13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1253
Okunma
Küçük pencereden dışarıya baktı; kavak ağacının ne kökü, ne de ucu görünüyordu. Sanki biri tarafından gövdesinden kesilmiş ve gökyüzünden sarkıtılıyor gibiydi. Sert esen bahar rüzgârı, bulutları oradan oraya savururken, ağacın yeni yeni çıkmaya başlayan yaprakları, annesinin kucağından ayrılmak istemeyen çocuklar gibi çırpınıyordu.
Zeynep Hanım, bu küçük pencerenin ardında kaç yıldır çalışıp çabaladığını, insanları memnun etmek için uğraştığını düşündü. Küçük pencerenin tel örgüsüne yapışan sineklere baktı; sinekler içeriye girmek için ne kadar çabalıyorsa, Zeynep Hanım da dışarıya çıkmak için o kadar çabalıyordu. Bir an sineklere göz kırptı, “hadi oradan, özgürlüğünüzün kıymetini bilin; içeriye girip de ne yapacaksınız.” Diyerek onlara kendince çıkıştı.
Kavak ağacını ve sinekleri kendi halinde bırakan Zeynep Hanım karşı duvarda aslı olan saate baktı. 11.45 ti saat. “Vakit geliyor” diye düşünerek, pişirdiği yemekleri gözden geçirdi. Salatanın havucunu rendeleyip harmanladı. Sonra, ziyan olan, çöpe dökülen onlarca yemeğe hayıflandı. “Ne olur sanki herkes Allah’ın verdiği nimetlere şükür etmeyi bilse, ellerindeki nimetlerin değerini bilse, onlarca yemek çöpe dökülmeden insan kursağına gitse.”
Diye düşünürken, daha dün akşam televizyonda izlediği, derileri kara meşin gibi açlıktan kemiklerine yapışan çocukları anımsadı. Öyle güçsüz görünüyorlardı ki, takatsizlikten yüzüne gözüne konan sinekleri bile kovalamaktan aciz gibiydiler.
Sonra ellerini açıp içtenlikle dua etti Rabbine, “ Sana binlerce kez şükürler olsun Ya Rab! Verdiğin nimetlere, sağlığa, sıhhate… Şükürler olsun bugünüme; bir işim, karnımı doyuracak aşım, başımı sokacak bir barakam var. ” Dedi ve masaları hazırlamaya başladı. Az sonra, personel birer ikişer mutfak kapısında göründüler. Bazılarının elinde çiy köfte dürümü vardı. Bazıları ise yemek tezgâhına bile bakma gereği görmeden, “bugün ne yiyeceğiz? Bir şey de yok.” Diye hayıflanıyordu. Bazıları ise iştahla tezgâhın önünde yemeğini almak için sıraya girmişti.
Sıraya girenlerin arasında, işe yeni başlayan Şule de vardı. Şule tezgâha yanaştı. Bir süre salatayı izledi. Salata; yeşil marulları, kırmızı ve beyaz lahanası, üzerine serpiştirilmiş turuncu havuçlarıyla gökkuşağı gibi rengârenkti.
Şule’nin gözleri mutluluktan çakmak çakmak yandı. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. “Yaşasın, salata!” Diye bağırdı. Ellerini havada birleştirip sevinçle çırpınca bukle bukle siyah saçları havada dalgalandı.
Zeynep Hanım bir süre bu güzelliği seyretti. Sonra kendi kendine düşündü; bazı insanlar hiçbir şeyle mutlu olmazken, bazılarını da bir salata bile mutlu etmeye yetiyordu. Memnun olan insan neslinin tükenmediğine sevindi birden. Şule’ye sevgiyle baktı, elindeki salata kaşığını kıza uzattı. Şule; “bana neden veriyorsun kaşığı?” diye şaşkınlıkla sordu.
“Bana bulaşan mutluluğun başkalarına da bulaşmasını istiyorum.”
18.04.2011/ Emine UYSAL