Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
balıbey
balıbey

MERTLİĞİN DE BU KADARI

Yorum

MERTLİĞİN DE BU KADARI

2

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

1114

Okunma

MERTLİĞİN DE BU KADARI

Gönül ikliminin en güzel dilberi , aşk Peygamberi , beyefendilerin en beyefendisi ve baharın ta kendisi olan , Hz. Mustafa’nın (S.A.V) kutlu zamanında , Arabistan Yarımadasında yaşanan bu aşk hikayesi ; Anadolu insanının gönlünde başka bir hâl alıp ballanmış ve nesilden nesile , meclislerde, köy odalarında anlatılarak , günümüze kadar gelmiştir.

Her ne kadar , artık anlatıp dinleyeni azalsa da ; gerçek gönül sarraflarının , dükkânlarına kepenk vurup kapatarak ortalıktan çekilip gizlenmesiyle , çakıl taşlarının cevher diye alınıp satıldığı şefkat , merhamet , fedakarlık ve ince anlayış gibi güzel sıfatların gönüllerimizden silinmesiyle dinin de , mezhebin de , meşrebin de madde ve menfaate dönüşüp para olduğu şu zamanda , günümüz insanının bu hastalığının tek ilacı olan aşkın , nelere muktedir olduğunu dile getiren bu hikayenin , insanlık var oldukça kıyamete kadar anlatılacağı kuşkusuzdur .

Kendisi Hıristiyan dinine mensup , yörede gözü pekliği ve yiğitliğiyle nam salmış, bileği bükülmez bir cengaver ki ; pehlivan diye de anılıyordu bu savaşçılar o zamanlar , yine aynı dine mensup başka bir kabilenin , reisinin kızını sever. Aşkları zamanla öyle dile düşer ki daha da gizleyemezler.

Haberin doğruluğunu öğrenmekte geç kalmayan kabile reisi, pehlivanı hemen huzuruna çağırtır ve derki ;

─ Oğlum ! Sözü uzatmayacağım . Zira bu havalide adını , namını duymayan yoktur . Yiğitliğinle biz de iftihar ederiz . Lâkin , kızımı sana bir şartla veririm. Onun dışında asla olmaz. Çok iyi düşün taşın. Sana üç gün müsaade. Şartıma gelince ; filan muharebede gözümün nurunu, neslimi yürütecek olan biricik oğlumu öldüren , Peygamber damadı Ali vardır . Onun başını istiyorum senden . Kızım sana ancak o zaman helaldir . Şimdi var git . Üç gün sonra kararını ver gel ..!

Dışarıda korku , merak ve heyecanla babasının dediklerini dinleyen kızcağız , ansızın kapı açılıverince , sevdiği yiğitle göz göze gelir . Pehlivan ;

─ "Ey canımdan da aziz olan sevgili ..! Konuşulanları duydun. Sen ne diyorsun bu işe?" diye sorduğunda , çaresizliğini ağlamaktan kızarmış, korku dolu gözlerini yere dikip , sessizce boyun bükerek anlatmaya çalışan sevdiğinin bitkin ve perişan hali karşısında ; sanki kendi yanı başında , masum yavrusuna saldırmak için bekleyen vahşi sırtlanlara karşı kükreyen , heybetli aslan edasıyla ;

─ "Gam etme sen ! Dertlenme , üzülme sen ! Her birisi , paha biçilmez cevher olan göz yaşlarının , yere düşmesine dayanamam. Senin olmadığın ne dünyayı ne de cenneti neyleyim ben ! Çünkü O , cehennemin ta kendisidir bana." deyip , tekrar huzura girer ve

─ Efendim ! Şartınız kabulümdür , buyurun !

─ Evladım ! Senin aklın başında değil herhalde … Çocuk oyuncağımı sanırsın bu işi ? Karşındaki düşman kim bilir misin ? Savaştan sonra , en az on askerin bir ucundan tutup kaldıramadığı Hayber Kalesi’nin demir kapısını , tek başına bir hamlede yerinden söküp fırlatan Ali’dir.Yalnız Mekke’de değil , cümle Araplar arasında adına aslan manasına da gelen Haydar derler Ona . Yani Ali Haydar ! O yüzden şimdi git sakinleş ve kendi kabilenin ileri gelenleriyle de görüşüp , ondan sonra gel bize !


─ Aklımın başımda olmadığı doğrudur efendim . O bir daha gelmez artık . Çünkü ; bu aşk beni istila edince gönlümde her ne emel , istek, arzu , hırs, tamah ne varsa hepsi aklımla birlikte yanıp kül oldular .Ne bu dünya ne de vaadedilen ahiret ve cennet arzum kalmadı . Her şeyim bu aşk oldu. Kızınız oldu.Ona değil bir can , her gün onlarca can vermeye hazırım. Gecem gündüzüm kalmadı . Öyle bir haldeyim ki , Onun dışında her şey haram kılındı bana . Şefkat ve merhamet denizine attı bu aşk beni . Düşmanım da kalmadı sanki .Hangi ağaca , hangi taşa baksam , O görünür gözüme .Böyle giderse eğer , korkarım kılıç sallayacak derman kalmayacak kolumda . O sebeple , destur verin de gidip bitireyim bu işi . Ya o başı alır gelirim ya da bu başı verir kalırım .

─ "Anlaşıldı oğlum ! Sen yalnız cesur değil aynı zamanda samimi ve mert bir aşıksın da ama yine de iyi dinle anlatacaklarımı!" diyerek Ali hakkında bütün bildiklerini aktarır damadı olacak yiğide .

Ertesi günün gecesi yola çıkmak için gerekli hazırlıklar yapılır . Pehlivana , koştukça nefesi açılan cins bir Arap atı verilerek silahlandırılır . Yolu uzun , işi çetindir çünkü .

O kızgın çölde gece boyunca at sürer . Güneşin harareti bir yandan , aşkın harareti bir yandan, ertesi günün akşamı yorgun ve bitkin bir halde Mekke topraklarına girer .

Asırlar öncesinden sürüp gelen fakat İslâmiyet ile birlikte çok daha samimice ve gönülden yapılan misafir ağırlama ve konaklama hizmetlerinden haberdar edilen yiğit , atının dizginleri elinde yavaş adımlarla Kâbe’nin önüne doğru ilerler .

Gayri ihtiyari başını kaldırıp Kâbe tarafına baktığında , kendisine doğru gelmekte olan birisini fark eder ve yavaşlar .

Aşk ızdırabının yanında , oldukça zahmetli geçen yol yorgunluğundan mıdır , yoksa akıbetin ne olacağı endişesinden midir bilinmez ; her halinden buranın yerlisi olduğu belli olan bu meçhul insan her adım atışıyla yaklaştıkça , kalbinde heybet , azamet , korku , heyecan ama bütün bunları da kaplayan bir sevgi yumağının örüldüğünü hisseder fakat bu halinin adını koyamaz bir türlü . Zira cevap bulmaya vakti de kalmamıştır.Karşı karşıya geldiklerinde ilk selamı O verir :

─ Hoş geldin evladım ! Sefalar getirdin.Buraların yabancısı olsan gerek . Seni görünce ne hikmettir bilinmez ,yoluma devam edemedim.Buyur tanışalım !

Fakat o da ne ..! Kayalardan akan kaynak sularının berraklığı ve kadifelerden de yumuşak bu sesi ve sahibini , sanki çok ötelerden tanıyordu . Babası , anası ,kardeşi gibiydi.Hatta ondan da öte canı cananı , sevdiği her şeyiydi sanki .Neler oluyordu ? Bir iki saniyenin içerisine zamanın tümü sığdırılıvermişti . Nihayet kendini toparlayıp cevap vermeye çalıştı .


─ Hoş bulduk efendim ! Yabancıyım evet.Ticaret maksadıyla geldim.

─ Doğrudur oğlum .Tekrar hoş sefa geldin ancak yorgunluğun ötesinde sende başka bir hal var.Bir derdin olsa gerek .Zira kaç kulaç mesafeden sıkıntın bana öyle sirayet etti ki , ta gönlüme indi .O nasıl bir gönül yüküdür ki ,ayaklarımın dermanını kesti evladım .Dinlemeden ve derdine derman olmadan , şuradan şuraya gitmem inan .Kimsin, nedir derdin ? Gücüm yeterse eğer derman olayım.

Ömründe bu denli samimiyetin ve cana yakınlığın hiç şahidi olmayan pehlivan , iradesinin dışında ve aynı candan ifadeyle;

─ Efendim ! Derdim öyle büyük ki , derman olamazsınız .


─ İyi güzelde , olamazsam da derdinle dertlenip ağlayamam mı oğlum ?Anlat hadi !

Hiçbir şeyi gizlemeden , iki gözü yaş figan , bütün olup biteni anlatan pehlivan ;

─ İşte efendim ,hikayem de ,derdim de budur . Ben Ali’nin başını almaya geldim . Bana nasıl derman olursunuz ki ? Dermanı var mı bunun ?

─ Doğru söylersin . Ancak tek bir çaresi var oğlum .O da buradan geldiğin gibi sağsalim geri gitmendir.Çünkü , Ali’yi çok iyi tanırım .Hakkını vermek gerekirse yaman pehlivandır.Korkarım karşılaşırsan başlı geldin ama başsız gidersin .Üstelik onu altetsen bile ,buradan sağ çıkarmazlar seni . O yüzden , sessiz sedasız geri dön güzel evladım .

─ Efendim ! Geri dönemem .Zaten şu an yürüyen bir cesedim ben . Sevdiğimin uğruna on tane başım olsa , hepsini burada bırakmaya geldim ben. Ya Ali’nin başını alırım , ya da bu başı verir kalırım.

Bu samimi aşığın ağlayarak anlattıklarını dinleyen şahin bakışlı Mekkeli’nin de gözleri buğulanır. Ansızın doğrularak , yıldırım hızıyla belindeki çift ağızlı kılıcını çıkarıp öptükten sonra ,

─ Al oğlum ! Bu kılıcın adı Zülfikâr’dır.Ben de onun sahibi ve senin aradığın Ali’nin ta kendisiyim . Böyle bir aşka da Ali’nin on tane başı feda olsun . Hemen şuracıkta , kimseler görmeden , başımı gövdemden ayır ve kaç git buradan !

Aklın ve dilin tarifte aciz kaldığı bu mertlik karşısında , "Allah" diye bir nara atan pehlivan , O şahı velinin ayaklarının ucuna cansız yığılır kalır. Gözlerini açtığında , kırk tane anne şefkatiyle ; veliler şahının , başını okşayarak ağlamakta olduğunu görür.Artık başka bir alemde ve başka bir gönüldedir pehlivan ...

Bu arada vahiy meleği Cebrail (A.S) , mescidde sahabisine inciler döken aşk Peygamberinin huzuruna inmiştir bile .

─ Ya Resulullah ! Allah’ın sana ve Ali’ye selamı var . "Ali’ye mert olsun dedik ama bu kadar da değil ." buyurdu .

Böyle bir hadise karşısında , güzeller güzeli Peygamber sevincinden öyle tebessüm eder ki , dürr-ü mercan dişlerinin hepsi görünür. Zira Allah’ın latife yaparak mertliğini övdüğü başka kimse olmamıştır Ali müstesna . O yüzden , O’nun mertliğinden bahis olunmaz , anlatılamaz . Akıl ve idrakin ötesindedir .

Ağlamayı bilmeyen gözde hayır olmadığı gibi , sevmeyi bilmeyen gönülde de hayır yoktur . Aşka düşenlere müjdeler olsun .

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Mertliğin de bu kadarı Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Mertliğin de bu kadarı yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
MERTLİĞİN DE BU KADARI yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Etkili Yorum
balımsultan
balımsultan, @balimsultan
1.6.2012 21:08:07
Fakat o da ne ..! Kayalardan akan kaynak sularının berraklığı ve kadifelerden de yumuşak bu sesi ve sahibini , sanki çok ötelerden tanıyordu . Babası , anası ,kardeşi gibiydi.Hatta ondan da öte canı cananı , sevdiği her şeyiydi sanki .Neler oluyordu ? Bir iki saniyenin içerisine zamanın tümü sığdırılıvermişti . Nihayet kendini toparlayıp cevap vermeye çalıştı .


BAZEN BİRİLERİYLE KARŞILAŞIRIZ DA,SANKİ ÇOK ESKİLERDEN ÇOK SEVDİĞİMİZ BİRİ OLDUĞUNU HİSSEDERİZ AMA CVP BULAMAYIZ NERDEN TANIDIĞIMIZA?
beyzade
beyzade, @beyzade
18.11.2007 10:18:42
balıbey teşekkür ederim Hz Ali'yi çok seviyordum, bir kez daha gözümde yücelttiniz.
teşekkür ederim..
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL