9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1390
Okunma

AÇILMAMIŞ MEKTUP
Sevgili anacığım;
Sen bu satırlarımı okurken ben çok uzaklarda olacağım.
Tekrar kavuşmak dileğiyle, seni sıkıca sarıp öpüyorum anacığım.
O, kahve gözlerinin üzerinden doymamakçasına.
Çenenin altından şirince sarkan bıdığından…
Ellerinin ılıklığından, büyük bir aşk ile.
Anacığım, hatırlıyor musun bilmem?
Deli martın kol gezdiği gecelerde; şişen bademciklerim için siyah zeytini dövüp, ispirto ile harmanlayıp boğazıma sardığın günleri. Pirinç karyolanın başucunda sabahı sabah edip anlımın terini sildiğin anları…
Sabahın kör karanlığında düşmeyen ateşimin telaşıyla; beni sarıp sarmalayıp sırtına alıp, kimsesiz sokakların ölgün ışıklarında hastanenin yolunu adımlayışını…
Her attığın adımın sarsıntısında; midemdeki kelebeklerin üç yüz altmış derece dönüşüyle beraber sırtından aşağıya kusuşumu…
Biliyor musun? Hala kulaklarımda sesinin tınısında ki şefkat…
Az kaldı çocuğum sabret. Deyişin…
Ne vakit yüreğime hüzün çökse, gözlerimin derinliklerinden anlardın.
Ne zaman senden ırakta hüzünlerimi yudumlasam veya hasta olsam mutlaka beni rüyanda görmüş olup telefona sarılırdın.
Şaşırıp kalır, benim anam müneccim derdim.
Zaman su gibi akıp giderken, yaş kemale ererken, dünya tersine dönerken kum saati misali yaşamlar dar pencereli evin pervazında asılı kalıyor anacığım.
Güçlü, bastığı yeri inleten adımlarının yanında; kol gezen hastalığın, sessiz ve sinsice bedenini sararken ruhun şimdiden içine çekilmeye başlamıştı.
Kabullenememek…
Yıllar; tırpan ile kesilen buğdaylar misali, ardı sıra devrilirken mahzunlaşan çehren ile hangi vakit kimliklerimizi değiştirdik meçhul.
Çoktandır büründüğümüz kimlik değişimimizde; artık sen benim çocuğum ben ise senin annendim. Sana olan sevgim anlayamadığım bir devranda şefkate dönüşmüştü. Bu tarifi mümkün olmayan hislerim beni allak bullak ediyor çevremdeki bazı varlıkları seninle özleştiriyordum.
Ne zaman sokakta dolaşırken veya bir fotoğrafın karesinde, çaresiz ve yaşlı bir kadın görsem…
Ah! İçim nasıl, bir volkan olup lavlarını dışarı akıtır.
Ah! Bir bilsen anacığım. Her birinin yüzünde seni görürüm.
Elimi uzatıp dokunmak, gözlerinde ki o gariban bakışlara derman olmak isterim.
Kucaklamak, korumak…
Her şeyden, tüm kötülüklerden…
Boğazımda düğümlenen yumruk zehir gibi olur. Ne yutabilirim nede dışarı atabilirim. Haykırarak ağlamak gelir içimden.
En tuhafıma gidende nedir biliyor musun anacığım?
Yolda küçük bir yavru köpek görsem; üstelik birde üşüyorsa, gözlerinin içine baktığımda eriyip giderim.
Gözlerinin sönük ışıltısında seni görürüm anacığım.
İşte o an bittiğim andır.
Oracıkta oturup, henüz yaşayan anam için ağıt yakmak gelir içimden.
Sen bilmiyorsun anacığım.
Ben; henüz sen daha yaşarken, toprak olup gideceğin günlerin yasını tutuyorum şimdiden.
Önce hayalin aklıma düşüyor. Gurbet elde gelen acı haberini tahayyül ediyorum. Bir an gerçek ile hayal âlemi birbirine karışıyor. Gözlerimin önünde canlanıyor, beyaz gelinliğinin içerisinde sana sarılıp kendimden geçişim.
Yarabbi bu nasıl bir acıdır?
Yanıp eriyen yüreğim dar gelir kafesine. Atar kendini bilinmezliğe doğru.
İrkilirim…
Korku acıyla harmanlanıp beni deli eder.
Yaradanım ben nasıl dayanırım bu acıya?
İliklerime kadar üşürüm.
Kötü bir kâbustan uyanmak için silkinirim tüm gücümle.
Ah anacığım!
Güzel anacığım.
Bir gün olsun, gün yüzü görmemiş ancığım…
Bahtı kara, yüzü ak anacığım.
Hakkını helal et.
Pamuk ellerinden öpüyorum.
Doymak istercesine…
Ama hiç doyamadan…
Sarıyorum seni…
Bastırıyorum yüreğimin üzerine.
Ne olur!
Ne olur, sen hep orada kal.
Ne olur, beni yalnız koyma.
SEVİLAY DİLBER