15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2130
Okunma

Yağmuru görünce, dayanamadı. Mis gibi toprak kokusu hasreti ile pencereyi açtı. Şehrin egzoz ve kömür kokulu havası doldu, ciğerlerine. Yüzünü buruşturdu. İnce askılı kombinezonun koruyamadığı bedeni, serin hava ile ürperdi. Pencereyi kapattı, bir yerlere yetişme telaşı ile koşuşturan insanları seyretmeye başladı.
Öylesine dalmıştı ki pervaza konan minik serçeyi, fark etmedi. Serçe, kendisini göstermek için, gagasını vuruyordu cama. Hemen pencereyi açtı, elini uzattı. Hiç çekinmeden, avucunun sıcaklığına sığınıverdi, serçe.
İncitmekten korkarak, başını okşamaya başladı, parmağının ucuyla:
“ Biliyor musun, bugün benim doğum günüm. Yoksa sen, beni kutlamaya mı geldin? “
Serçe, ne dediğini anlamış gibi, başını kaldırdı. Mahzun ve kimsesiz gözlerine baktı, Bahar’ın.
…/…
Beş çocuklu bir ailenin, üçüncü çocuğuydu. Annesi; artık kocaman bir kız olduğunu söylüyordu. Ama o, hiç de kocaman olmuş gibi hissetmiyordu, kendisini. Sokağa çıkmak, arkadaşları ile ip atlamak, seksek oynamak istiyordu. Annesi izin vermese de arada kaçıp, gönlünce oynayıp, eve dönüyordu. Yediği dayağa değiyordu…
Annesi tarlaya gittiğinde; kardeşlerine bakıyor, evi topluyor, yemek hazırlıyordu.
En büyük ağabeyi, askerdeydi. Komşu köyden, bir kıza sevdalıydı. Askere gitmeden önce, ailecek, kızı istemeye gitmişlerdi. Her şey yolunda giderken, kızın babası, oldukça yüksek bir başlık parası istemişti. Ailenin bütçesi, bu parayı karşılayacak güçte değildi. Bu yüzden, ağabeyi askerden dönünceye kadar, beklemeye karar verdiler. Ağabeyinin dönmesine az kalmıştı.
Onun bir küçüğü olan ağabeyi de annesi ve babası ile tarlaya gidiyordu.
Köyleri, çok büyük değildi. Arazi, taşlıktı. Tarla yeri açmak için bütün aile, günlerce, çalışmışlardı. Yakacaklarını, ormandan karşılıyorlardı. Orman ile köyün arasında geniş, kırlık bir alan vardı. Papatyalar, gelincilikler açardı, mevsimi geldiğinde. O çiçeklerin arasında yuvarlanmak, en büyük keyfiydi Bahar’ın. Aynı isteği duydu, içinde. Ama uzun bir süredir yalnız kalmaya korkuyordu. İki ev ötelerinde oturan Mehmet amca’nın bakışları, tedirgin ediyordu. Neden? Bilmiyordu. Ama içinden bir ses “ Uzak dur! “ diyordu.
Ağabeyinin askerden döneceği gün, bütün köylü, tren garında toplandı. Ellerinde Türk Bayrakları, davul, zurna eşliğinde ağabeyini getirecek treni beklemeye başladılar. Bahar, bir yandan elindeki küçük bayrağı sallıyor, diğer yandan da kalabalıkla birlikte, Onuncu Yıl Marşı’nı söylüyordu. Tam o anda sırtında bir el hissetti. El, yavaş yavaş beline doğru iniyordu. Dondu, ne yapacağını bilemedi. El, kalçalarına inmiş ve okşamaya başlamıştı. Korkudan ne kıpırdayabiliyor, ne de dönüp kim olduğuna bakabiliyordu. El, eteğini sıyırmaya başlamıştı. Bahar, yaprak gibi titriyordu.
O sırada, annesinin, el sallayarak kendisine seslendiğini fark etti. Deli gibi ileri atıldı. Kalabalığı yararak, annesine koşmaya başladı. Kalabalıktan uzaklaştığında arkasına döndü ve gülerek kendisine bakan Mehmet amca ile göz göze geldi.
Ağabeyi döndükten sonra, annesi ve babası, başlık parasını konuşmak için, komşu köye gittiler. Kızın babası, miktarı daha da arttırmıştı. Eve döndüklerinde, büyük bir kavga koptu. Ağabeyi, her ne olursa olsun, bu paranın bulunmasını istiyordu. Kıza duyduğu sevgiye de “ Kara Sevda “ diyordu. Babası, o kadar parayı denkleştirmelerine imkan olmadığını söylese de oğluna dinletemiyordu. Baba – oğlun sözlü tartışmaları kavgaya dönmüş, birbirlerini yumruklamaya başlamışlardı.
Korkudan, sedirin yanında saklanmaya çalışan Bahar, iki adımda sokak kapısına ulaştı ve kıra doğru koşmaya başladı. Koştu, koştu, koştu… Papatyaların arasına, dizlerinin üstüne çöktü. Adım atacak gücü kalmamıştı. Ellerini yüzüne kapatarak, ağlamaya başladı.
Saçlarına yapışan elin gücü ile nefesi kesildi. El, saçlarını bırakmayarak, yerde sürüklemeye başladı. Ormanın kuytusuna kadar sürükledi. Yüzüne yediği tokatla, yere savruldu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Böğrüne inen tekmenin acısı ile bağırdı. “ Sus! “ dedi Mehmet amca. Bahar, hissettiği acı ve korkuyla, sürünerek kaçmaya çalıştı. El, tekrar saçlarından yakaladı. Gerisi, derin bir karanlıktı…
Kendine geldiğinde, hava kararmıştı. Acı, tüm bedenini esir almıştı. Ağaçlara tutunarak, ayağa kalkmaya çalıştı, beceremedi. Beyninde, sürekli “ Anne…anne “ diye bağırıyordu.
Uzun ve acı dolu çabanın ardından, evine ulaştı. Son bir gayretle kapıyı çaldı ve kendinden geçti.
Gözlerini açtı. Odasındaydı. Gün, ağarmıştı. Üzerinde, parçalanmış ve kanlı elbisesi vardı. İçerden sesler geldiğini fark etti. Annesi, babası ve ağabeyi tartışıyorlardı. İsminin geçtiğini duydu.
Saatler sonra, annesi geldi.
“ Kalk, elini, yüzünü temizle. Üstüne de doğru dürüst bir şeyler giy.” Dedi.
“ Anne? “
“ Soru sorma. Ağabeyinle birlikte şehre gidiyorsun. Bu utancı, saklamamız lazım.”
Ağabeyi ile birlikte, kimseye görünmemek için, gece trenine bindiler. Sabaha karşı, şehre geldiler. Trenden inip, yürümeye başladılar. Bahar, sessizce takip etti, ağabeyini. Ne kadar yürüdüklerini bilmiyordu. Yorulmuştu, hala canı yanıyordu.
Siyah, demir bir kapının önüne geldiler. Ağabeyi, kapıdaki adamla bir şeyler konuştu. Adam, ona bakarak, sırıttı. Kapıyı açtı, onlarla birlikte yürüdü. Evin kapısı, pembeye boyanmıştı ama uzun zamandır temizlenmediği belliydi. Adam, kapıyı çaldı. Üzerinde kombinezonu, yağlı saçları dağınık, ağzında sigarası olan bir kadın açtı kapıyı. İçeri girdiler. Her taraf leş gibiydi. Merdivenin basamaklarında, kapıyı açan kadına benzeyen, başka kadınlar oturuyorlardı.
Kadın, çekmeceden çıkarttığı parayı ağabeyine uzattı. Ağabeyi, parayı saydı, cebine koydu. Soran gözlerle kendisine bakan Bahar’ı olduğu yerde bırakıp, gitti.
O gün Bahar’ın doğum günüydü. On dört yaşına giriyordu…
…/…
“ Bahar! “
“… “
“ Bahar kızzzzz! Çabuk in aşağıya. Müşteri geldi.”
“ …”
Bahar, pencereyi açtı. Pervazına çıktı. Elini havaya kaldırdı. Minik serçe, kısa bir süre durakladıktan sonra, havalandı.
Durdu. Geri döndü. Geliyor mu? Diye, Bahar’a baktı.
Bahar, yoktu.
Pencerenin altında toplanan kalabalığı gördü. Ne olduğunu anlamak için aşağıya doğru süzülürken; kalabalığın arasından, bir serçenin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü.
İki serçe, keyifle kanat çırparak, göğün maviliğinde kayboldular…
O gün Bahar’ın doğum günüydü… Yirmi yaşına giriyordu…
Eser Akpınar
22.04.2011
İzmir