18
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1779
Okunma

Meltem, son günlerde çok okunan bir kitabı eline alıp divana uzandı. Bu kitabı epeydir merak ediyordu. Kitap gerçekten de güzeldi. Yazarla birlikte Meltem de, gizli şatonun kuytuluklarına gizlenip, şatoya giren şövalyeleri izledi. Birden telefonundan gelen sese kulak kabarttı. Yeni bir mesaj gelmişti. Göz ucuyla, sehpanın üzerinde duran telefona baktı. “Kim bilir hangi banka, bilmem ne kartının reklâm ediyordur yine”diye düşündü. Son günlerde, bankalardan başka mesaj yollayan yoktu. Kitabı okumqasına devam etti.
Ertesi sabah telefonunu kontrol ettiğinde mesajın ondan olduğunu gördüğünde heyecanlandı. Mert’tendi. Yani sevdiği adamdan… Umulmadık bir zamanda, umulmadık bir mekânda çıkmıştı Meltem’in karşısına. Zamanla birbirlerini sevmişler ve sonrasında sudan sebeplerden dolayı ayrılmışlardı. En azından, Meltem öyle düşünüyordu. Mesajda, “şu gün sana geleceğim” yazıyordu. Aslında bir telefon açıp söyleyebilirdi bunu, ama yapmamıştı. Kupkuru ve sadece bir mesaj… Meltem, bir an eski günleri düşündü. Gözleri doldu. Zaten yüreğindeki yangın hiç sönmemişti. Mert ilk aşkıydı ve bir başkası da olmamıştı.
Cevap olarak,“Gel” diye yazdı. Sadece mesaja “gel!” Sonra kararlaştırdıkları gün, kararlaştırdıkları saatten yarım saat önce gitti buluşma yerine. Mert’i bekletmek istemiyordu ama o çoktan gelmiş onu bekliyordu. İki sevgili, sıkıca sarıldılar birbirlerine. Bir süre nereye gidip, ne yapacaklarını düşündüler. Baharın ilk günleriydi. Hava da çok güzeldi. “Piknik yapalım mı?” dedi Mert. “Tamam” dedi Meltem. Ellerine birer şişe su alıp bir tepenin yolunu tuttular. Bir süre havadan sudan sohbet ettiler. İkisi de gerçek konuya bir türlü giremiyor, sonlarının ne olacağını soramıyorlardı.
Meltem elini uzatıp Mert’in elini tuttu. Sıktı ama erkek herhangi bir tepki vermedi. Az da olsa bir kıvılcım yoktu ellerinde. Gözleri uzak ufuklardaydı hep. Meltem dik yokuşu tırmanırken kendince düşüncelere daldı. “Neden geldin Mert, ne istiyorsun? “ diye sordu. İkisi de birden durdu. Cevap vermemişti Mert. Genç kız onun gözlerine baktı. Çok düşünceli görünüyordu. Yanında değil gibiydi. Göz göze gelmekten kaçıyordu sanki. Meltem onun gözlerindeki sevgisizliği görünce yıkıldı. Yürümeye devam ettiklerinde bacakları titriyordu.
Birlikte uçurum gibi bir yamaçtaki ağacın altına oturdular. Meltem uçurumdan aşağı ayaklarını sallayıp dağın dibini seyrederken, Mert’in gözleri hâlâ uzak ufuklardaydı. Dağların ardındaki sevdasındaydı belki… Hala göz göze gelmemeye dikkat ediyor gibiydi.
Genç kız, “ne menem şey şu sevgi dedikleri, ne alınıyor ne de satılıyor. Eğer, Mert’in sevgisinin parasal bir değeri olsaydı, faizi yüksek olsa bile, çekebildiğim kadar kredi çeker, Mert’in sevgisini satın alırdım ama parayla sevgi alınmıyor. Oysa içimde sevgi dağlarını öylesine büyütmüştüm ki. Çok bencildim! Yüreğim onun sevgisiyle böylesine doluyken, bir damlasını bile başkasına vermek aklıma bile gelmemişti. Mert’in bana vermediği gibi. Sevgisiz yaşamak istemiyordum. Şu uçurumdan kazara da olsa düşüversem… Ölüp gitsem, göç etsem bu sevgisiz dünyadan…” diye düşünürken, Mert, kızın düşüncelerini okumuş gibi elini uzatıp kendisine doğru çekti onu.
Dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Meltem uzanıp sıkıca sarıldı ama eski sıcaklığı, sevgisi yoktu Mert’in. Dudaklarında içini yakan ateş yoktu sanki. “Gidelim mi?” dedi Mert usulca. Kalktılar. Seviyordu ama seviliyor muydu? Ya da ne kadar seviliyordu bunu hiç anlayamıyordu. Çünkü Mert, bu konuda bir şey söylememişti. Evine yaklaşıp da ayrıldıklarında belki diye hep dönüp dönüp uzaklaşan çocuğun ardından baktı. Meltem’in içini derin bir hüzün kapladı. Sonra yabancı bir koku hissetti evinde. Kokladı kendini. Mert kokuyordu bütün bedeni. Hani şu, ara sıra martı kanatlarında duyduğu koku… Eline bornozunu aldı, salaş adımlarla banyoya doğru yürüdü. Yeni giymesine rağmen, üzerinde ne varsa hepsini çıkarıp kirli sepetine attı. Duşun altına girdi. Bedenini kazırcasına yıkadı. Hiçbir iz, hiçbir koku kalmasın istiyordu. Gözyaşları sularla yarıştı. Dudaklarına bir şarkı yapıştı…
Bir Yangının Külünü Yeniden Yakıp Geçtin
Gönül penceresinden ansızın bakıp geçtin,
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Madem ki son şarkının kırık bir güftesiydin,
Niçin yarım bıraktın, neden bırakıp geçtin,
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Ne çok sevmiştim seni ne çok hatırlar mısın,
Aşiyan yollarından ses versem duyar mısın,
Hala beni düşünür ve hala ağlar mısın,
Bir bahar seli gibi dalımdan akıp geçtin
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin,
Şarkı merhum Zeki Müren’e aittir.
Not: Öykü bir şarkıdan yola çıkarak kurgulanmıştır. Aslında yaşanmış hayat hikâyelerini yazmayı seviyorum. Ben, her insan bir dünyadır sözünü çok severim. Sessiz, sakin kendi halinde bir insanın kim bilir ne dertleri tasaları vardır. Kim bilir ne derin yaraları, sevdaları vardır. Eğer ki içinizde birileri, benim hayatım romandır, içinden unutamadığım bir anımın yazılmasını istiyorum diyorsanız. Ana hatlarını yazıp mesajla bana iletirseniz, sizlerinde bir hikâyeniz olur. İsminizi yazmamı isterseniz yazarım. İstemezseniz yazmam. Haydin, her insan bir dünyadır ve o dünya karanlıkta kalmasın. başkalarının başına Kalemimizle aydınlığa çıksın.
19/02/2011/ Emine UYSAL