanarak kendimi öldürmekten, seni
özlemekten, seni anlamaktan, seni anlamamaktan, sana hak vermekten ve sana
sevgiyle karışık delice bir öfke duymaktan artık yoruldum.
Biz seninle iflah olmayan iki yarayız. Bazen çığlıklarca susmak, kenetlenmiş bir dille konuşmaktan daha evladır. Şimdi ben sana ne söylesem daha evvel söylenmiştir.
’Ben bu ızdırabı yaşayan tek insanım’ diyememek beni kahrediyor. Keşke bir ben tatmış ve bir ben anlamış olsaydım bu yüce acıyı. Bir ben şahit olsaydım sızım sızım sızısına. Tek ben olsaydım, tek benim olsaydı paha biçilmez sancıları. Ama biliyorum benim gibi çılgınca şeyler düşünenler, kendine eziyet edenler sandığımdan da çok. Hissettiklerimi milyonlarca insan da hissetmiş olacak ki, benim yerime ruhumda kopan fırtınaları benden önce bırakmışlar suya.
Hayatım boyunca her şeyi uç noktalarda yaşayan ben, içimi deşen her duygu, birikintilerinden patlayan bataklıkları, kandıramadığım aklımın uslu yanlarını
zamanla delirtmesini öğrendim. Suç(lu)larım gözlerimden düşüyor üşüyen ellerime. Dilimi ısırmaktan b
aşka bildiğim bir şey yok; dişlerimden her sekişinde.
Senden b
aşka bir şey kalmadı içimde. Durmadan içim diyorsam aldırma. Tekrarlarım, pervane gibi sana dönüp, seni ezber edişimden. Görmedin mi! Yosun tutmuşum denizinde. Oysa küçük bir karıncaydım çatlayan topraklarda koşup duran. Sense avare adımlarla o topraklarda çatlaklardan sızan bir damlacık suydun. Biz toprağın bağrını deldikçe solucanlar bölünüyordu içimizde. Ne çok öldük çoğala çoğala...
Şimdi;
’her yol sana çıkıyor’ desem, biliyorum benden önce söylemiştir biri. Nereden bilsin söyleyen, ondan daha çok, çok daha çok, kalbimin en içinden iliklerime kadar hissettiğimi. Tüm yolları arşınlayıp beklediğimi. Ben beni, ben seni, en çok bizi ölürken, uyur gibi...
Bem
beyaz bir sayfa sere serpe yatıyor önümde. Benimse anlatacaklarım ne de yorgun. İçimi adabıyla yarmak isterken içime, ışıkları sönmüş bir şehir karanlığını bıraktı üzerime. Ne yana koşsam şöyle bağıra çağıra, yahut sessizce aynalara çevirsem yüzümü ve öylece geçsem hayatın bir yerinden. Döksem eteğimdeki taşları. Herkes kendine çıkarcı, herkes en çok kendine yabancı ve konuştukça burnumuz uzadıkça uzuyor, herkes
yalancı.
Gittim, olmadık bir
yağmura gökkuşağı oldum. Ne
zaman bir kentin üzerine serilsem renklerim akıyor,
bulutlara karışsam soluyorum. Açmasam diyorum öyle yedi renk,
siyah arıyorum hüznüm için, bir o yok! İnsanlar geçiyor içimden, batıl inanç işte. Şans getirmedim bugüne kadar kimseye. Flu köprüler kurdum, elle tutulmayan, çabucak kaybolan ama hep
gülümseyerek hatırlanan kısa bir an oldum uçup giden hayatın kanatlarında.
Evet ben bir gökkuşağıyım, eteğimde
yağmura doymuş topraklar...
fulya/kasım2011