10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1365
Okunma

Otuz yaşındayım ve dört yıllık evliyim. Güzel bir işim var, iyi kazanıyorum. Yakışıklıyım. Sağlıklıyım. Eşim hamile, çocuğum olmak üzere. O güzel bir kadın, onu seviyorum. Sevişerek evlendik. Evlenmeden önce beş yıl seviştik. Toplamda dokuz yıldır birlikteyiz. Alıştık birbirimize. Kitap okurken bana bir şey sorulmaması gerektiğini biliyor, bende şişe kapaklarının kapanması mevzusunda uzmanlaşmış bulunuyorum. Deniz kıyısında, bahçesinde beyaz sandalyeleri olan bir evde yaşıyoruz. Mobilyalarımız göz dolduruyor. Halıları geçen hafta İran’dan aldık. (İran’da artan turizm popülasyonundan geri kalamazdık.)
Büyük garajımızda, küçük bir spor arabamız var. Şu meşhur İtalyan markalarının, gri tonları iyi kullandıkları spor arabalarından.
Bundan dört sene önce, (o akıllı vidaların keşfini yapmamamdan önce) hiç düşünmezdim hayatın bana böyle yön vereceğini. Salaşlığı belli ölçülerde seviyordum. Dut ağaçlarının arasında yaşayabileceğimi ve renkli kıyafetlerle daha da renkleneceğime inanıyordum.Bir kalem her şeyi mümkün kılabilirdi.
Bir de dostlarım vardı, öyle iki yıllık üniversite mezununun çokça olduğu ve iş görüşmelerinde beraber zamanımızı çokça paylaştığımız arada bir tutturup da, babaannelerden alınan üç-beş kuruşla tatile çıktığımız ve parklarda karpuz ekmek yediğimiz, dostlarım.Koca da adamdık.
Girişimcilik zirvesine katılıp da beyin fırtınası yaparak, damacana su işine girmenin planlarını yaptığımız zamanlardı.
Pazardan üzümleri seçerek almanın keyfini, yapılan pazarlıkla arttırdığımız, akşam vakitlerinin yorgun pazarcılarını gafil avlamayı, gündelik amaçların en odak noktasında koyduğumuz zamanlardı. Bilirsiniz işte, çoğumuz bu zamanları biliriz.
Elbette sahiptim bir plana ve bütünsel bir amaca. Gündelik amaçlarla gitmeyeceğinin farkındaydım zira. Hoş ve boş günler geçirirken bir üzümden daha fazlası elde etmenin peşindeydi varoluş çabalarımın hırsı. Zaten anlamışınızdır, yazıya girişin maddeliğinden; yakışıklılık, güzel bir eş, mobilyalar, spor araba özentiliği.
Düşündüğümde geçmiş ile gelecek arasında ki bugünümü , her şeye “iyi” diyebiliyor muyum diye sordum dün gece, plana ve programa sığdırılmış bir sevişme sonrasında. Uyuma numarası yapmıştım sevişme ardından, çünkü dün perşembeydi, biz perşembeleri iki kez sevişiriz. Bu bahis açıldı madem biraz daha bilgi vereyim; pazartesi ve perşembe sevişiriz biz. Arada bir de cumartesi günleri.
Cumartesi günlerinin bazılarında bürokratlarla hafta sonu kritiği ve anlaşmaları yaparız. Gayri resmi bir gün olduğu için özellikle seçtiğimiz cumartesileri, sabah kahvaltısında son derece lüks olan ve bir dönemde belediye başkanlığı yapmış zaa’tın medyalarda sık sık dedikoduklara maruz kalmasının sebebi olan restorantının bahçesinde önemli anlaşmalar yapar , iyi kazanırım. Karşılıklı bir kazanmadır bu. İşte böyle olan cumartesileri daha da ateşli sevişmeler yaşarız biz eşimle.
Nerede kalmıştım, evet en son dün gece “iyi” miyim’ e çıkan bir soru sormuştum kendime, cesaretle. Uzun kandırışlarımın gerimde birikmesiyle, elbette cevabım iyi değilim oldu. Sonra bunu anlatmalıydım dedim birilerine. Kendimi bu yazıda buldum. Kimseye anlatamazdım çünkü. Karım duygusal biri, bunlardan bahsedemem, onu yaralayabilir. Onun üzülmesini istemem. Annem öğrencilik yıllarımda bana çalışmam gerektiğini sürekli hatırlatan biri olduğu için, bu halimin memnuniyetini yaşıyor. Ona da anlatamam. Her şeyin normal olmasını seven bir kadın o. İş’in normalliğin üstünde olmasını ise bayılır gibi bir hali var.
O eski dostlarım desem, uzun zamandır ihmal ettim onları… Geçenlerde birinin, kredi çekerek yeni açtığı, adına da “internet kafe” verdiği, dükkanına gittim. Pek soğuktu bana haklılık derecesinde. İşlerinin nasıl olduğunu sordum “iyi” dedi. Benim işlerimi sorduğun da , bende aynı cevabı verdim.
Diğeri memuriyeti kazandı ,o karpuz dolu tatilimizin birinde aldığımız haberle. Daha yeni evlendi. Yurt dışında iş peşinde olduğum için gidemedim düğününe. Annemden duyduklarıma göre, çok güzelmiş her şey. Biraz kalitesizdi dedi annem ama çok sıcakmış. Kapı önünde yapılan kına gecesine, at arabası ile gitmişler ve bunun mistikliğinden etkilenmiş annem. Çalgı, çengi ve dağıtılan pideleri anlattığında, eski günlerim gelmişti aklıma. Birde ekledi, hee oğlum bu arada dostun çok kırıktı, yıllarca birbirinizin nikah şahidi olacağından konuşmuşunuz kendi aranızda dedi. Sustum.
Anlatacak bir burası kalmıştı, çıkarcı eski belediye başkanına anlatmayacağımı, kendi iç sesimle sizlere sorduktan sonra ki, hoş görünüzle..
Aslına bakarsanız bir tuhaf hikaye bu. Biraz yozlaşma kokuyor. Mahallede bir düğün öncesi dağıtılan pideleri özlediğimi söylerken, karidesler, ıstakozlar yiyorum.
Bunu becerebilme (çünkü sonradan görme için çok zor bir şey karides ve ıstakoz yemek) gururunun olması ve şehveti sevmem daha da karmaşıklaştırıyor beni. İçimde sanki iki kişi.. Biri diğerinin nefreti, biri diğerinin gene nefreti..
Özlemler, yeni denilebilecek şeylerin keşfi, lüks ve salaşlığın arasında sıkışıp kalan beynimle, eskiye doğru hiçbir eylemsizliği kabul gören ve şuanda ki hayatımı meşru kılan aklımla, bir şeyleri değiştiremiyorum. Çok okudum ben zamanında. Son yıllarda bir şey yazmaya vaktim olmasa da, zamanında çok şey de yazdım, ama bilirsiniz işte gene, siz her şeyi bildiğiniz gibi; “hayatın süreklilik istediğini“ ve önceleri çok şey yazmanın içimde ızdıraba dönüşmüş derin bir yaranın kabuğunu kapatmadığını ve edebiyat vicdanımı rahatlatmadığını bildiğiniz gibi. İşte o çokça şeyler okuduğum zamanlarda, bir çok yerde gördüğüm aynı zamanda da bir çok yazılarda kullandığım, “değişim bugünde başlar”ı özümsediğim halde ve bir çok ölçüde, eskilere değişim ile gitmek istememe rağmen aynı yerde saymak acı verici.
Bir şey düşünmeyerek, sadece olağanlığı yaşadığım bir zamana gitmek, beni çok mu bencil yapardı?
Çocuktum.Sokaklarda oynuyordum ve dört yaşındayken evimin kilometrelerce uzağında ki lunaparka kaçmıştım. Polisler beni bulup da eve getirdiğinde, -şimdi hiç birini görmediğim sülalem- toplanmış ve bana endişeli gözlerle bakmışlardı. Bende onları meraklı gözlerle süzmüştüm. Bu konu ne zaman aklıma düşse, kafamın üzerinde açılan balonla o an’ın videosunda, kendimi izlediğimde hep, “bu yaptığımın neresi kötüydü”yü soran bakışlarımı görürüm. Çocuktum ve lunaparklar güzeldir.İşte hepsi bu.. İşte hepsi bu zamanlarda sadece olağanlığı yaşamışım demem kendi kendime.
Şimdi bir hayatım var, yetişkinlikte hemen hemen istediğime yakın bir hayatım. Sadece tek fark işim. Daha çok iz bırakmak isterdim. Bir sokağa adımın verilmesini, bir masada beni tanımayan insanların cümlelerimi konuşmalarını istediğim gibi. Bir yazar olmak isterdim, kendimi bulduğum her an’da..
Benim hamurum bozuktu, yılların analizi bile bunu gösteriyordu. Bir eylemi, bir şey bulmak için yapmak, o eylemi imkansız kılıyordu. Hangi yazar bir sokağa adının verilmesi için yazmıştı ki?
Karışıktı, her şey çok karışıktı. Ama lanet olsun ki, beynim ve algılarım bunu düşlüyordu. Bunu biliyordu, bunu istiyordu. Bunu hiç saklamadım o yüzden, eylemlerimin getirilerini açıklamayı hiç saklamadım o yüzden. Çünkü bu çok büyük ihanet olurdu, şuan ki hayatımdan çok çok daha büyük bir ihanet. Hayatıma ihanet edebilirdim ama yazarlığa ihanet edemezdim. İçime ihanet edemezdim.Kelimelere ihanet edemezdim. Çünkü kendimi bulduğum tek yer kelimelerdi.
Dıştan yaşayan bir adam var şimdileri. Hiç içini açamayan. Ama ne olursa olsun, hiçbir zaman içindekileri anlatmaktan çekinmeyen bir adam.
Tek tutunduğum bu. Hep tek tutunduğum bu oldu, önemsiz ve basit bir insan olmamayı istemediğini açık açık bağıran bir adam.
Bilirsiniz işte, siz hep en iyisini bilirsiniz.. Bu karar sizin..
// KURGUDUR, Gerçeği teşkil etmez//