3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1528
Okunma

Bizden önceki nesiller ataerkil bir yapıya sahiptiler . Anne baba , çocuklar hep bir arada yaşadıkları için, ancak askere giden bir delikanlının sıla özlemi olurdu. Fakat daha sonraları ataerkil aileler bölünüp, çekirdek aileyi oluşturduklarında gurbete gitmelerle, bu özlem su yüzüne çıkmıştır.
İstanbul’da askerliğini yapan babam, oradaki yaşam şartlarının kolaylığını gördüğü için, kasabada yaşamak istemiştir. Büyüklerinin her türlü karşı gelmelerine rağmen, kasabaya göç etmiştir. Ama yaşam şartlarının burada daha da zor olacağını hiç hesaba katmamış, yıllarca köy hasretiyle yanıp tutuşacağını düşünememiştir.
Babam gençlik yıllarında, hayat şartlarının zorluğu ve kentte çocuklarının büyütmenin heyecanıyla annemle birlikte kasabaya göç eder. Kasabaya geldiğinde bir sürü işte çalıştıktan sonra, ticarete atılır. Bu arada abimin bir sürü hastalık geçirmesi ve ardından benim dünyaya gelişim, hayatlarını daha da zorlaştırmıştır . Ama annem ve babam bunlardan hiç yakınmamışlar tam tersi gururla söz etmektedirler.Annemin de desteği ile yıllarca mücadele eder ve evini kurar ama bir yandan da, sıla hasreti , sıla özlemi içinden asla çıkmaz.
Anne ve babası da kasabaya gelince, arkasından köyüne gidecek sebebi de kalmamıştır. Ne zaman bizler büyüyüp, elimiz ekmek tutmaya, biraz feraha kavuşunca her zaman derdiki, “beni bir köyüme götürseniz…” O zamanlar, bizler de evimizden, işimizden belirli bir süre babamızın bu isteğini karşılayamadık ama o gün gelmişti. Babamızı köyüne götürmeye kardeşlerimle karar verdik. Hazırlandık ve gittiik. İşte asıl hikaye burda başlıyor.
Benim babam ciddi, sevgisini , duygularını bizlere ifade edemeyen ,etmek istese de yapısı veya yetiştirilme tarzı nedeniyle bize gösteremeyen yapıya sahipti. Ama o gün bütün tabular yıkıldı, babamın o andaki heyecanı nı, gözlerindeki ışıltıyı görmeliydiniz. Tıpkı önce beş yaşında bir çocuk, sonra her saniye kırlarda, tarlalarda gezdikçe büyüdü, büyüdü anıları, yaşadıkları, oynadğı oyunlar, hepsi öylesine canlandı ki, o güne kadar babamı hiç öyle görmemeiştik
Bizlerde onun bu heyecanına ortak olduk
Kırları, evini, bahçesini, beslediği kuzularını, yetiştirdiği atını öyle anlatti ki, sanki mutluluktan havalara uçuyordu. Onun bu halini görmek, çocukları olarak bizleri de çok mutlu etti.
Hele köyün dar, taşlı patika yollarında, oyndığı kovalanbaçlar, dokuz kiremitler, söğüt ağaçlarından yaptığı düdükleri anlatmakla bitmedi. O gün, hayatımdaki en güzel yemeği yedim. Farkli bişey mi yedik? Hayır! Ama babamın gözlerindeki mutluluk pırıltıları eşliğinde yediğimiz her lokma, dünyanın en leziz yemeklerine bedeldi.
Babamı daha önceden “niye götürmedik?” diye kendimizi sorgulasak da, köyden çok mutlu ayrıldık..
NURAY MERAM