- 1213 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AŞK VE KİN (2)
Selim’in uçakta tesadüfen karşılaştığı Neslihan’a gelince... Maraş’ın tanınmış ailelerinden Arap Feytullah’ın torunlarından Remzi Ağanın tek kızıydı.. Annesinden ve Ümmü Hala’sından duyduğu kadar bilirdi babasını, içinde yanık bir baba özlemi...
Mal ele gitmesin diye daha taze gelin olan anasını amcasıyla evlendiren bu kör zihniyet...
Genç yaşta yanında çalışan bir işçisi tarafından öldürülen babasının sözü geçince ancak dört yaşlarında esmer iri yüzlü bir adam gelirdi usuna... Kendisini kollarına alan son kez, evet son kez, yanağına konan sıcak bir öpücüktü anılarında kalan...
Mal ele gitmemişti evet, ama Neslihan amcasının paraya olan bitmez aşkını bilirdi öteden beri... Annesinin bir daha çocuğu olmamıştı, tek kızlarıydı Neslihan...
Genç kız liseyi bitirdikten sonra okumak istediğini kaç kere anlatmaya çalıştıysada amcası ’Nidecen okuma, aha para, aha karuyermi kariyermi işte ondan’ desede Neslihan’la başedemediler.
genç kız o kadar çok konuşup, o kadar izah ettiki, okumanın ilim yapmanın normal her akıllı insan için gereksinim olduğunu, amcası bıktı, Neslihan’ı dinlemeyi zaman kaybı saydı bir an...
Hem onda bunca ayrıntılı sözleri anlayacak kafa yoktuki.... Eliyle huzurundan kovar gibi, ’De get ha, ne halın varsa gör’ dedi, sertçe...
İki yıldır İstanbul’da Edebiyat Fakültesi’ni okuyordu Maraş’a ailesinin yanına dönüyordu Neslihan’da, oda tıpkı Selim gibi yorgun bitkin, Maraş’ın eski taş konaklarından birinin kapısını çalarken, içerde çığlık velvele sesleriyle ardından açılan kapı, ne sıcacıktı annesinin sinesi, onca sıcakta daralmadı, bunalmadı, anasının koca gövdesi onu sımsıkı sarsada ciğeri sızladı genç kızın yanık bir özlem anne kokusu.... ’Oy Neslihan, kurban olim, hayran olim’..
Ana kız kucak kucağa girdiler Maraş’ın iri taşlarıyla döşeli avluya...
Şimdi Ümmü Hala’sındaydı sıra, Neslihan’ı öperken hep ölmüş kardeşi gelirdi aklına, onun kokusunu alırdı sanki, genç kızın yanakları gül kokar gibi gelirdi hep ona...
Amcası bir iş için Nurhak’a gitmişti, genç kıza bunu söylerlerken, amcamdan banane der gibi ilgisizdi , belki konuyu değiştirmek için annesine muzip bir şekilde gülümsedi, ’Ne pişirdin yine söyle bakalım hanım ağa’?...
Sultan kadının esmer yüzündeki iri ağzı azı dişleri görünecek kadar açıldı, yanağındaki gamzeler görünmez oldu sevinçten, ağzı kulaklarına varıyordu öylece, ’İçli köfte, sarma, hangel’ ’Ooooo’ dedi Neslihan ’Ziyafet var desenize’...
Annesiyle halasıyla avluya kurulan o koca yer sofrasında vaktin nasıl geçtiğini bilmeden ne kadarda çok yemişti, sofra sohbet ve yemekle karışıp hemdem olunca vaktin nasıl geçtiğini anlıyamamışlardı yine....
Yatsı ezanı okunduktan sonra herkes odasına çekildi, Neslihan gelecek diye yeni Maraş işi yatak örtüleri çıkartılmış, ucu beyaz dantelli çarşaflar serilmişti, ’Bunlar Ümmü Hala’nın işi dedi içinden’ fakat onca yol, yorgunluk, neden uykusu gelmiyordu acaba?
İçinde yine sebepsiz bir sıkıntı, siyah uzun saçlarını tepesinde topladıktan sonra, konağın üst katına teras görevi gören geniş balkona çıkmak biraz hava almak istedi bir an, oradan Maraş’ın pek çok yeri görünürdü... İnce el dokuma halının üstüne narin ayaklarıyla yavaş, yavaş basarak üst kata çıktı elleri tahta çıkıntıda,şehrin göz kırpan gece ışıklarına takıldı gözleri, ortalıkta gizemli bir sessizlik, farkında olmadan tahta direklerden birine sarılır gibi tutundu bir kaç dakika,gece olunca Maraş sokaklarında el ayak çekilmiş herzamanki gibi, istanbulda nerede böyle sessizlik, mistik, ulvi bir gizem...
Sokaklar içki kokar, birde birazcık bile ruhuna hitap etmeyen, çılgın müzik sesleri, gece Beyoğlu sokakları, yarı sarhoş gençlerin mekanı, kimi özgürce yaşar, kimi kimliğinden habersiz, Maraş öylemi ya! yemekler yenilir toprak taş evlerde zamanında, büyük küçük hep aynı sofrada, kahıkeş Maraş kadınları kahve tepsisi ellerinde, yemekten sonra, ardından yatsı namazları, büyük bilir küçüğünü, küçüklerde büyüğünü....
Dalıp gitmişti gözleri uzaklara birden uçaktaki genç geldi aklına, demek etkiledi beni diye düşündü, yoksa aklıma gelmezdiki hatırlamazdım bile... Beyaz irice yüzü, yeşil çekik gözleri, kibar ama alaylı gibi bir yüz ifadesi..
Hep böyle bir delikanlı düşlemişti hayallerinde, ’Adı ne acaba’? diye mırıldandı, ’Ne iş yapıyor buralarda? hiç Maraşlıyada benzemiyor’..
Ertesi gün Selim o kadar kırgın bitkin uyandıki, eğer Mavuş Hala onu uyandırmasaydı sabah, sabah, sağlık ocağınada geç kalacaktı bir kaç sokak ötede olsa.
Tatil bitimi işe geç kalması hiç hoş karşılanmazdı, aceleyle giyindi Mavuş hala bahçede’Hele benim oğul kalkmamışmı daha, nedek bilmem, aha ben gedem dohtorluk yapam eyleyse’..
Selim gülümsedi, ’Akşam anamı ağlattı kapıyı açana kadar, güya unutturacak, ah Mavuş Hala ah...
Selim hızla merdivenlerden inerken, göz ucuyla bahçedeki küçük masaya baktı, ’Yine donatmışsınya masayı vakit yokki, ah Hala ah, tereyağı kokularıda etrafı sarmış’ Mavuş Hala gülerek ’Hele iki dıkım yede’ dedi,
Delikanlı sıkıntıyla ’Geç kaldım anlamıyormusun’ diye mırıldandı, Ardındanda gülümseyerek ’Hadi sana afiyet olsun’ dedikten sonra, tahta kapıyı hafifçe çekip dışarı çıktı..
İhtiyar kadının dua mırıltıları gelirken, Selim hızlı hızlı yürümeye başlamıştı bile...
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
....RabiaBelgin....
YORUMLAR
Öyle sanıyorum ki, roman ilerledikçe, nefis ve doyumsuz bir aşka tanık olacağız. Bilirsiniz, son yıllarda iyice moda oldu güney doğu anadoluda çekiliyor filmler ve genelde bir kesim çok çok zengin, diğer kesim fakir. Bilmiyorum ama Neslihan tarafı zengin olunca, tamam dedim korktuğum sonu şimdiden hissettim sanki.
Umarım olmaz hissettiklerim,,
şu sözler de çok hoştu,,
(nidecen okuma, aha para, aha karuyermi kariyermi işte ondan)
(Oy Neslihan, kurban olim, hayran olim)
keyif veren diyaloğlar,,, merakla takip edeceğim..
saygılar,,,