12
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2385
Okunma
“Bana anne der misin?” dedi. Gözlerim açıldı, gözlerine dikkatle baktım. Çok samimiydi ve gözlerinin içi gülüyordu. İçime tatlı bir ılıklık yayıldı. Beynimden yüz binlerce ana figürü geçti. Anam geldi aklıma. Çocukluğumun anası… Sonra yavaş yavaş büyüdüm anamla ve o akşam geldi gözlerimin önüne…
Anamın bir tabutun içinde eve getirilişi ve benim tabutun başında çaresiz yüzüne bakıp bakmamakta tereddüt edişim… Hayal meyal hafifçe yüzünün açılışı geliyor gözlerimin önüne… Ben onu öpmek için yavaşça eğiliyorum. Öpmemle irkilmem bir oluyor. Öptüğüm annem değil de, buz gibi bir mermer parçası sanki. Balmumuna benzeyen çehreden uzaklaşıyorum birden.
Duygularım birbirine karışıyor. İnsanoğlunun çaresizliğini, güçsüzlüğünü, zayıflığını bir kere daha anlıyorum ve bu yaşadığım anların ruhumda yaptığı derin tahribat yıllarca sürüyor. Halen sürmekte…
“Bana anne der misin?” deyişiyle tekrar başımı kaldırıp yüzüne baktım; hayallerden uzaklaşırken. Yıllarca tanıdığım ama bana tamamen yabancı kadını incelemeye başladım. Acaba diye düşündüm… Ana diyebilir miyimdim? O kelimenin bende yıllarca dokunulmazlığı olmuştu. Ana kelimesini; sarıp sarmalamış, yüreğimin en gizli köşelerinde saklamıştım. Şimdi durduk yerde bu kadın ne diye çıkarıyordu ortaya. O zaman nerden bilebilirdim ki; yıllar sonra bu kadınla biz ne acılar paylaşacağız ne sıkıntılara göğüs gereceğiz?
Ben, yıllarca onun güçlü yapısını örnek aldım… Her fırtınaya karşı, ulu bir ağaç gibi kökleriyle, dallarıyla hiç eğilmeden dimdik duruşu, yıllarca hayranlık uyandırdı bende. Ama benim yaşadığım her fırtınanın da mimarisi olarak onu bildim. Ona karşı içten içe öfke duyarken insanlığım her zaman ağır bastı. Yüzüne karşı asla bir şey diyemedim. Demedim. Bu benim korkaklığımdan değildi. Asla! Saygısızlık etmek istemediğim içindi.
Klasik gelin kaynana tartışmalarımız da oldu. Çok iyi geçindiğimiz zamanlarda… Hiç bir zaman birbirimizi hatalı bulduğumuz için görüş ayrılığına düşmedik. Hep başka konulardan oldu tartışmalarımız. Çünkü birbirimizi olduğumuz gibi kabul edip sevmeyi öğrenmiştik. O bana kaynanadan çok öte bir şeydi. Halen adını bulamadığım bir şey… Bana; “sen kızlarımdan çok daha ilerisin.” Deyişine, hem inanmaz gözlerle bakarken, hem de tarifi imkânsız bir mutluluk duyardım.
Oğlunu kaybettiği günkü acısını izlemiştim büyük saygı duyarak. Her sabah namazında penceremden bakarken oğlunun mezarının başında otururken görürdüm onu. Her yağmur yağdığında mezarın üzerine çektiği naylon örtüyü, yağmur dindiğinde tekrar geri açılıyordu. Ve ben onu izlerken, o zamanlar küçük olan iki evladıma sarılarak, çocuklarımın yanımda olduğu için Allah’ıma şükür ederdim.
Onca yıl birlikteliğimize karşın, yanımda bir kez bile ağlamamıştı. Demek ki, o da acılarıyla beni üzmek istemiyormuş. Ve eşini (kayınpederim) kaybedişindeki acıyı, onunla birlikte ben de yaşadım. O zaman da yanımda ağlamamıştı. Bu sefer daha çaresizdi… Yıllardır beraber olduğu hayat arkadaşını kaybetmişti oysa. Belki de hayatı boyunca onu tek anlayanı… Yaşlılığının ve çaresizliğinin verdiği acıyı görmüştüm gözlerinde.
İşte o zaman, genç olduğum ve her işimi kendim yapabildiğim için bir kez daha şükrettim Allah’ıma ileriki yılları düşünerek.
Bu yaşadıkları sadece onun hayatının çok küçük bir parçasıydı. Yakınlarında her zaman ayrı bir fırtına, farklı bir yıkım yaşamıştı. Bana en çok Ankara’dan İstanbul’a taşındığım zaman kızmıştı. Zaman ilerledikçe beni çok iyi anlayacağını bildiğim için asla onu kıracak bir davranışta bulunmamıştım. Ve beni anladı da… Bana hak verdiğini bizzat söyledi sonra.
Ankara da mağdur bırakılışımı yıllar sonrada olsa anlayabilmişti. Taşınırken bıraktıklarımı asla sormadığım, arkasını arayıp tenezzül etmediğim için takdirle karşıladığını anlatmıştı.
Her kış bize gelişini severdim… Çocuklarım çok mutlu olurdu o gelince; ben de tabii ki. Yazları yaylaya giderken, onca hısım akrabam dururken onun yanına gitmek gelirdi içimden.
On bir yıldır gelin kaynana mecburiyetimiz olmadığı halde biz bunu hiç ara vermeden sürdürdük…
Off güneşli bir İstanbul sabahı, canım çok sıkkın. Yataktan çıkmak istemiyor canım. Başımı battaniyenin altına sokuyorum, ağladığımı kimseler görecek gibi gibi geliyor bana. Yastık ıslanıncaya kadar ağlıyorum. Sonra kalkıyorum. Her buhranlı zamanımda yaptığım gibi abdest alıp namaz kılıyorum.
Ondan çok uzaklarda, ellerimi açıp benim için çok şey ifade eden insan için yalvarıyorum Rabbime. İki gündür yoğun bakımda yatıyor.
“Allah’ım sen ona şifa ver! Yüreğimdeki yerin çok derin, eğer bir de sen boşalırsan bu yürek asla iflah olmaz ANNEM.
Sen bende ne çok şeysin ne kadar çok anlam ifade ediyorsun ANNEM!”
Ayşe Kadıoğlu Yıldız