18
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1391
Okunma
"İçinden seni çıkartamadığım bir şehir burası. Kelepçesiz bir mahkumiyetle parmaklıkların ardına gizledi sevdamı. Ama mahkumiyetim sensizlik değil, hiç olmadı ki... Benim hikayem fırtınalı bir tutku, kaçtıkça daha çok buluştuğumuz zamanları biriktiriyoruz. Kalıyorum. Sana... Henüz aşık olmadım daha."
Gökyüzü pembe renge boyanır mı? Kaç ressamın fırçası dürüst davranmıştır ki? Ben daha evvel şahit olmuştum ama bu ikinci defa. Zarfın müjdesi sadece mektup değildi bu hafta. İçine bıraktığın resminde gördüm, ona sarıldım, uzandım uçsuz bucaksız bir gökyüzüne. Rengini alıyordu gül kurusu yanaklarından. O masalda yazdıkların yerleşiyordu yüzüme. İşitiyordum aşkın itirafsız hallerini, evvel zaman sevgilerin ağlattığı kadar seni. Burada pencereye çıkmanı beklemek yoktu, perdeyi çekme bahanesiyle göz göze gelişimiz yine küçücük bir andı, dokunuşların gibi gizli ve sakin. Ama ben o anın kulağını çekip öylesine uzatıyordum ki saatlerimi alıyordu gözlerini beni seyrederken kalemle barıştırmak. Nostaljik bir adamım ben. Belki bu yüzünden hala sabah koşusu için parka gelmeni bekliyorum, markette sana sıra vermeyi ve aynı şehirde telefonsuz, dudaksız sadece mektuplaşmayı maharet sayıyorum. Günümüze uyarlayamadım sevdamı. Hala gramafonda tutuyorum ellerini.
- Sen bana ya da bir başkasına değil galiba aşka aşık olanlardansın değil mi?
- Bilmiyorum hiç düşünmedim ki... Düşünmeyi hayat için kullanırım. Aşk için sadece hissetmek kafidir. Sana gelince... Bir insanı adam akıllı teslim alacak kabiliyettesin. Kuşatma altında kalan ruhum topuklarının arasında da sıkışabilir pekala. Sen yürüdükçe yürür, gölgene dokunur ama ayrılmaz bir an bile nefesinden.
Sadece beş dakikamızı almıştı hepsi. Bir alış veriş merkezinde, filmlere bakıyormuş gibi yaparken bozmuştuk sessizliğimizi. Sonra uzun sürmedi, dudaklarımız elçisi oldu milyonlarca cümlenin, bu defa gürültüsüz ve susmayı emretmek bilmeyen kocaman bir on saniye. Ve bir on saniye daha. "Neden susmak istemiyoruz?" Bir on saniye daha derken ellerinle yeter dedin ama gözlerin? Bu kez "Film başlamak üzere" anonsu gelene kadar lanetledik sessizliği...
Sonra uzunca bir süre mutlu saydım kendimi sırf bu yüzden. Hatta sen benim için bu kadar somutlaşınca yazamadığımı bile fark ettim, üzüldüm. Oysa baş başa kalıp cümlelere ihanet edilmiş bir hatıra olarak kalma niyetindeydi. Tekrar yaklaşmadın. Mektuplar son sürat gitti geldi aramızda, daha çok sevdik hayalleri. Gerçeğin tadından bahsedip ucuzlatmadık sevgiyi ama nefeslerimizin ettiği yemin aktı her cümlemizden sanki. Sende benim kadar aşık olmadın ama heyecanla sarmaş dolaş kalabildin her defasında daha cesurca.
Ve ne kadar çabuk gitmemeyi öğrettin bana. Hayatta uzaklaşmak istemediğim tek kadın oldun, hiç sıkılmadım "Seni seviyorum" diye yazıp yüz yüze her gelişimizde "Beni hiç sevmemenden."
Sonra çağırdım. Soğuk bir surat işareti yapıştı yakama, aşk dolu sözcüklerimi duyduktan sonra. Kırılmasını unutmuş yüreğim. Neştersiz gülümsemeler tam şimdi gözlerin olmadan, tık nefes bir solukta, odanın mor halkalarında bitti. Uyku asil bir ölüm gibi... Uslu bir diriliş rüyalara sığınmak. Ne tutkular gizlenebiliyor ne de ismi konmamış hayallerin dudak akıntıları. Sözlerinin hiç başlamadığı yerde kelimeler yerini eyleme bırakmaya mecburduk sanki. Buradayım. Küçük kalp gürültülerim baş ucunda. Sığınmış sana ellerim. İster sıcak ister soğuk. Sana bağlıyım. Dile benden ne dilersen artık...
- Bugün hiç gelmeyeceksin sanmıştım.
- Sabahtan beri buradaydım. Sen görmedin ama suç benim. Kendim olamamıştım daha.
- Nasıl?
- Aldığım nefesleri geri vererek. Teslim etmemek için aşkı.
Aşk var odalarda... Yalnızlığın aksine. Siyaha boyanmış duvarlara sürülen kocaman bir leke. Küçücük gölgelerimiz birleşirken sabah manasız geliyor kalbime. Sevdanın sürükleyişi var umut kokan ellerimde. Yuvasından çıkmış mutsuzluk mısralarına sus diyen bir isyan var. Gözlerin var oluk oluk maviliklerde. Tüm odalar senin. Kapıyı çal yeter.
Kadının vücudu kaldırım, dudaklarımsa yerini alıyor ayaklarımın. En uzun yolculuktur bu yanıma seni almadan çıktığım. İhanet mi? Sayılmaz. Eğer onu öptükçe sana daha çok yazıyorsam ve seni düşündükçe onu seviyorsam... Sen mi o mu? Siz aynı değil misiniz? Yoksa bir intihar türü mü sevişmenin bu argo halleri?
Sana... Başlıyorum aşık olmaya, yerine dokundukça isteksiz dudaklara. Sayıkladıkça mektuplardaki cümlelerini... İlla ki daha çok ve hevesli.
Bir an bakmaya doyamasam... Sessizliğin arkasına sığınıp saklanmadan köşe bucak kaçsam gözlerinden, ellerinden, gülüşünden... Yok dayanamam ki... Ruhumu aşağıya çeken bir uçurumsun dilimin yetişemediği. Sen sus demeden belki ben hiç konuşmadan... İsimsiz... Bir kağıda büyük harflerle yazıp bıraktım en sevdiğin kitabın arasına.
El yordamıyla parçalanmış sayısız sözcükler
Ben söylemeden, dudaklarımdan hızlı.
Gözyaşı çalmış pencereler ama susuz
Sudan yoksun, çapaksız gülümsemeler.
Dağınık saatleri çıkartıp koynundan
Aldırışsız ayakların ama hevesli
Ufak bir yolculuk benim seni sevdiğimi dinlemek
Sonra gitmek..gitmen gerekiyormuş gibi hızlıca
Alışmışım sanki…
Yenilgimi yüzüme vuran cevapsızlığın… Ve
Bilmek... Başka bir adamın soluğuyla hayata tutunduğunu
Kim bilir? Belki nedensiz bu kez… Ellerine bile değmemiş
Kimsesiz, aşık ve baştan çıkmış cümleler.
Aslında tek bir gün. Tek bir cümle. Sonlarına ekleyebilirsin «Ertesi...»
İlk defa... Soluk benizli bir martıya tesadüf ettim bugün, yorgundu konuşmak istemedi. Bankın soğuk köşesinde dağılan saçlarımı çekiştirdim sanki gelecekmişsin gibi telaşla. Yoktun oysa. İlk defa...Gazete küpürlerinde sevgiyle başlayan cümleleri aradım uzun bir aradan sonra ilk defa... Sıcak bir çayın demli busesini kondurdum dudaklarıma. Tatlıymış geldi ilk defa... Ne yudumdan arta kalandı ne de pervasız gözlerimin esirgediği saçlarından ayrılabiliyordu kararsız cümlelerim. İlk defa bu denli aşk koktum bu sabah. Sevimsiz gelmedim aynayla dertleşince, yıllara sarılmadım.Utanmadım çaresizliğimden, nasılsa gelecektin buraya eninde sonunda. Ve ilk defa gözlerimiz kavuşacaktı. Belki sonra...
Sahiplenmeye alışmadığım yüzlerce kavram terk edecekti beni. Sen susarken ben başlatacaktım minik kalp gürültümü, rüzgarın şamatasından ayrıştırıp kimi zaman olduğum gibi küçük ve sevimli adam olacaktım sarılmaya çalışırken. Ama konuşmayı unuttum ellerim tenini daktilo yerine koyduğundan beri. Öyle hızlı ve ilhamla yazıyorum ki satır başları belli olmuyor, ihmal ediyorum hatta noktalamaları ve sen hiç umursamıyorsun. O halde sen konuş... Çıplak nefesin kaç dil biliyor? Öğret bana en karmaşık olanını uzun uzun. Öğret ki bir daha buluştuğumuzda tercüme ettirmeden çevirebileyim kendi dudak harflerime. Ve sen...
Keşke damar duvarlarımı harabeye döndüren bir hayal olmasaydın. Kokunu bağışladım yine de, silik suretler kaldı geride. Camın arkasından o kadar çok baktım ki güzel gözlerine. Heyecanlı nefesimin buğusunu kucaklamaya yetmedi ellerim. İz kaldı. Ne yazmalı? Yorucu olmadan adını heceliyorum gecenin kapanan gözlerine. Bu gece kalacaksın benimle. Işığı söndüreceğim kendi ellerimle ve simanı yerleştireceğim gökyüzüne. Sonra bulutlar asılacak duvarlarıma ve semti yalnızlık olan eski bir şarkıyı mırıldanacak dudaklarım ta
ki dudakların susturuncaya değin. Kokun bitirecek yaz telaşını, baharı bulaştıracaksın defalarca ve ben seni hapsedeceğim bakışlarımda... İyi uykular.
Şimdi uyu ve hiç açma gözlerini ben dönene kadar geri. Gitmiş sayılmam böylece veya vazgeçmemiş. Uyu... Rüyasız bir ayrılıkla elveda demeden kanayan kanatlarına güvercinlerin. Uyu... Henüz kalbime saplanmamış bir gölgen varsa onu da getir bir dahaki buluşmamıza. Uyu... Benim gibi yap ve hiç uyanma olur mu?