22
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1824
Okunma

Filiz liseye kadar güçlükle okumuştu; hatta bazı yıllar çift dikiş gitmişti. Liseyi bitirince girdiği üniversite sınavında barajı bile aşamayarak okuma sevdasına temelli veda etmişti. Okuyamayacağına göre bir işe girip çalışmak ve ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydı. Bu amaçla şehrin dört bir yanında iş aramasına rağmen sadece küçük bir bijuteri dükkânında, elli lira haftalıkla iş bulabilmişti.
Elli lira Filiz’in ihtiyaçlarına yetmeyince zaman zaman annesinden para istemeye başlamıştı ama annesinin cevabı her zaman hazırdı. “Okusaydın doğru dürüst bir iş bulur kimseye muhtaç olmazdın. Şimdi elli lira haftalığa talim et bakalım; nereye kadar!” Filiz, annesinin bu sözlerine çok içerliyor, iş çıkışı dükkân dükkân dolaşıp iş arıyor, gazetelerin iş ilanlarını didik didik ediyor ama bir türlü iş bulamıyordu. Sanki bütün esnaf Filiz’i işe almamak için sözleşmiş gibi geliyordu Filiz’e.
Bir gün, eline aldığı gazetedeki iş ilanlarına bakan Filiz, gördüğü bir ilanla sevinçle yerinden fırladı. “Genç bayanlar; fiziğinize ve sesinize güveniyorsanız yüz lira yevmiye ile iş imkânı” diye yazıyordu ilanda. Elindeki gazeteyi tezgâhın üzerine bırakan Filiz, aynanın karşısına geçip şöyle bir döndü, yan gözle vücudunu inceledi. Güzeldi. Kendini beğendi.
“Eh, gencim güzelim, boyum posum yerinde. Ses… O da iyi sayılır, bir iki de şarkı ezberledim mi bu iş tamamdır!” dedi ve gazetedeki ilanda verilen adrese uçar gibi gitti. Ne annesine, ne de babasına sorma gereği bile duymamıştı. Nasıl olsa çok para kazanamıyor diye küçümsemiyorlar mıydı? Ne gereği vardı sormanın? Aklına eseni yapmaya karar vermişti artık Filiz.
Filiz’in boyuna posuna bakan ajansın yetkilisi, bir de sesini dinledi. Fena değildi ona göre, hemen işe aldı. Artık çok para kazanacağı bir işi vardı ama her işin olduğu gibi bu işin de zor tarafı vardı. Tarafı demek biraz az gelecek, tarafları vardı desek daha iyi olacak. Bu iş içkili gazinolarda şarkı söylemek işiydi. Üstelik sürekli il il, ilçe ilçe dolaşacaktı. Sesi beğenilirse okuyucu, beğenilmezse garson olarak çalışacaktı gittiği yerlerde.
Filiz kararını vermişti… Gidecekti. Ailesiyle girdiği tartışmadan galip çıkarak bavulunu topladı ve ajansın yolladığı yere gitti. Gittiği yerde sesi beğenilmiş, şarkıcı olmuştu. İlk zamanlar biraz sıkılıp utanmıştı ama bu utangaçlığı çok fazla sürmemişti. Amacı çok para kazanmak değil miydi? O da bunu yapacaktı. Ne kadar çok erkeği ayartabilirse o kadar çok para kazanıyordu. Para kazanmak saplantı olmuş, ne ar kalmıştı, ne namus. “Para olmadıktan sonra kimin ne işine yarıyor ki namus?” diye düşünüyordu.
Erdal’ın küçük bir marangoz atölyesi vardı. Bir hafta sonu arkadaşlarıyla kafayı çekip felekten bir gece çalmak için gazinoya gelmişti Erdal. Arkadaşlarıyla yiyip içip eğlenirken birden Filiz’in ateş gibi bakan gözleriyle göz göze gelmişti. Aman yarabbi! Ne gözlerdi o gözler… Erdal’ın yarım olan aklını alıp temelli akılsız bırakmıştı. Artık her hafta sonu Erdal gazinonun yolunu tutuyor, elinde avucunda ne varsa Filiz’e taşıyordu. Sadece sohbet yetmiyordu artık Erdal’a. Filiz’le birlikte olmak saplantı olmuş, bütün hafta Filiz’i düşünür olmuştu. Pahalı bir yüzük alıp içine de birlikte olmak istediğini anlatan kısa not yazarak, Filiz masaya gelince yavaşça uzatmış ve sonucu merakla beklemeye başlamıştı. Gecenin ilerleyen vaktinde, Filiz programını bitirmiş ve Erdal’ın masasına gelerek;
“gidelim mi?” dediğinde Erdal sevinçten küçük dilini yutacak gibi olmuştu. Birlikte çıktılar. Sonraki günlerde Erdal, nesi varsa satıp savıp Filiz’le beraber olmak için harcamıştı. Parası kalmadığı gibi birçok da borca girmişti. Sadece bindiği bir arabasından başka hiçbir şeyi kalmamıştı sonunda ama yine de Filiz’den vazgeçemiyordu. Artık Filiz’i almak için giderken, sadece bir demet gül götürebiliyordu. İlk zamanlar hediyelerin arkası gelecek sanan Filiz sesini çıkarmamıştı ama hediyeler bir türlü gelmeyince sonunda patlamıştı. Gazinodan çıkışta Erdal’ın uzattığı gülleri bütün hıncıyla yere çarpıp, “sen gülden başka bir şey bilmez misin be adam!” deyip gazinoya geri girmişti. Erdal üzgün ve mahcup olarak arabasına binip gitmiş, Filiz’i tanıdığı güne lanetler yağdırmıştı.
Gazinonun karşısındaki şirketin güvenlik görevlisi bütün olaya şahit olmuştu; Erdal oradan uzaklaşınca hemen gidip gül demetini alarak kulübesine getirdi. Güllerin kırılan yapraklarını tek tek temizledi, düzeltti. “Hele bir sabah olsun, bu gülleri sevgilime götüreceğim. Bazı kimseler küçük mutlulukları yakalamayı bilemezler. Gözleri hep yükseklerdedir. Çoğu ararken azı da kaybederler ama benim sevgilim bu gülleri görünce havalara uçar” diye düşünerek sabahı etmişti. Mutluluktan içi içine sığmıyordu. Bir demet gülü vardı ya…
Sabah şirkete gelen müdür, güvenliğin kulübesindeki gülleri görünce;
“hayrola; bu güller nereden geldi buraya?” diye sordu.
“Yoldan buldum; biri düşürdü herhalde.” Dedi ve gördüklerini anlatmadı güvenlik görevlisi. Müdür güllere baktı. Aklına bir fikir gelmişti. Yıllardır şirkette aşçı olarak çalışan Güllü’yü düşündü. Eski mutfağı yenileyip yeniden dekor etmişlerdi. Güllerin yeni mutfağa çok yakışacağını düşünerek gül demetini eline aldı ve mutfağa doğru yürüdü. Güvenlikçinin bütün hayalleri suya düşmüş, ardından öylece bakmıştı. Müdür mutfağa girdiğinde, Güllü yemek yapıyordu, içeri giren Erol Bey’i görmemişti.
“Kolay gelsin Güllü Abla; bak sana gül getirdim.” Dedi. Güllü, bir Erol Bey’e, bir de elindeki güllere baktı. Hayatında tek bir gül bile vermemişti kimse ona. Şimdi kocaman bir gül demeti sadece onundu. Elindeki kepçeyi tezgâhın üzerine bıraktı. Gözünden akan yaşı Erol bey’e göstermeden elinin tersiyle sildi.
“Çok teşekkür ederim Erol Bey. Beni mutlu ettiniz, Allah da sizi mutlu etsin.”
09.4.2011. Emine UYSAL