3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1973
Okunma

Vatan dediğin neydi ki... Bir avuç toprak kadardı. Onu büyüten içinde olanlardı. İçinde anam, bacım, dostum, arkadaşım vardı. Ustam, hocam, komutanım, iş ortağım hep oradaydı. Sevdam göğsünün üzerinde nazarlık gibi durandı. Ben sevdasını sürdüm, başkaları nemalandı…
Siz hiç VATAN uğruna şehit verdiği oğluna havuz başında ağlayan, cenazeye jeep ile gelen bir şehit annesi gördünüz mü? Ne oluyorsa gariban halka oluyor
Allah bu insanları ağlatanları da ağlatsın.
Bu vatanın nimetleri başka kapıya, bekçiliğini yapmak, uğruna ölmek de hep garibana düşüyor ne hikmetse... O insanlar daha güvenle jeeplerine binebilsinler, huzurla işlerine gidebilsinler, Ankara daha güvenli bir ortamda kursun kuruştursun, aklını canına takmadan daha iyi kurgulasın diye yoksulluktan evinin elektriği kesilmiş anaların oğullarına ihtiyaç var...
Bir avuç insanın huzuru için vatan millet sakarya durumları işte...
Keşke şöyle yürekten ve insan olduğumuzu unutmadan “bu vatan bizim” diyebilme keyfini doyasıya yaşayabilseydim...
Keşke hiç korkmadan, doğu-batı ayrımına düşmeden karış karış bu toprakları gezebilseydim…
Keşke Kürtçe öğrenmeye çalışsaydım İngilizce kadar, Türkçe öğretseydim Fransızca öğrettiğim kadar. Sadece birbirimizi daha iyi anlayabilmek için. Sevginin dili olmasa da küfrün ve nefretin dili var. Ondan zaten bu dil dil diye ayrımlar.
Keşke kızıma “jiyan” ismini yüreklice koyabilseydim, keşke “rojda”ları daha çok sevebilseydim, keşke onlara beni sevmeyi öğretebilseydim…
Onunla damda yatıp yıldızları sayabilseydim keşke, okul yolunda saatlerce yürüyebilseydim aynı türküyü dinlemek için, onunla dağa çıkıp koyun güdebilseydim, sorabilseydim keşke bir anaya oğlu neden dağa çıkmış, dağda ne kadar mutluymuş
Ve yine bir babaya kızını dağa göndermek yerine neden okutmadığı. Belki görürdüm babanın çaresizliğini, imkânsızlığını….
Yaşadıklarını dinleyip yaşamadıklarını yazabilseydim keşke, ona bu kadarcık borcum olduğunu görebilseydim.
Âşık olan bir gencin gözlerindeki çaresizliği hissedebilseydim keşke sırf sevdiği kendi halkından olmadığı için.
Dağa çıkmanın tek çare olduğunu gören körpecik yüreklerin neyin altında ezildiğini, dağa çıkarsa önemsenmenin ne demek olduğunu görebileceğini düşündüğünü anlayabilseydim. Evini, ocağını, yediği sıcak aşı, ısındığı ateşi bırakıp hangi şartların onu oraya gönderdiğini tespit edip yok edebilseydim keşke bu gerekçelerini. Dağa çıkacağına bana 5 çayına gelseydi mesela. O kıtlama içerdi çayını, ben süt katardım belki ama aynı demlikten süzülürdü bardaklarımıza.
Şimdi bakıyorum da orada da hep garibanlar ağlıyor. Yok mu oranın da paragöz babaları? “Yatırımlarını bu topraklara yap” diyebilseydim,” İstanbul da ki yatırım seni büyütmez, cebini büyütür ancak, cebi büyük olanın gönlü küçüktür, yüreğini büyüt” diyebilseydim.
O dağlardan çiçekleri koparıp kendi bahçeme dikmek yerine koklamaya o dağlara gidebilseydim. Gitmek için önce daha çok yollar, okullar, hastaneler, fabrikalar yapabilseydim. Ülke yatırımını sözde değil eylemde oraya yönlendirebilseydim, o insanlara batıya gitme alternatifine karşı batı kültürünü oraya taşıyabilseydim. Emek verseydim de önce sonra emek isteseydim. Senin dilin, senin halkın, senin inancın” diye bölücülük yapacağıma, “Kürtsün” diye bağıracağıma, “batının da senden öğreneceği çok şey var, diline ve kültürüne sahip çık, onlar bizim” diyebilseydim…
Ne çok şeyi değiştirmek düşüyor insanın aklına… Keşke ne çok şeyi değiştirebilseydim, ne çok şeyi.
Adını siz koyun “ne çok şeyler” in artık…
Herkesin sebebi benimkine benzemez.
İnsanın tek başına “devlet” olası geliyor, insanın eline bir sihirli değnek alası geliyor, insanın içindeki tüm sevgiyi boşaltası geliyor, insanın deli gibi haykırası geliyor
“yanlış yerde aradık ruh ikizlerimizi… Devletin ruh ikizi olamadık yazık ki”
Sevgi Dündar/25ekim2011