24
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1684
Okunma


Parmaklıkların dibine, bana ve kayıt cihazına yakın bir yere, bağdaş kurarak oturdu. Cebinden sigarasını çıkarttı, yaktı. Anlatmaya başladı:
“ 16 yaşımdaydım. İki kız kardeştik. Ablam, o yaz başı evlenmişti. Eniştem, dünyalar tatlısı bir insandı. Ağabeyim gibi seviyordum. Hatta tapıyordum. Ablamla, mutlu bir evlilikleri vardı. Maddi durumları müsait olmadığı için bir arada yaşıyorduk. Bu durumdan da kimse şikayetçi değildi. Yaz sonuna doğru ablam, hamile kaldı. Zor geçiyordu, hamileliği. Sürekli midesi bulanıyor, yerinden kalkamıyordu. Annem, tarlaya gitmem yerine ablama bakmakla görevlendirmişti, beni. Bir yeğene sahip olacağımın keyfi ve heyecanı ile dört dönüyordum, ablamın etrafında.
O gün, evi temizledim ve yemekleri pişirdim. Çok terlemiş ve yorulmuştum. Banyo yapmak için suyu ısıttım. Ablama baktım. Huzur içinde uyuyordu. Sıcak su kazanını alıp avludaki banyoya geçtim. Evde kimse olmadığı için kapıyı kilitlemeye gerek görmedim. Hem ablam çağırırsa, hemen koşabilecektim. Soyundum. Tahta tabureye oturup yıkanmaya başladım. Bir ara, sırtıma vuran soğukla ürperdim. Arkamı döndüğümde, eniştemi gördüm. Kapının eşiğinde durmuş, bana bakıyordu. Çıplaktım. Utandım. Saklanmaya çalıştım. Başaramadım. Eniştem, içeri girdi. Kapıyı kapattı. Sürgüsünü çekti. Gerisi, kabus gibiydi. Durduramadım. İşi bittikten sonra, kalktı ve hiçbir şey olmamış gibi çıktı, gitti.
Günlerce, ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Korkuyordum. Hem de deliler gibi korkuyordum. Yemeden, içmeden kesilmiştim. Günden güne, eriyordum.
Bir sabah, herkes tarlaya gittikten sonra, eniştem yine geldi. Avluda, çamaşırları asıyordum. Bir eliyle, belimden tuttu. Diğer eliyle, ağzımı kapattı. Deli gibi çırpınıyor, kurtulmaya çalışıyordum. Çamaşırlığın kuytusuna doğru sürüklenmeye başlamıştı ki ablamın çığlığı yankılandı, avluda. Kapının eşiğine yığılmış, eliyle karnını tutuyordu. Bacaklarının arası, kan gölüne dönmüştü. Eniştem, beni bir kenara fırlatarak, ablamın yanına koştu. Düştüğüm yerden kalkar kalmaz, ben de arkasından koştum. Ablamı kucaklamak, ne olduğunu anlamak istedim.
“ Bana dokunma. Küçük fahişe, seni.”
Dondum. “ Abla? “ dedim.
“ Eniştesini ayartana, başka ne denir? Fahişe…”
Ablam, çocuğunu düşürdü. O gece, hepimiz, salonda toplanmıştık. Ablam, ev halkına, olanları anlattı. Benim eniştemi ayarttığımı, ahlaksız bir kız olduğumu, söyledi. Enişteme baktım. Gözlerini yere dikmiş, masum masum oturuyordu. Bana, hiç bakmadı.
16 yaşımdaydım ve suçluydum.
Çok geçmeden, komşu köyden, yaşlı bir adamla evlendirdiler, beni.”
“ İtiraz etmediniz mi? Doğruyu anlatmaya, çalışmadınız mı? “
“ Seni dalga mı geçiyorsun, benimle? 16 yaşımdaydım, diyorum. Ve bana tecavüz eden de eniştem di. Kime, neyi anlatacaksın? Soru soran mı vardı da anlatmadım, sanıyorsun? Siz şehirliler için her şey ne kadar kolay görünüyor, değil mi? Doğruyu anlat, olay çözülsün. Köyde, hayat böyle değil be güzelim. Doğru nedir? Bilmeyiz biz. Bize söylenen her şey, doğrudur. Doğru olmak zorundadır. Örf vardır, adet vardır. Hepsinden de önemlisi; Namus denen bir bela vardır ki uğruna harcanan hiçbir hayat; yazık değildir.“
“ Özür dilerim. Sizi kırmak, kızdırmak istememiştim.”
“ O zaman sus ve dinle. Ya da dinleme ve git. Ama kalacaksan, sözümü kesmeyeceksin. Ben, bitirince sorarsın, sorularını. Kendimi anlatmaya hazırlamışken, sorularınla, bölme.”
“ Peki, anladım. Sizi dinliyorum.”
“ Ne diyordum? Komşu köyden, yaşlı bir adamla evlendirdiler, beni. Adam, iktidarsızdı. Her gece, üstüme çıkar, tepişir ama bir şey yapamazdı. Yapamadıkça da hırsını benden çıkartırdı. Yediğim dayaklardan yılmıştım ama yapacak bir şeyim yoktu. Gidecek bir evim yoktu. Ailem yoktu. Çaresiz katlanacaktım. Katlandım.
Akşamları, arkadaşları gelirdi. Sabahlara kadar içki içer, sohbet ederlerdi. Yine böyle bir gece, yemeklerini hazırladığım tepsiyi bırakmak için odaya girdim. Üçü, kafa kafaya vermişler, fısıldayarak, bir şeyler konuşuyorlardı. Umursamadım. Tepsiyi bıraktım ve çıktım. İki lokma atıştırıp, karnımı doyurduktan sonra yattım.
Her gece, rüyamda, eniştemin tecavüzünü görüyordum. Elime geçecek ilk fırsatta, öldürmeye yemin etmiş etmiştim, kendi kendime. Ama nasıl yapacağımı bilmiyordum. Karıncayı bile incitmemiştim, o yaşıma kadar. Bir insanı öldürme düşüncesi, ter içinde bırakıyordu, beni.
Yine aynı rüyayı görüyordum. Eniştem, üstüme çıkmış. Bir eliyle ağzımı kapatmış, diğer eliyle çamaşırımı çıkartmaya uğraşıyordu. Çıplak olmam gerekiyordu, banyodaydım. Üstelik eniştem, içki de içmezdi. Deli gibi gözlerimi açtığımda kocam olacak adamın arkadaşını gördüm. Mücadele etmeye, elinden kurtulmaya çalıştım. Baktı ki olacak gibi değil, diğerlerini yardıma çağırdı. Kocam, ellerimi tuttu. Öbür adam, bacaklarıma abandı. Sırayla tecavüz ettiler.”
Sustu. Derin bir sessizlik çöktü, koridora. Sus dediği için sesimi çıkartmadan bekliyordum.
“ Sigaram bitmiş. Bir paket alıp, geleyim.”
Döndüğünde, elinde bir paket sigara ve bir bardak su vardı.
“ Amma konuştum, yahu. Dilim, damağım kurumuş.” Dedi.
Anlattıklarını yaşamayı bırakalı çok olmuştu. Bu, her halinden belliydi.
“ Sigara? “
“ Teşekkür ederim, kullanmıyorum.”
“ Aferin sana, cici kız.”
Kesik bir gülüş döküldü, dudaklarından. Gülmeyi unutmuş insanların gülüşü…
“ Geceler, bir kabus olmuştu, artık. O iki adam, her gece geliyorlar ve her gelişlerinde de odama uğrayıp ondan sonra gidiyorlardı. Hiçbir şey hissetmez olmuştum. Ta ki hamile olduğumu anlayıncaya kadar… Hamileydim ve bunu kimseye söyleyemiyordum. Uzun süre, ne yapacağımı düşündüm. Bir günah çocuğuydu. Babasının kim olduğunu bile bilmiyordum. Başka neyin var? Diye sordum, kendime. Hiç! Hiçbir şeyim yoktu, kalmamıştı. Ama bu bebek… Hayata tutunacak, bağlanacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Bu bebekle, bir şeylere sahibim diyebilirdim. Anne olacağım! Düşüncesi bile yüreğimi ısıtmaya, yüzümü güldürmeye yetmişti. Bu bebeği istiyordum.
Gün içinde, belli olmasın diye, karnımı bağlıyordum. Gece, zaten kimsenin fark edecek hali yoktu.
Bir gece, yine tepsilerini götürdüm ve odama çekildim. Soyundum, geceliğimi giymiştim ki karnıma saplanan ağrı ile iki büklüm oldum. Acı, dayanılmazdı. Bağıramıyordum. Bacaklarımdan akan su, ayaklarımın dibinde, göl olmuştu. Bebek, geliyordu. O sırada kapı açıldı. Adamlardan biri içeri girdi, her zamanki gibi. Şaşkınlıkla, önce yerdeki suya, sonra da acıyla bükülmüş bedenime baktı ve koşarak diğerlerinin yanına gitti.
Üç adam, oda kapısında dikilmişler, bana bakıyorlardı. Ben, yerde debelenerek, bebeğimi doğurmaya çalışıyordum. Sonunda doğdu. Dünya güzeli bir kızdı.
Kocam, beni odaya kilitlemiş, dışarı çıkmama izin vermiyordu. Arada, kapıyı açıyor, iki lokma yemek bırakıp, gidiyordu. Şikayetim yoktu. Kızımla mutluydum. Sütüm boldu. Bebeğim, usluydu. Elbiselerimi kesiyor, bebeğimin altını bağlıyordum. Mutluydum.
Kızıma, annemin ismini vermiştim: Emine.
O gece, kızımı emzirdim. Altını bağladım. Anne-kız, derin bir uykuya daldık. Gecenin bir yerinde, korkuyla uyandım. Emine’m hiç ağlamamıştı. Yanıma baktım. Yeri, boştu. Yataktan fırladım. Bütün odayı aradım. Emine, yoktu. Kapıya koştum. Kilitli değildi. Açtım. Ses çıkartmaya korkarak, salona geldim. Kocam ve iki arkadaşı, yine içiyorlardı. Yerde, halının ortasında, bir şey vardı. Dikkatlice baktım; Emineydi. Deli gibi kızımın yanına koştum. Mosmor olmuştu. Nefes almıyordu.
“ Piçini öldürdük.” Dedi kocam.
Gözlerimden akan yaşlarla, Emine’yi kucakladım. Odama geri döndüm.
Sabah olur olmaz, kızımı yıkadım. Çarşafa sardım ve bahçenin kuytu bir köşesine gömdüm. Eve girerken, kocamla karşılaştım, kapıda.
“ Gömdün mü piçini? Hiç zorluk çıkartmadı, usluymuş. Ha ha ha...”
Başımı önüme eğdim. Gözlerimdeki nefreti görmesini istemedim.
“ Akşama hazırlan. Arkadaşlarım gelecekler.” Dedi ve gitti.
Evi, temizledim. Yemekleri, pişirdim. Sofrayı, kurdum. Rakının bulanıklığını fark etmediler. Üç adam, salonun ortasında, içtikleri fare zehirli rakı yüzünden debelenirken, odama gittim. Giyindim. Mutfaktaki çekmeceden bıçağı aldım ve çıktım.
Doğduğum köye kadar, yürüdüm. Caminin kuytusuna sığınarak, beklemeye başladım. Az sonra, eniştemi gördüm. Ceketini omuzlarına atmış, tespihini çekerek, evine gidiyordu. Sessizce yaklaştım. Elimdeki bıçağı, olanca gücümle, sırtının ortasına sapladım. Yere yıkıldı. Bıçağı çektim, bir daha, bir daha sapladım. “
DEVAM EDECEK…
Eser Akpınar
04.09.2011
Urla