3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
591
Okunma

Hayatımız ’bir düzen kıstası’ üzerine kurulduğu için, yaptığımız her iş için bir etik kuralı vardır. Genellikle aynı ahlaki normlar taşıdığı için, bu düzen kıstasımız evrensel bir mahiyet kazanıyor. Tabi ki bu kavramlardan en çok yararlanan ve yapılan yanlışlıklarından dolayıda en çok yaralanan bizleriz; yani gazeteciler.
Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önyargılardan uzak ve kişilik haklarına saygılı olmak, bizim mesleğin olmazsa olmaz koşullarındandır. Bu şartları derinden hissederek yaşayan ve yaşatan bir gazetede çalıştığım için kendimi mutlu hissediyorum. Ama her şey bu kuralların devam etmesi olsaydı, işimiz gerçekten kolay olacaktı. Maalesef öyle değil! İnsanlar arasında her gün birkaç romanlık hadiseler meydana geliyor, birkaç hikaye bir birleşip insanların onca yıl kurmak istedikleri düzeni mahvediyor. Belki de beni de yaralayan ve gazeteciliği ’dert küpü’ bir iş haline getiren de bu olsa gerek. Aldatmaların ve aldatılanların daima olacağı bir dünyada, özellikle objektif kalemi ve sözüyle insanları aydınlatan gazetecilerin var olması, ülkemiz adına da tanımlanması kelimelerle güç olacak bir kıvanç. kaynağı. Aslında bunları kaleme alırken, şahsımın olması gerektiği yeri belirtiyorum ki, bu da asıl hakkaniyetlilerin işi. İşimiz gerçekten zor. Bunun farkında mısınız bilmiyorum ama hakkaniyetli gazetecilik gelişmiş milletlerin onur kaynağıdır. Ben de birkaç yıl gazetecilik hayatımdan çok mühim tecrübeler edindim ve umuyorum ki gazeteciğin onurunu her daim korumaya çalışacağım.
Bizim meslek de özellikle bir şey var ki, bu hiçbir meslek grubu için bu kadar önemli olmuyor. Tahmin edebileceğiniz çok farklı şeyler mevcut, ama benim değindiğim nokta o kadar da müphem değil. Okumaktan bahsediyorum, evet okumakla güçlenen iş hayatımdan bahsediyorum. Farklı puntolarımızla beraber, ayrık düzenin kamuoyunda filizlenmiş olan duygularını ve fiiliyatını anlamak için, biz gazeteciler daha çok yaşadığımızın yanı sıra, daha çok da okuma yapma mecburiyetindeyiz. Bu mesleğe başlamadan önce benim de çoğu zaman şüphelerimle beraber kafa yormuşluğum vardı. Sorun ettiğim mesele; fazla okuyan biri değildim ve bu okuma işini nasıl belli bir standarda çıkartıp, onu muhafaza edebilecektim? Sorular beynimi kemirmeye dursun, göreve atıldığım ilk günden beri farkında olmadan o kadar çok şey okudum ki, başlarda ki evhamlarımın aslında boşu boşuna olduğunu anlamış oldum. Gerek yoktu bunları düşünmeme. Ben sadece işimizin gidişatında rol oynayan piyonları takip edip, esas yönetim mekanizmasına varabilmeyi öğrenmeliydim ki, bunu büyüklerimin tavsiyelerine de uyarak çoğu zaman da alnımın akıyla sorunların çözümüne ulaşıp başardım.
Genç olduğum için bazı zamanlar camiamız tarafından yok sayıldığımın farkına varıyordum. Benim yaş grubum içerisinde bulunan meslektaş arkadaşlarımın da aynı muameleye maruz kaldığını görünce, bu hal ve tavırları fazla takmamaya başladım. Çünkü çalıştığım gazetede böyle ayrım yoktu. Ayrım olmadığı gibi de, o ünlü gazeteciler, yazarlar, çizerler bize baktıklarında gençliklerini görüyorlardı ve de seviniyorlardı. Çünkü kendileri, gençlik dönemlerinde darbe marazlığı içerisinde geçirmişlerdi ve bu farazi mesele, meşguliyet hem onlardan hem de ülkeden çok şey alıp götürmüştü. Büyüklerimizin dedikleri gibi biz şanslıydık esasında. Ayrıca Genel Yayın Müdürümüz çok defa yanımıza kadar gelip, bizden fikir danıştığı için, kendimi şanslı bir gazeteci sayıyordum. Çünkü o büyük gazetecilerin hiç böyle şansları olmamıştı; ’Yap, çiz, getir, bas!’
Emretmenin olduğu yerde, insanlar nasıl özgürce düşünebilirdi ki! Aslında geçenlerde yine büyük saydığımız gazetecilerden biriyle muhabbet ederken ağzından mı kaçırdı, yoksa bilerek mi söyledi bilmiyorum, ama öyle bir laf sarfetti ki, çok şaşırdım. ’Biz, bir şehre ya da köye kolluk kuvvetlerinin girdiğini haber alınca, hemen o bölgeye en yakın arkadaşlarımız ile irtibata geçer ve dakikası dakikası orada ne oluyor, ne ediyor haberimiz oluyordu. Çünkü bizim için haber demek; militarist ve darbesi eğilimin sözleriydi.’ Evet, düşünüyorum da şu zamanımızı, hala aynı tür haberler yapılmak da ve de bu haberlerde insanlar maaşını kazanmakta. Fakat bize yeni gazetecilik mührünü vuran büyüklerimizin, böyle haberler için bir nihayet olmasını dilediğini görmek de müthiş bir şey! Geçen gün yine böyle bir ana şahit olmuştum. Genel Yayın Editörümüz, pencere kenarında oturup, sokak arasına bakarken, dudaklarında sigarayı tüttürürken o kalın sesiyle Cahit Sıtkı’dan ’Memleket İsterim’ adlı şiirin dizelerini okuyordu:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
-’Yine Ölüm’
Yok bu olmaz!
-’Türkiye şehitlerine ağlıyor’
Klasik, sevmedim.
-’Beyaz Güvercinler çoktan uçtu’
Saçma geldi ya!
-’Barış sınır dışı edildi!’
Aslında olabilir gibi, ama yok ya!
-’Barış, belki de bir hayal!’
Galiba, bu!