4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1337
Okunma
Tolstoy Rusya’da ömrünü bu soruya harcarken ondan çok önceleri de Sokrates Atina sokaklarında insanları gözlemleyip bu soruyu soruyordu: Nasıl Yaşamalı? Sümer Rahip tapınaklarında hasadı tapınağın deposuna taşıyan köleler daha paylaşımı keşfedemeden onları yöneten tanrı krallar rahiplerle işbirliği yapıp kölelere yaptıkları hamallığın kutsallıklarını anlatıyordu. Düşünce tarihi, bir ırmak gibi ezen ezilen sokaklarında tedirgin tedirgin akarken kendine yeni yataklar da sermektedir. Bu düşünce yataklarından filizlenen gerçekler kendilerine yeni yataklar bulup özgürce akmak istediler. Sorgulama ve çelişkiler üzerine tanrılarının güçlerini artırmak zorunda kalan iktidarlar yeryüzünü korkuyla cehenneme çevirirken bu soruyu soran Sokrates’e de baldıran zehrini ikram etmekten geri kalmadılar. Atina devletlerinin kesintisiz itaat kültürüyle önce köleye sonra kula dönen gençler Sokrates’in etrafında kendi ibadetlerini yapıp adeta 21.yy’da Kürtlerle sivil Cuma namazları kılmaktaydılar. Onurlu bir yaşam formülü arayanlar insanlığı kendi öz ve saf değerleriyle yaşadıklarında doğruya ulaşacaklarını ve yeryüzünde işgallerin, asimilasyonların, barbarlığın, kinin ve yasakların ortadan kalkacağını biliyorlardı.
Aydınlar Nasıl Yaşamalı deyip teoriler üretirken 21.yy Kürtleri de nasıl yaşamaları konusunda pratikler geliştirerek buna cevap oldular. Mezopotamya’nın bu kavmi, tarihin her anında kendilerine baldıran zehri ikram edilip dağda, ovada, meydanda ve sahnede hadleri bildirildi. Kürtler bu tarihi soruya ‘’İşte böyle yaşayabiliriz.’’ Dediğinde onların yerine düşünen aklı eveler, yaşamı bile gerektiğinde onlara çok gördüler. Yaşamın bile ellerinden alınacağı anda da bedenlerini ateşe vermekten çekinmeyen Kürtler, böylece soruya ve sürece cevap olmaya çalıştı. Kürtler Anka Kuşu misali küllerinden doğup Pir Sultan gibi bin doğup muhalefete düştüklerinden beri gün yüzü de görmediler. Uğursuz politikalarla daha 12 yaşında 13 kurşun yiyerek ölen Uğurlar ölerek Nasıl Yaşamalının cevabı oldular.
Peki, biz Kürtler nasıl yaşamalıyız? Bize bir yol gösterin ama erdemli olsun. Tıpkı Sokrates’in öğrencilerinin ‘’Hocam sizi arıyorlar kaçın.’’demesi karşısında Sokrates’in erdeme sığınması gibi biz Kürtler de erdeme sığınıyoruz. Kürtlerin her gün sokaklarda eylemlerde haykırdığı, köylerde anlattığı ve yaşamsallaştırdığı gerçek, işte bu sorunun cevabıdır. Silahların hâkimiyeti ve yasalların kıskacı altında erdemli yaşam yolunu nasıl bulacağız? Filozofların, kendi öz değerleriyle huzur dolu bir dünyanın yaratılabileceği doğrusu varken Kürtler neden öz değerlerini, renklerini ve kimliklerini ateşten gömlek olduğu halde çıkarsınlar?
Ellerinde bira şişeleri dillerinde ‘’Allah-u Ekber ‘’ getirenlerin sürek avı başlattığı Zetinburnu’nda hangi zeytin dalını kime uzatacağız? ‘’Biliyorum bu ülkede güvercinlere kimse dokunmaz .’’ diyen Agos Gazetesi yazarı Ermeni aydın ve yazar Hrant Dink öldürülürken hangi güvercinleri uçuracağız barış adına? Sorularım yosun tutmuş kirli bir bilince çarpıyor ve öksüz kalıyor 21.yy’in mağara duvarlarında. Barış, sahibini ısıran bir köpek gibi ortalıkta dolaşırken kurşunların artık adres sormadığı ve her eve ateş düşme ihtimali sırıtırken hassasiyetlerle çıkarılan yangınlara körüklerle koşanların gözleri dönmüşken evrensel armonilere kulak tıkayıp barbarlığın sahnede rol aldığı bir coğrafyada nasıl yaşayacağız? Ha Ermeni olmuşuz ha Kürt. Ha Arap olmuşuz ha Yahudi ha zengin olmuşuz ha emekçi ne fark eder hepimiz Türk olmadan huzur içinde yaşamayacak mıyız? Sokrates’in kaçmadığı gibi bizler de kendimizi erdeme teslim ediyoruz.
Bizler kaçmak, vurmak, kırmak, sokaklara çıkmak istemiyoruz. Nasıl yaşamalı kaygısını gütmeden yaşamak, dağlarımızda özgürce piknik yapmak, derelerimizde yüzmek, korkuya kapılmadan yaşamak istiyoruz. Samsun’da olduğu gibi köyüne giderken sorgusuz sualsiz öldürülmek istemiyoruz. Hangi dilden olduğunu önemsemeden müziğin evrensel kardeşlik tınısına kapılıp duygulanmak istiyoruz ayrı konserde. Bizler aynı kısmeti paylaşarak farklı dualarla kalkmak istiyoruz sofradan. Şifresiz, şikesiz ve şantajsız önyargılardan arınmış, empatiyle yoğrulmuş çocuklarını kaybeden anaların o kutsal gözyaşıyla yıkanmış savaşsız bir ülkede Mem û Zîn okuyup, Neşet Ertaş’ı dinleyip hoşgörünün zılgıtını çekmek istiyoruz.
ALİHAN DEMİR