17
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1731
Okunma

“ Hayır! İzin vermiyorum.”
“ Yeter artık anne, yeter. Sen izin vermesen de gideceğim.”
“ Cesedimi çiğnemeden gidemezsin. Ben, senin annenim. İzin vermediğim hiçbir şeyi yapamazsın.”
“ Anne, gideceğim.”
“ Hayır diyorum. Ha-yır.”
Şebnem, hıçkırıklar içinde odasına koştu. Leyla, portmantodan eşarbını, ceketini alıp dışarı çıkarken, öfkeyle çarpılan iki kapının sesi birbirlerine karıştı.
Leyla, cılız lambanın aydınlattığı sokakta, nereye gittiğini bilmeden, yürümeye başladı. Bilinçsizce döndüğü her köşede, hafızasının derinliklerine gizlediği, anıları canlanıyordu.
…/…
Beş yaşındaydı. Annesi elinden tutmuş, sürükleyerek götürmeye çalışıyordu. Leyla, bir yandan ağlarken bir yandan da:
“ Dayımlara gitmek istemiyorum. Ne olursun beni o eve götürme. Anne, yalvarırım.”
“ Leyla, kes ağlamayı. Bak, senin yüzünden işe geç kalacağım. Yürü çabuk.”
Leyla, evin en küçüğüydü. Babasını hatırlamıyordu. O bebekken ölmüştü. Ablası, okula başlayıncaya kadar Leyla’ya bakmış, böylece annesi işe gidebilmişti. O yılın başında, ablası, okula başlayınca da Leyla’ya dayısı ve yengesi bakmaya başlamışlardı. Annesi, işe giderken bırakıyor, iş dönüşü de alıyordu.
İlk günlerde, her şey çok güzeldi. Dayısının çocuğu yoktu. Onu çocukları olarak kabul etmişlerdi. En sevdiği yemekleri pişiriyordu, yengesi. Dayısı da her dışarı çıktığında, oyuncaklarla geri geliyordu. Leyla, çok mutluydu. Dayısını ve yengesini çok seviyordu.
O gün yengesi, komşunun gününe gitmişti. Leyla ve dayısı, evde yalnız kalmışlardı. Leyla, halının üstünde oyuncakları ile oynarken, dayısı da sedirin üstünde, gazetesini okuyordu.
“ Leyla, gel yanıma. Sana lokum vereceğim.”
Bebeğini kucağına alarak dayısının yanına gitti. Dayısı, kollarının altından tutarak havaya kaldırdı ve kucağına oturttu. Sehpanın üstünde duran lokumluktan bir lokum alarak Leyla’nın eline verdi. O lokumunu yerken, dayısı sırtını okşamaya başladı. Ne olduğunu anlamayan Leyla, şaşkınlıkla baktı dayısının bacaklarında dolanan ellerine. Sonra sevgiyle gülümsedi:
“ Ben de seni çok seviyorum dayıcığım “ diyerek boynuna sarıldı.
“ Şimdi seninle bir oyun oynayacağız. Ama bu oyun, ikimiz arasında kalacak. Bizim sırrımız olacak. Ne dersin?”
“ Çok merak ettim, ne oyunu bu?”
“ Okşama oyunu “
“ Nasıl oynanıyor?”
“ Ben seni okşarken, sen de beni okşayacaksın. Anlaştık mı?”
Günler ilerledikçe oyun, canını yakmaya başlamıştı Leyla’nın. Üstelik hava soğuktu ve soyunmak zorunda kaldığında üşüyordu. İtiraz ettiğinde kızıyordu, dayısı.
Ne annesine, ne de yengesine söyleyemiyordu. Tek yapabildiği; yengesi gezmeye giderken ağlamaktı. Eteklerine sarılıyor, onunla gitmek için yalvarıyordu. Ama her seferinde, dayısı kucaklayarak, uzaklaştırıyordu yengesinden.
Oyun, gittikçe sertleşip, şekil değiştirirken Leyla, büyüyordu. Artık on dört yaşındaydı. Hala dayısından kaçamıyordu. Maddi yokluklar yüzünden okuyamamıştı. Yaşı ilerledikçe ev işlerinde de yardımcı olduğu için, sürekli orada kalır olmuştu.
Tek kurtuluşu evlenmekti. Böylece karşısına çıkan ilk talibine “ Evet “ dedi.
Evliliğinin ilk gecesi tam bir kabustu. Kocasının öpücükleri, okşamaları midesini bulandırdı ve deliler gibi çırpınmaya başladı. Korkusunu anlamamakta ısrar eden kocası, sabaha kadar dövdü ve defalarca birlikte olmaya zorladı, Leyla’yı.
Bu eziyet, kocasının inşaattan düşerek ölmesine kadar sürdü. Henüz iki aylık olan oğlu ve üç yaşındaki kızı ile yapayalnız kalmıştı.
Başını sokacak bir evi olsun ve çocukları aç kalmasın diye kendisinden oldukça büyük, kimsesiz birinin teklifini kabul etti ve ikinci kez evlendi. Evlendikten birkaç yıl sonra kocası, geçirdiği kalp krizi sonucunda, öldü.
Evi ve emekli maaşı Leyla’ya kalmıştı. Bu sayede, sıkıntı çekmeden, çocuklarını büyütebildi.
Çocuklarını büyütürken, hiç kimse ile görüşmelerine izin vermedi. Çocuklar, sadece okullarına gidebilmek için çıkıyorlardı, evlerinden. Ne arkadaşlarının, ne de dayılarının ve teyzelerinin evlerine gitmelerine izin veriyordu. Çocuklarına karşı haksız bir tutum sergilediğinin farkındaydı ama çocukluğunda yaşadıkları peşini bırakmıyordu. Onların da aynı şeyleri yaşamalarını istemiyordu.
Ne var ki çocuklar artık büyümüşlerdi. Gezmek, arkadaşları ile birlikte olmak istiyorlardı. En önemlisi de kuzenleri ile vakit geçirmek istiyorlardı. Bu gece ki kavganın sebebi de buydu. Şebnem, dayısına gitmek ve tatilini onların yanında geçirmek istiyordu.
…/…
Leyla, durdu. Ne kadar yürüdüğünü ve nerede olduğunu bilmiyordu. Rüzgar çıkmış ve hava soğumuştu. Ürpererek paltosuna sarıldı. Yapması gereken şeyin ne olduğunu biliyordu. Bunun için geç bile kalmıştı.
Kararlı adımlarla evine doğru yürüdü. Anahtarla kapıyı açtı, içeri girdi. Ayakkabısını, paltosunu ve eşarbını çıkarttı. Titreyen elleriyle, saçlarını düzeltmeye çalıştı. Kısa bir duraklamanın ardından Şebnem’in odasına doğru yürüdü:
“ Şebnem, seninle konuşmamız lazım. Anlatacaklarım var.” Dedi.
…/…
Okuduğunuz bu öykü; televizyon programını arayarak, gözyaşları içinde anlatan ve psikolojik desteğe ihtiyacı olduğunu söyleyen bir bayana aittir.
Eser Akpınar
29.03.2011
İzmir