10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1367
Okunma

Evet, yazmayı seviyorum. Senin de dediğin gibi; Yazarak kendimi anlatmayı seviyorum. Sanıyorum bu yüzden de sesli ifadem de kayıplara uğradım. Artık eskisi gibi seri cümleler kuramıyorum, konuşurken.
Seninle ilgili o kadar çok empati yaptım ki. Bunu ilk defa duyuyorsun benden, değil mi? Evet, hem de sıkça yaptım. Seni, bu şekilde anlamaya çalıştım. Kendine ait bir evinin olmayışı, sürekli birilerinin ( abla dahi olsa ) düzenine bağlı kalarak yaşamak, istediğin gibi bir iş ortamı ve düzeni yakalayamamak… Bu arada da günlerin geçiyor olması. Sorumlulukların. İki çocuğunun ( her ne kadar kendi geçimlerini sağlıyor olsalar da ) gelecekleri. Tüm bunları, bir erkek olarak yaşıyor olmak…
Hayatlar, uzaktan bakıldığında, sorunsuzmuş gibi görünebiliyor. Daha doğrusu kişiler, bir başkasının sorununu, ruh halini, sıkıntısını anlamaya çalışırken; kendileri ile mukayese ediyorlar. Kendilerindeki sorun, onlarda yoksa: O kişinin, sorunu da yok demek oluyor, vardıkları sonuç.
Kendime, hep, dışardan bakmaya çalıştım, çalışıyorum. Ve her bakışımda, hiçbir sorunum yokmuş gibi görüyorum; üçüncü gözün bakış açısı ile. Ve diyorum ki “ İnsanlar haklı. Senin sorunlarını dikkate almamakta, dinlememekte… Çok haklılar.” Neden? Çünkü görüntüye göre ( ki gerçekte de öyle ) çok imkanlı bir hayat yaşıyorum. Lüks denecek hayat standardına sahibim.
Ne var, biliyor musun? Kendimi bildiğimden beri, böyle yaşıyorum. Bu benim suçum değil. Hayata başladığımda çıtam, belli bir yükseklikteydi. Ve o yükseklikten hiç inmedi. Ama o yükseklikte asla şımarmadım. Sahip olduğum maddi varlıklarla hiçbir zaman övünmedim. Öyleydi… Benimse yapacak bir şeyim yoktu. Ta ki evleninceye kadar… Evlendikten sonra da yokluklarım için en ufak bir serzenişim olmadı. O zaman dilimini de öyle diye kabul ettim.
Çünkü hep ve tek ve her zaman bir şeye değer verdim: SEVGİ.
Garip bir şekilde, bilmediğim bir nedenden dolayı, Sevgi; hayatımın odak noktası oldu. Sevmek, paylaşmak, değer vermek, önemsemek, özen göstermek,… Daha fazla saymıyorum, sen zaten hepsini biliyorsun.
Dışardan bakan için sorunsuzmuşum gibi görünüyorum demiştim ya? Değilim… Hem de hiç değilim. Ödediğim bedeli / leri kimsenin bilebilmesine imkan yok. İç dünyamda neler yaşadığımı, ne hissettiğimi üçüncü gözün bilebilmesi, mümkün değil. Görebilmesi de.
İnanılmaz boyutta bir panik içindeyim. Gelecekle ilgili maddi ve manevi panik yaşıyorum. Zayıfım. Güçlüymüşüm gibi görünsem de aslında çok zayıfım. Çocuklarıma karşı, zayıfım. Anneme ve babama karşı, zayıfım. Yanlış. Biliyorum. Ama bilmek yetmiyor. Ya da benim için yetmiyor. Yanlıştan doğruya dönemiyorum. Karakterimin eksik ve kullanılmaya en açık yönü de bu işte. Hayatım boyunca, önünü görmediğim adım/lar atmadım. Hesapsız, kitapsız hiçbir işe kalkışmadım. Adamsendecilik, hiçbir zaman hayat görüşüm olmadı. Hayatımın kontrolünü, asla kaybetmedim.
Ama şimdi, sürüklenip gidiyorum. Neden, biliyor musun? Hayatımda tutunacağım bir Sevgi’m yok. Derin bir yalnızlık içinde hissediyorum, kendimi. Çocuklarım, ailem elbette bana sarılıyorlar. Ama elimi tutmuyorlar. Yok, şikayet değil bu. Tutsalar da, ki söylesem tutarlar, benim hissetmek istediğim duyguyu, aktaramazlar bana. Onlar, sarılsınlar. Ama sevdiğim, elimi tutsun istiyorum.
Sana, sürekli, anlatmaya çalıştığım da buydu işte! Bunca zorluk ve sıkıntının içinde neden son ışığını da kapatıyorsun? İnan bana, seni anlayabilmek için geceler boyunca düşündüm. Sevgi yokken hayatında, nasıl ayakta kalabiliyor? Nasıl direnebiliyor? Yaşama sevincini hangi kaynaktan buluyor? Diye. Her düşündüğümde de bütün bunları elimden aldığın için sana kızdım. Kırıldım. Ve yazdım… O şiir gibilerini yazdım… Yazılarım gibi yazılar yazdım… Bağırdım, bağırdım, bağırdım…
Senden başka herkes duydu.
Herkes duyarken; sen, garip bir inadın içine girdin: “Duymayacağım” dedin. “Duymayacağım ve anlamayacağım” dedin. İşte bu; hepsinden daha kırıcıydı… Bildiğim her şekilde, sana, kendimi anlatmaya, sesimi duyurmaya çalıştım, olmadı. Sonra, kendi kendime dedim ki: “Sen, kendi bildiğin şekilde ulaşmaya çalışıyorsun. Demek ki ikinizin bildiği, aynı değil. Değil ki seni duymuyor. Onun seni duyabilme şekli, bu değil”. O şekil neydi? Onu da ben bilmiyordum.
O yüzden de sustum…
İçimden, asla kabullenemesem de, isyan etsem de sustum.
Yazmayı da bıraktım… Uzunca bir süre. Çünkü yazacak bir şey yoktu…
Yine çok konuştum, değil mi?
Tamam, susuyorum…
Sevgiler.
Eser Akpınar
11.06.2011
İzmir