17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
962
Okunma
Sen gidince sırası düşer yalnızlıkların. Hasır serilir gökyüzüne, kum bulaştırır ayaklarımız terliğinden sıyrıldığı her anı itiraf edercesine. Dost kalamaz mevsimlerin uçuk çıkmış ağızları. Dokundururlar birbirlerine dudaklarını, öpücük ismini vermeden. Tonlarını hızla kaybetmeye başlar turkuaz, sevgisine abandığım çaresizlikte akar içime tüfek suskunluğu. Ellerim basar gibi yaparak uzanır tetiğe, o vakit şimşekleri çekmeyi severim üzerime. Çünkü yalan söylerim tatlı tatlı ve diken tutmuş kollarımı yem ederim güzel gözlü balıklara. Tecrübesizliğimden soğuk keser baştan aşağıya bedenim, yüzmeyi bilirim ama hareket ettirmeden gövdemi ve hep dalgalara karşı. Su üstünde kalmayı becerir karamsar fikirlerim, ağzımda alev aldığı ilk noktadan uzaklaştıkça iyileşir ve gerçek olmaya başlar sonra. İnanamam mutlu sonlara.
Sustun. Hem de yine... Öyle başlasın istedin sanki, bitirmek için değil. Avuçlarında kar beyazı tazeliği ve donmuş minicik ellerin... Rüzgarın kendini beğenmiş doyumsuz öpücükleri siler mi hayatındaki bütün sevimsizlikleri?
Gazetenin ikinci sayfasında gözüme ilişen güzel bir kadın resmi olursun. Makasla sahip olurum sana. Tarihsiz bırakırım yanağıma düşen yağmurları. Islak yanaklarımı öpmedikçe anlayamazsın tadını. Sana ilk aşık olduğum gün koşturduğum kadar bilinçsizce, ayrı düşerim sözcüklerinden diğer yaprağa. Örtündükçe güneşe, sen gençleşirsin ben ise büyütürüm içimde tekrarlanan imkansızlıkları. Her "Olmaz" diye geçiştirdiğin bir başına cümle, vazgeçemediğimiz öpüşmelerimizin susturuşu olur dakikaları. Artık çok mu geç? Bence hiç değil.
Telafisi olsaydı sevginin, özrünü icat etmeden hep beş dakika geç kalırdım buluşmalarımıza. Sen dudak okurdun belki bir köşe başında oralı olmadan, ben kendi kazdığım tümseklere gömmekle meşgul olurdum insanlardan arındırılmış saatlerimizi. Sonra çayı soğuturdum çok bilinmeyenli bir denklemin kucağında, öyle kaçamak gülümsemelerini adımı heceleme çaban varsayarak. En güzel olanıysa boş suretlere bakar gibi yapıp, kalın noktaları göz bebeklerine bandırmak olurdu saniyenin onda birine sığınarak.
Vapurda suya teslim kadın olursun mesela. Havaya kalkan su çığlıklarına ev sahipliği yaparak ya da müjdecisi kalarak göğsüne işleyen rüzgarın. Yeleğinle kapattıkça kalbini üşümem mi yoksa aşık olmam mı sanırsın? Gelirim en fena vakitlerde, limana sallanmayan bir el olurum evvela. Sonra usulca kuytulaşan nefret ettiğin adamların her biri. İçime baktıkça görürsün onları. Canlarını yakmak için batırdıkça tırnaklarını daha çok sarılırım saçlarına. Kopamayız. Bitirim bir rüzgarda dalarız aşkın köpüklü uykularına.
Mavi... Ne çok yakışır oysa dudaklarına. Sadece hava, deniz değil sonsuz bir öpücük aynı zamanda. Kutsasın beni müddeti dolmuşsa bile... Ölümcül mavi en güzel rujdur oysa. Buram buram nefesin yapışıyor, dakikalarca uslanmaz sevgim ıslanıyor damla damla. Mavi... Kapladı her yerimi. Kırmızı değil bu kez mavi.. Masmavi öpücüklerin. O kadar hoş, düzensiz ve aralanmış... Dünyanın hoyrat ellerinde ufalanan banyosuz düşler gibi... Korku nedir bilmeyen yüzlerce masal... Tılsımlı dudakların okşamıyor hiç bir türlü gerçekleri. Yalnızca düşler... Siyah mürekkebin kan kokusuna banmış mısrasız dizeleri söyle, ya şimdi ya da ilelebet. Ufacık bir sevgi... Adeta çılgın, kendini kaybetmiş bir öpücük gibi. Tekrar arala dudaklarını.. Gözlerimizin bittiği yerden. Tüm hücrelerin gibi kıpır kıpır, itirafsız bir yabancı kadar, tutsak dokunuşlara acıkmış gibi... Sen... Sonra ben olmadan hayalsiz yaşamaya mecburmuş gibi. Tekrar uzat dudaklarını. Bir çırpıda yaksın şamdana koyduğum dudaklarımı. Gölgesinde anımsa tüm geçmişi ve hiç susma bir daha, sakın ola ki. Sadece dokun. Hiç dokunmadığın gibi doyasıya.
Sever miydik peki bu afet psikolojisinde düşeyazdığımız intihar mektuplarını? Birbirimize okurduk ve sen bu denli imkansız olmasaydın ben hiç yaratamazdım belki de. Binlerce kelimenin ortasında, sıkış tepiş nefes zorluğu çekerken tek bir cümle kuramazdım silik bakışlarımı göğsüne yaslayıp. Bir tarafımda sevmeye mecbur olduğum kadın, öteki yanımda kesik soluklarımı kocaman bir zarfın içine koyup çaktırmadan kitabının arasına yerleştirdiğim sen...
Sinema salonunda tesadüfen yan yana geldiğim kadını değiştiririm yüzünle. Gözlerin siyaha alışır belki ama bitmeden film tanıdık gelmeyecektir sesim. Yabancı erkeğin dirseğini hissedersin dirseklerinde. Yürüyen merdivenler kadar hızlıdır ellerim artık, parmaklarımın sürtünmesiz kat sayıları ilişir omuzlarına. Ertelersin "Dur" demeyi. Soluksuz kalana kadar ayrılır gözlerimiz filmden. Görünmez bir mıknatıs darmadağın eder hayatlarımızı ama asla başlamak gelmez içimizden konuşmaya.
-Sevebilir miyim seni?
-Seviyorsun ya işte.
-Bu kadar mı hepsi?
-Nefesim diyebileceğim birine aşığım ben.
-İyi ya işte. Sen onu sev. Ben de seni...
Düşün beni ve arada bir yokla gözlerini daldırıp ıslak rüyalarıma. Dizlerine kapanmadan gecelerin, sesini çoğalt sana bıraktığım sayfalara. Ve kötü bir günü yalancı çıkarsın tenin el freni olmadan. Ama sakın yakalanma benim "Ahmak ıslatan yağmurlarıma". Bilirsin, iyi bir yalancıyım ben ve sen daima mecbursun iyi kalmaya. O yüzden bu bizim bulmacamız artık.
Ben buldum bir çırpıda bilmem farkında mısın? Aşk... Sadece iki nesneden ibaret. Biri "İlgi" diğeriyse "Cesaret". Birincisi sende yok, ikincisi de bende. Onun için sakın kıskanma beni, bir başkasını öpmek zorunda kalırsam bile...