4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
820
Okunma

Hayatı boyunca hesapsızdı hep kaçışları kendinden.
Var olmanın dayanılmazlığını ruhuna sindirmek.
Boylu boyunca uzanabilmek kırlara…
Hesapsız nedensiz amansızca…
Masasının üzerindeki çalışma dosyalarını, bıkkınlık içerisinde toparlayıverdi. Bilgisayarının kapatma tuşuna şöyle bir dokunup, sinyal sesini duyduğunda çantasını alıp koşar adımlarla şirketin merdivenlerinin başına attı kendini.
Son zamanlarda kapalı ve küçük yerlerde bulunduğu an, panik atağı biraz daha onu sıkıştırmaya başlıyordu. İki yıla aşkındır kullandığı depresyon ilacını fırlatıp atmıştı sakağın başındaki çöp kontenyerin içerisine. Kendi kendine mücadele etmeye karar vermişti.
Azimle.
Bakalım nereye kadar diye düşündü.
Şirketin giriş kapısına yaklaştığında danışmada duran uzun suratlı delikanlı, yanındaki güvenlik görevlisi olan tıknaz çocuğa kaş göz işareti yaptı. Ece görmemezlikten gelerek çantasından arabasının anahtarının çıkarıp uzattı. Tıknaz boylu oğlan başıyla hemen efendim gibilerinden işaret yapıp dışarıya fırladı.
Kapının dışına çıkıp, esen rüzgâra karşı derin bir nefes alma ihtiyacı duydu. Saat daha öğleden sonra dört sularıydı. Yapması gereken tüm işleri bir kenara fırlatıp, arabasına bindiği gibi bilinmeyene doğru yol almaya başladı.
İzmir’in hatırı sayılır büyük bir holding şirketinde genel müdür olarak çalışıyordu. İnsanların kendisine özenecekleri bir hayatın içerisindeydi. Mükemmel bir kariyeri, çok iyi bir kazancı vardı. Kordon boyunca dizili olan residence apartmanlardan birinde lüks içerisinde döşenmiş bir dairesi, kaç bin dolara aldığı arabasıyla çoğu insanın istediği maddi şeylerin hepsine sahipti.
Son aylarda sahip olduğu tüm varlıklar onu mutlu etmek yerine huzursuz ediyordu. Bir anlam veremediği bu duygularla mücadele ederken, şu an olduğu gibi kendisini şirketten dışarıya atıp taze bir nefes almak adına yine o gölün kenarına doğru arabasını sürüyordu.
Aylarca kaçıp gitmelerinin sonucunda, hani derler ya, arayan Mevlasını da bulur belasını da, bu gölü keşfetmişti. Karagöl adındaki bu küçük göl, tüm duruşu ve akışıyla kendisine iyi geliyordu. Sanki bir anlamda bu küçük gölün başında, ruhunun tüm yaşanmışlıklarının kötülüğünü arındırıyordu.
İçindekinin ne olduğuna bir anlam veremeden. Ben ne istiyorum sorusuna cevap bulamadan, öylece gölün kenarında durup suyunun kara renginde saatlerce aksini seyrediyordu.
Göl onu gördüğünde sanki kocaman bir tebessüm ile kollarını açıp hoş geldin dercesine bir başka kıpırdamaya başlardı. Kendisinin bilemediği ama Karagölün tüm çıplaklığıyla görebildiği ruhu, sunardı kendini cömertlikle. Bu dakikalarda, içten içe birbirlerine açarlardı kendi dünyalarının tüm gizliliklerini.
Bir keresine hayatını anlatmıştı tüm içtenliğiyle Karagöl.
Çok eskilerden burada bir köy varmış. Hz. Hızır dilenci kılığına girip köydeki insanlara kendisine yardım etmelerini istemiş. Köyde bir kadının haricinde hiç kimse ona yardım elini uzatmamış. Hz. Hızır kadını yanına alarak köyü terk etmiş. Köyde sular içinde kalmış. İnsanlarda bir anda bu suda yüzen balıklar haline gelmiş.
İşte o köydeki oluşan Karagöl benim. Senin her gün siluetinin yansıdığı, kara sularım tüm o insanları balık yapıp kendisine köle etti.
Ne kadar enteresan demişti Ece. Acaba neden o insanlar yardım elini esirgediler.
Siz insanoğlu garip varlıklarsınız Ece.
Hep var olacakmışsınız gibi hayatın hengâmesinde akıp duruyorsunuz. Hep daha fazlası… Elde ettikçe daha fazlasına yönelip çevrenizde onca olan bitenden habersiz karmaşanızda boğulursunuz.
Evet, bir karmaşa içerisindeyim. Daha evvel hiç yaşamadığım duygular ile benliğim savaş halinde. Garip olan ne istediğimi de bilmiyorum. Hiç suçu olmayan arkadaşlarımı boş yere kırmaya başladım. Her zaman gidip eğlendiğim yerler bana dar geliyor artık. Nefes alamıyorum. Her şey boş ve anlamsız gibi… Üstelik bana çok değer verip beni seven nişanlımdan geçen hafta ayrıldım. Nedenini sorduğunda verebilecek cevabı bulamadım.
Karagöl’ün üstüne akşamın hüzünlü karanlığı çökmek üzereydi. Kara suyun üzerindeki, ördekler sıra halinde gölün kenarından toprağa çıkıp kanatlarını çırpmaya başladılar. Kara sular her bir yerlerinden akarak toprağın üzerinde boncuk misali toplar oluşturuyordu. Yaprakları suya değen söğüt ağaçları gevşemiş dallarıyla beraber kocaman esneyerek, akşamın uykusuna ilk hazırlıklarını yapmaya başlamışlardı.
Göl alaca karanlığın esirinde, boğuk sesiyle bu günün son cümlelerini dudaklarından akıttı.
Ece.
İçine dön bir bak. Ruhunun mistik havasında istediğin dünyanın kapılarını korkmadan kendine aç.
Aradığın her şeyi burada göreceksin.
Yaşadığın dünya üzerinde tüm maddi değerleri bir bir tatmışsın. Lezzetleri seni bir yere kadar doyurmuş. İşte diğer tarafta, doyuramadığın maneviyatın sana şimdi zülüm yapıyor.
Aç kalan manevi ruhun.
Onu doyurabilmek için aradığın yolu benim sularımda değil, kendi ruhunun içinde ancak bulabilirsin.
Dön içine bir bak.
Ecenin gözleri gölün sularına mıhlanıp kalmıştı.
Üzerindeki paltosuna sıkıca sarıldı. İçi ürpermişti.
Karar verdi. Dönecekti maneviyatına. Tüm çıplaklığıyla onu doyurmaya çalışacaktı.
Arabasına doğru yönelirken düşündü.
Yarın başlangıç olarak işe uzun bir süreliğine ara vereceğim. Ve daha sonra uzun, upuzun bir yola çıkmak için bavulumu hazırlamaya başlayacağım.
Nereye mi?
Maneviyatım nereye götürürse beni.
SEVİLAY DİLBER