10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1592
Okunma

...
Buzdolabını açtı ve boş gözlerle bir kaç saniye baktıktan hemen sonra yüzüne vuran soğuk hava dalgası ona dere otu alması için orada bulunduğunu hatırlattı. En alttaki sebzelikten dere otunu çıkardı. Dere otundan oldum olası hoşlanmıyordu. Ama hayatın cilvesi, yemek kurallarında da geçerli olmalıydı ki, kabak dolmasına çok yakışıyordu ona fazlasıyla sevimsiz gelen bu ot, ses kısıklığına iyi geldiği gibi...
Dere otunu tezgahın üzerine bıraktı. Dere otunun ironisini yapacak durumda değildi şimdi. Canının hiç yemek yapmak istemediğini fark etti. Mutfaktaki yeşil koltuğa oturdu ve telefonunu eline alıp kurcalamaya başladı. Operatörü ona bir jest yapmıştı. Tüm gün bedava konuşma süresi kazanmış olduğunun mesajı gelmişti. ’Kazanmak’ ..diye geçirdi içinden. ’Bazen ne kadar kolay.’ Ne yapmıştı da kazanmıştı. En iyi bildiği şey kaybetmekti. Kazanmak sözünü uzun zamandır duymadığını hatırladı hayıflanarak. Sanki lügatından silinmiş bir kelime gibiydi. Mesaj dahi olsa, bu söz onu bir hayli düşündürmeye yetti.
Birden aklına uzun zamandır kontörü olmadığı için aramadığı yakınları geldi. Sıradan ve hızla gözden geçirdi rehberini. Liseden arkadaşı Gizem çarptı gözüne. Aylardır hiç konuşmamışlardı. Bir zamanlar yediği içtiği ayrı gitmeyen en yakın dostuyla ne zaman bu kadar uzaklaştıklarını düşündü, şaşırmadı. Hayat insanlara öyle şeyler sunuyordu ki, bazen insan kendisini bile aramayı unutuyordu bir yerlerde. Hiç düşünmeden arama tuşuna bastı ve Gizem’in biraz sıkılgan, biraz ümitli ve biraz dost sesini duymayı bekledi.
_ Alovvvvv.... diye kendi içinde muzip bir ses tonuyla seslendi eski dostuna.
_ Ooo... Aslı? Hangi dağda kurt öldü de aklına gelebildim, hayırdır..
_ Nası yaa! Şimdi iyi bir şey mi yaptım, kötü bir şey mi anlayamadım. İlk söyleyeceğin söz bu mu?
_ Ne biliyim, sen beni aramazdın, nerden aklına gelebildim..
_ Bu geçen süre zarfında sen de beni aramadın. Bu sitem de ne şimdi. Ah hiç değişmemişsin, hep bir ima, bir laf sokma.. İnsan biraz mutlu oldum falan der. Ben cıvıltılı bir sesle seni arıyorum, senden de aynısını duyma umuduyla, senin dediğine bak! Sen niye aramadın?
_ Yaa ben bi ordayım, bi burdayım, sürekli bi koşturmaca.. Anlarsın işte..
_ Aynen Gizem, aynen! İşte aynen ben de ondan aramamışım demek ki..
_ Eee neler yapıyorsun, iyi misin? Ne var ne yok?
_ Bildiğin, bilmediğin gibi işte, her şey aynı.. Değişen bir şey yok..
Uzun uzun susmaların ardından Gizem’in kuaförde olması ve saçını yapan çocuğa sürekli direktifler vermesiyle bölünen konuşma, soğuk ve tatsız bir akışta sürerken sonunda Aslı’nın da sıkıldığını anlayan Gizem’in; ’ Yaa benim saça fön çekilecek, ben seni sonra arayım mı?’ demesiyle, o sonranın hiç olmayacağını ikisinin de bilmesinin umarsızlığıyla, yalandan hallice güzel dileklerle kapandı telefonlar.
Aslı tatmin olmamıştı. Operatörün onun ruh halini bile bilmeden verdiği bu bedava şov faslı canını sıkmıştı. Yine de yeni bir ümitle bu kez de ablasını aradı.
_ Alovvvv...
_ Aslı, napıyorsun canım?
Bu kez biraz daha ümitli bir ses vardı karşısında. Ama biraz telaşlı gibiydi. Söylemesine gerek yoktu, ablası bal gibi biliyordu. Aslı içinden ’kesin bedavam olduğu için aradığımı anlamıştır’ diye geçirdi. Ama bir şey demedi ablası. Dışarda olduğunu, okulların açılmasına kısa bir süre kaldığı için kırtasiyelik bir şeyler almaya çıktığını söyledi. Anlaşıldı, meşguldü. Bugün kimse onunla konuşmak için uygun değildi. ’Tamam’ dedi, ’sen işine bak, sonra konuşuruz’
Rehberi karıştırmaktan vazgeçti. Kimseyle konuşmak istemiyordu. Karar verdi sırf operatörün bu tutarsız jestine rest için kimseyi aramayacaktı. Ama annesinin sesini duymak istedi birden. Onu da arayım sonra tavrımı koyarım diye operatörüyle, dağ dağa küsmüşcülük oyunu oynadı kendince. Annesi beklediği gibi cevapladı telefonu. Uzun uzun konuştular. Aslı bir hikaye yazmak istediğini anlattı annesine. Annesi her zamanki acıklı yaşanmışlıklara üzgün ses tonuyla, seneler evvel trafik kazasında kaybettiği amcasının kızından bahsetti. İki tane yarışçı gencin ölümüne sebep olduğu güzeller güzeli, yeni öğretmen olmuş Serap’ın nasıl heba olduğunu anlattı. ’Nişanlıydı üstelik, yazık oldu’ dedi. ’Onun hikayesini yazsana.’ Aslı iç sıkıcı bir ruh halinin olduğunu ve böyle bir konu yazarsa daha da bunalacağını söyledi. Başka bir şey yazmalıyım dedi. Yazınca rahatlayacağım bir şey..
Telefonu kapatıp koltuğa fırlattı. Bilgisayarı açıp, dün başladığı hikayeye bir göz attı;
’Günlük rutinlerini tamamlayıp evden hızlı adımlarla ayrıldı. Apartman merdivenlerinden inerken künyesi yere düştü. Eğilip aldı, koşturur vaziyette aşağı inerken aklında hala kapıyı kilitleyip kilitlemediği ve çaydanlığın altını söndürüp söndürmediği vardı. ’Mutlaka söndürmüştüm’ diyerek içini rahatlattı ve onu bekleyen servise doğru koştu. İyi ki evden çıkmadan evvel arkadaşının telefonunu çaldırmıştı. Yoksa servis yine onu beklemeden çekip gidecekti ve o yine dolmuşla ulaşmak zorunda kalacaktı iş yerine.
Sevmediği mesleğini, sevmediği patronunu ve iş yerindeki bunaltıcı odasını düşündü. Ayakları her defasında geri geri gidiyordu. Aklına kocasının söyledikleri geldi. ’Bunu kendin halletmelisin, sana güveniyorum. Sen en doğru kararı vereceksindir. Nasıl davranmak istiyorsan onu yap’ İyi ama nasıl... Çalışmak zorundaydı. Kocasının maaaşıyla geçimlerini sürdürmeleri çok zordu. İşten ayrılamazdı. Ama bu işten de, çalışmaktan da nefret ediyordu. Her gün hayalinde yeni yeni istifa konuşmaları hazırlıyor ve neden sonra vazgeçiyordu. Her defasında sahip olmak için kılı kırk yararak aldıkları evin kredisi geliyordu aklına. Bu kendisine; ’otur oturduğun yerde küçük hanım’ demesi için geçerli bir sebepti...’
Bu hikayeyi hiç sevmedi. Hayatın içinden ama hayattan uzak bir şey yazmak istiyordu.
bazen; içi dışına taşmaz, dışı da içine sığmaz ya insanın... nereye sığardı o vakit..
bazen; boşluklardan ölüm beğenmek gibi, bulduğu bir kuytuya sığınır ya insan
bazen; göçer ya kendinden yine kendine
bütün okyanusları içer de, öyle tuzludur ya tadı, susuzluğun dinmez, geçmez yangın’ın..
_________________________________işte öyleydi...
Dün geceden kalma bir cümleyi tekrar etti dudakları..
Kalbim!
Matruşkalar gibi, sakla beni içine..
Hava sıcaktı, uzaklardan bir düğünün tahminen orta yerinde çalınan davul sesi yükseliyordu. Arabaların motor sesi, çocuk sesleri, kuş sesleri.. Kendi sesini unuttu birden. Kapattı ekranı. Dolaptan kabakları çıkardı. Tezgahtaki dere otu şaşkın bir edayla sere serpe orada yatıyordu hala. Eline aldı, kokladı, ayıkladı, yıkadı ve doğrarken bir şarkı mırıldanmaya başladı.. Dere otunu incitirken...
fulya/eylül2011