13
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1388
Okunma
Kamyonun şoför mahallinde üç kişiydik.Şofor aynı zamanda köyün muhtarı idi.Ve babam, ben.Döne döne bir çukura iniyorduk.Karadeniz’in zümrüt yeşilinden sonra bu bozkıra nasıl alışacaktım. Benim hayalimdeki köyler hep yeşil ve ağaçlıktı.Gözyaşlarımı zaptedemiyordum. Babam kolunu boynuma atıyorve yavaşça fısıldıyor ’’Dönelim. Hem annende çok sevinir.’’ Cevap vermiyorum çünkü bu konuyu çok tartışmıştık. Ben öğretmendim artık. Neresi olursa olsun gitmeliydim.Muhtar itici sesiyle:
_ Ağlama gızım. Bizim avratlar sana hem ana hem de bacı olurlar. Bak aha da köy göründü işte.
Dikkatle bakıyorum. Bir kaç titrek ışık görünmekte.Kamyon bu fersiz ışıkların birinin önünde durdu.Arabadan indik.Toprak avlunun kapısını bir adam açtı.Selamlaşmadan sonra içeri girdik.Kısa saçlı, minyon yapılı bir kız bizi karşıladı.Arkadaşım elimi çok sıkı tutarak ’’Hoşgeldiniz’’ diyor.
O gece arkadaşımın ve benim babam muhtara misafir oluyorlar.Ben ve Asiye evimizde kalıyoruz.Asiye’de Karadeniz’li. Daha sonra köylüler bize ’’laz kızlar’’ dediler.
Gurbetteki ve köy ıssızlığındaki ilk gecem.Uzaklardan köpek ulumaları geliyor. Daha önce sesini hiç duymadığım bir kuş ötüyor sürekli. 12 Eylül arifesinde arkadaşlarımı düşündüm. Her birimiz çil yavrusu gibi savrulmuştuk. Kimilerini ise daha zor günler bekliyordu. Mümkün mü uyumak.....?
Nihayet sabah oldu. Okula gitmek için yola çıktık. Tohma çayının korkuluksuz köprüsünden geçtik.Yolda rastladığımız çocuklar koşarak arkadaşıma sarılıp beni de merakla süzüyorlardı. Eğilip içlerinden en küçüğünü öptüm. Çevremi sardılar. Buranın çiçekleri de bunlar dedim içimden.
Hemen iş başı yapıyoruz. Sınıfları paylaşıp öğrencileri yerleştirip derse başlıyoruz. Yapılacak işleri listeleyip ilk birkaçını uygulamaya başladık bile.
Babam henüz emekli olmamış. gitmesi lazım.Asiye ile anlaşıp ikisini de gönderdik.
Dik durduk. İçimiz kan ağlasada gülümsedik el sallarken.
Günler su gibi akıyordu.Artık onlardan biriydik. Elli haneli köyü artık tanımıştık.
Halı dokuyan kız guruplarıyla arkadaş olmuştuk.Aralarında müthiş bir rekabet vardı.Hangi gurup halıyı bitirmişse bizi davet ediyordu.Yemekten sonra yeni halı ortaya seriliyor, kızlar zilli deflerini çalarak türkü söyleyip zılgıt çekiyorlardı.Ben hayatımda bu kadar güzel sesli kızı birarada görmemiştim.Halının ortasında da uzun boylu, ince, uzun saçlı bir kız raksediyordu. Okullar tatil oluncaya kadar bu eğlence sürüp gitmişti.
Boz eşeklere binip bağlara gittik. Üzümler topladık en güzelinden. bütün bağlar bizimdi. Biz herkesin kızı , bacısı ,arkadaşı ve de öğretmeniydik.Nasıl kalacağım dediğim köyden nasıl ayrılacaktım bu kadar sevmişken.Ama her şeyin bir sonu vardı. Ağlayarak geldiğim köyden yine ağlayarak ayrılmıştım.
Yıllar sonra İstanbul’da bir resim atölyesinde buldum kendimi.Beyaz saçlarını arkadan bağlamış ressama , zilli defler çalarak türkü söyleyip zılgıt çeken kızları, halının ortasında rakseden ince uzun saçlı kızı anlattım. Bana bu güzellikleri çizmesini istedim. Tam çıkışta ressam arkamdan seslendi:’’Hanımefendi rakseden kız siz miydiniz?’’ Evet diyerek uzaklaştım.
Tablomu salonun en güzel yerine astım. Öncelikle ev halkına tablonun içeriğini anlattım. Bendeki anlamı ise çok özel. Kendimi sıklıkla tablonun önünde buluyordum.
Zaman duruyordu sanki. Kızların o güzel sesleriyle söyledikleri kimi zaman yanık, kimi zaman kıvrak köy türküleri çınlıyordu kulaklarımda. Güzel Anadolum. İyi ki bağrına doğru bir yolculuk yaptım. İyi ki insanlarını tanıdım.Sen benim asıl okulum oldun.Senden çok şeyler öğrendim.Bu metropol ne zaman canımı sıksa iç yolculuğum hep sanadır. Sana burdan selamlar olsun.....GÜZEL ANADOLUM.
13 /02 /2011
ŞİMAL 34