25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2794
Okunma


Orijinal Adı: AUTUMN SONATA
Yönetmen: Ingmar Bergman
Senaryo: Ingmar Bergman
Oyuncular: Ingrid Bergman, Liv Ullmann, Lena Nyman, Halvar Björk, Arne Bang-Hansen, Gunnar Björnstrand
Görüntü Yönetmeni: Sven Nykvist
Müzik: Chopin, Handel, Bach
İsveç-Almanya/ Sweden-Germany, Renkli / Color, 1978.
79’Bodil FF En İyi Yabancı Film Ödülü Best Foreign Film Award
79’Altın Küre En İyi Yabancı Film Ödülü Golden Globe Awards Best Foreign Film
79’İtalyan Film Yazarları Sendikası En İyi Yönetmen& En İyi Yabancı Film
Ödülleri Italian National Syndicate of Film Journalists Best Director& Best
Foreign Film Awards
Güz Sonatı, ünlü bir piyanist olan Charlotte ile iki kızı arasındaki ilişkiyİ anlatıyor. Annenin otoritesi ve başarısı altında ezilen büyük kızı Eva, mutsuzdur. Çünkü piyano çalmasına karşın annesi gibi başarılı olamamıştır. Babası da Eva gibi annesinin başarısı altında ezilmiş ve annenin başka erkeklerle flört etmesine göz yummak zorunda kalmıştır.
Charlotte, yedi yıl aradan sonra, daha önce reddettiği Eva ile buluşur. Alışagelmiş sevgi gösterilerinin ardından işin şekli değişmeye başlar. Chopin’in prelüdü, kızının, bir zamanlar sevdiği sonra nefret ettiği annesinden aldığı gecikmiş intikamın başlangıcı olacaktır.
Ve bir akşam, anne kızın, geçmişin süzgecinden bir türlü geçiremedikleri ve hayatlarını etkileyen, saman altı edilen sorunları ortaya dökülür.
Filmin bütünü içinde, en etkileyici kısmı anne kızın hesaplaşmaları. Tiyatro tadında ilginç sorgulamalarla ve her cümlesiyle izleyeni düşünmeye sevk ediyor. Özellikle Eva’nın annesine sesini duyurabilmek için çırpınışı. Kariyer düşkünü ve biraz da narsis ruhlu, karışık duygulara sahip annesine ulaşamayışı, çok etkileyici. Anne kız arasında, iletişimden daha fazla hakim olan iletişimsizlik olgusu, derinden sarsıyor, insanı.
Hesaplaşmayı izlerken, öyle cümlelerle karşılaşıyorsunuz ki altındaki derinliğe inebilmek için derin derin düşünmeniz gerekiyor.
“ Kızının mutsuzluğu, annenin zaferi midir?”
“ Kendi içine kapanıp her zaman kendi ışığında yasıyorsun. “
Aslında film, aile üzerinden yola çıkarak, toplumu sosyolojik ve psikolojik boyutta ele alıyor. Film, çağımızın travmasını oldukça yalın, anlaşılabilir bir dille ele alıyor. Toplumlar modernleştikçe, izlediğimiz psikolojik görüntüler hiç de yabancı gelmiyor. Birey olma kavgası verilirken aile olma, aileyi koruma realitesinden uzaklaşıyoruz.
Bu film, anne üzerinden mesaj veriyor olsa bile örneklerini çoğaltabiliriz. Baba oğul, ağabey kardeş, evlat anne ya da baba. Günlük hayata baktığımızda, örneklerini çok yakından görüyoruz. Herkes birbirine rol yapmakta, alabildiğine bencilleşmekte.
Film üzerine ve filmden yola çıkılarak günümüze hatta belki kendi ilişkilerimize dair pek çok yorum yapılabilir. Film bittiğinde ise, böyle bir hesaplaşmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlayabiliriz, belki. Karanlık geçmişlerimizi, aydınlık yarınlara taşımak için… Belki?
Doğurduğu tek çocuğu, dört yaşında iken kaybeden Eva’nın, annesi ile hesaplaşmasından bir bölüm ile bitirmek istiyorum, filmle ilgili düşüncelerimi.
“ Ne kutsal bir sınır var ne de geçilemeyecek duvar. Sadece küçük oğlumun yasadığı yerdeki gerçekliği merak ediyorum. Tasvir edilemeyeceğini biliyorum. Özgür duygulardan oluşan bir dünya olmalı.
Bence insan muazzam bir yaratılış, tasavvur edilemez bir düşünce. En yüksektekinden en aşağıya, her şey insanın içindedir.
İnsan, Tanrı’nın bir görüntüsüdür ve Tanrı her şeyi kapsar.
İnsanoğlu yaratıldığında iblisler de yaratıldı ve aynı zaman da azizler, peygamberler, sanatçılar ve de inançsızlar. Her şey yan yana var olur. Her an değişen büyük bir model gibi. Ayni şekilde sayısız gerçek olmalı, sadece bizim körelmiş duygularımızla algıladıklarımız değil. Aynı zamanda iç içe geçmiş bir gerçeklikler kargaşası var.
Sınırlara inanmamız sadece korku ve ukalalıktan. Hiç bir sınır yok ne düşüncelere ne de duygulara. Sınırları koyan korku ve endişedir!”
Eser Akpınar
21.02.2011
İzmir