16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1735
Okunma

Selma’nın tutunduğu boşluklardı ilk önce ellerini bırakan . Neye yarardı ki bundan sonra alınan her bir nefese bin ömürlük adanmışlık yapılsa bile. Olmalıydı bir hal çaresi. Olmalıydı. Kendisini içen sigaradan derin bir nefes daha aldı. Bir daha bir daha içini dolduran n dumanla tüm iyi niyetlerini dışarı çıkarmak ister gibi. Devleşti içinde, yıllardır biriktirdiği sır. Biliyordu her şeyin sebebi anlatamaması idi. Nasıl anlatabilirdi ki. Henüz on üçündeyken üvey babasınca istismar edilen duygularının attığı tohumlarının filizlenerek, bugün sarmaşık gibi bütün benliğini sardığını. Her tanıdığı yeni yüzde, nefretin ve öfkenin başat öğesini oluşturan çocuk sevgisinin suistimaline adının kazandığı o adamı gördüğünü.
Sarı kasım patalarının erken açtığı, bin dokuzyüz yetmişbeş Ekiminin bir Salı ikindisinde atılmıştı bu kuyuya. Zavallı bir kadın canının derdinde yan odada kan tükürürken, en son gidilen hastanede ki doktor yapılabilecek bir şey yok, ilaçlarınızı kullanmaya devam edin evinize götürün dedikten sonra. Her zaman ki gibi okuldan yeni gelmişti. Bir an önce okul formasını çıkartıp mutfağa girmesi akşam yemeği için bir şeyler hazırlaması gerekiyordu. Alelacele çantasını portmantoya bırakıp odasına geçti . Yan odadan annesinin öksürüğüyle karıştırdığı, titrek sesini duymuştu .” Selma sen misin kızım? “ kalın ve boğuk ölüme son hazırlığını tamamladığını her tonunda hissettiren sesini. “ Evet anne ben geldim “ diyerek mahçup şekilde cevap vererek yanına koştu. Soğuktan üşümüş elleriyle onu üşütmemek için, tenine temas etmeden sarıldı. Biliyordu en son babaannesi kuşun yelinden bile alır. O sana emanet dikkat et demişti. O günden beri her şeyine özen gösteriyordu.
Günün sıradan muhasebe envanterini annesine çıkardıktan sonra telaşla “ yemek hazırlamam gerek “ diyerek mutfağa geçti. Tam arkasını döndüğü esnada babasını gördü. Annesi ısrarla öyle demesini istediği için öyle diyordu yoksa gerçek bir babanın evladına hissettirdiği bütün duygulardan yoksun olduğu gibi garip bakışlarıyla ve davranışlarıyla babası olmadığını sürekli ispat etme çabasında gibiydi.” Baba sen miydin korktum “ sözlerinin ardından neden sus işaretini yaptığını bile anlayamadan bir an da ağzını kapatmıştı bile. Annesi duysa bile gelemezdi kurtarmaya hem babası yerine geçen o adam hem de kendisi biliyordu . Bütün iğrençliğiyle üstüne abanırken adam bütün ömrüne damgasını vuracak bir lekeyle yaşayacağını bilmeden susmuştu. Susmuştu artık her gece annesi uyuduktan sonra yapma diyerek yalvarmasına rağmen hayvanca isteklerine zorlayan, baba dediği adamın zorbalığına. Zaten annesi de çok yaşamamıştı. En azından böylesi bir iğrençliği bilmemiş olması, sadece hastalığının ıstırabıyla ölmüş olmasına sevinmeliydi bile belkide. Her şey yaşanalı yıllar yıllar olmuştu evet. En son cenaze dönüşü evlerinde yine aynı zorbalığı yapmak isteyene ve önceden harçlıklarıyla biriktirip aldığı özenle sakladığı tabancasını cebinden çıkartıp onu vurana kadar ki özgürlüğüyle şimdi yaşadığı özgürlük arasındaki farkı düşündü. Bir baba katili olarak anılıyordu. Kimse bilmiyordu, bilmeyecekti de gerçeği ama kendisinden kaçamıyordu bir türlü. Cezasını çekmiş olması neyi değiştirirdi ki. Ne kaybolan yıllarını, ne bedeninde hâlâ taşıdığı o iğrenç elleri kaldırıp atmıyordu. Hâlâ uykusundan kan ter içinde uyanıp çırpınırken buluyordu kendisini. Yıllar öncesinden kalma odasının tavanındaki aynayı da söktürememişti bir türlü. Baktıkça sakladıklarına kızıyor, acıları daha daha çoğalıyordu. Musalladan izler gibi kendisini o günlerden izlediğini biliyordu. Yılların yüreğinde biriktirdiği hüznünü, annesini çağıran çığlığını avuçlarına bırakıyordu her gece.Belki bu şekilde hafifliyor düşmüyordu ordan.O bile kendini yaşatacak bir sebep bulmuş, bir çıkar yol bulmuşken kendisi nereye akıtacaktı .Nereye boşaltıp düşmekten kurtulacaktı.Bilmiyordu.
Annesiyle birlikte kendisini de gömdüğünü düşündüğüne inanırken bir gün bu bilinmezliğe cevap verebileceğini, tavır ve yaklaşımlarıyla düşündüren Seyhan ile tanışana dek.Kimsenin adli sicil kaydından dolayı hele ki baba katilliği, cinayet suçundan dolayı içeri girmiş çıkmış birine bırakın iş vermeyi tiksinerek ve aşağılayıcı bir gözle baktığı bir an da hiç bilmediği o gerçek dostluğu ve yakınlığı göstermişti kendisine.İş bile vermişti üstelik.Ücreti az olsa da karnını doyurmaya yeterdi .Atölye de gördüğü o büyük halı yıkama aletlerini kullanmayı bilmiyordu ama olsun öğrenirim diye düşündü. Bu kadar üstüne düşen ve iyiliğini isteyen bu dürüst insanın sorularına doğru yanıtı mı vermeliydi. Anlatmalı mıydı ? “ Utanıyorum “ diye bildi kendi kendine usulca. Sonra yine düşündü utanmaktan utanan insan ne kadar insanım diyebilirdi ki. Utanmaktan utanmıyorum ama bu yalan söylemem için haklı bir gerekçe değil diye düşündü . Hem sonra utanılacak bir şey varsa şu an da mezarda olan o adam yapmıştı. Susması ya susması kabullenmesi, annesine söylememesi bunlar için suçlanmalı mıydı ? “Yo hayır “ dedi . Zaten günleri sayılı bir kadını daha önce gitmesi gereken yere göndermek olurdu bunun adı. Yine bir gün makinenin başında halılara deterjanını serpmiş tam yıkamaya başlayacağı sırada Seyhan ustanın hadi biraz çay molası ver de sohbet edelim dediği an da kararını verdi. Anlatacaktı bütün gerçeği. Kim olduğunu, neden yalnız yaşadığının sebebini. Hem böylesi iyi bir insanı daha fazla annem babam kazada öldü yalanıyla kandıramazdı.
Çaylarını karıştırmaya başladıklarında. Titreyen, onurlu, gururlu ama utanan bir ses tonuyla “Usta sana bir şey söylemem lazım “ diyerek söze başladı.Bütün hikayesini baştan sona anlatmaya başladı.Geceleri kapkara bir sis gibi üstüne çöken kabuslarından, sonra bir türlü uyananamaktan, kolunu bile kıpırdatamayacak kadar halsiz kaldığından, sanki çok gizli bir elin kendisini yatağa sıkı sıkı bağladığından, kulaklarının dışarıdan gelen rüzgarın sesini ve cama değen dalların tıkırtısının uzunca bir süre anlamsız sesler gibi duyumsayışından.İçinde ve dışında yaşanmış, yaşanılan her ne varsa büyük bir açık yüreklilikle anlattı. Büyük bir sabırla ve kimi zaman şaşkınlıkla kimi zaman hiddet yüklü bakışlarla kimi zaman gözünde biriken yaşları gizlemeye çalışma amacıyla, sürekli elleriyle kaşlarını düzeltme gayretine girişerek dinlemişti ustası…Derin bir nefes alarak söze başladı :
“ Gel küçüğüm sen mezara sadece anneni gömmemişsin. Kendini de gömmüşsün. Hem öyle bir mezar değil bu. Öylesine büyük ki. Bir insanın kendisine kazdığı mezardan daha büyük mezar yoktur. Yaşanmış bir yazgının devamını getirmenin sana bir faydası yok.Haydi şimdi şu an uzat ellerini .Belki baban olamam ama, böylesi bir cesareti gösterip tüm içtenliğinle bu gerçeğini paylaşmış olman, insan olmamın bana yüklediği en büyük vazifesinden aldığım cesaretle ömrüm yettiğince bir dost, bir arkadaş, bir abi adını ne koyarsan koy bütün boşluklarına sahip çıkacak biri var artık.Ama söz ver bana öncelikle” “ ne sözü usta” evindeki o aynayı önce söktüreceksin.Yeter sen de yer kalmamış.
ŞÜKRAN AY