5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1703
Okunma

Bana ters geliyor,anlamakta güçlük çekiyorum.
Ya da çok hain olduğumdan böyle düşünceler taşıyorum içimde bir yerde.
Nerde olduğunu bilemem.
Ama demek ki içimde böyle kötü düşünceleri taşıyabileceke, dondurup saklayabileceğim bir yerim var.
Sakın kalbim olmasın ?
Öyleyse yandım demektir.
Diğer organlardan biri olsa neyse !
Adam ömrü boyunca ibadet ediyor,içinden akıp giden duyguları ,kendine eziyet ederek, sabrederek gem vuruyor.
Sabah kalkıp orasını burasını yıkıyor,abdest alıyor.
Gece uykusundan feragat ediyor,ibadet ederek sabaha kavuşuyor bazen.
Bir başkası hayatın anasını ağlatıyor.
Yaşlanana kadar çalmadık kapı,tırmalamadığı ciğer bırakmıyor.
Misak-ı milli sınırları yetmiyor, cihanşumül takılıyor.
O Moldovalı senin, bu Ukraynalı benim.
Şişeler lingo lingo oluyor gözlerindeki yıldızların aydınlığında.
Sonra cennette bir bakıyor birinci adam ,o alemci cennette.
" Hacı abi hoş geldin,gel böyle abim. Bak bu Huri-1,bu Huri-2,şu yandaki Huri-8 ..."
Hacı kızıyor. "Bu münafığın burda işi ne ?" diye hayıflanıyor içinden.
"Sen maşalla yiğeniiim , bura nasıl gelebildin ? diye soruyor.
Adam " Hacı abi şerefsizim ben dünyada yedim içtim biliyon işte. Sonra altmışıma gelince bir tövbe asıldım,bir tövbe asıldım, ahan da affedildim burdayım" diyor.
Hacı sinirleniyor,ben onca yıl o kadar meşakkate katlandım,bu ipne hem yaşadı doya doya,hem de..töğbeee.töğbeee."diyor.
Oysa Hacı abi kolunda Hurilerle vızıldayıp konarken elma çiçeklerinin bal damlayan özlerine,diğer adam "hacı abi pişirilecek kebap felan varsa burada ocak var gonder de pişürek" dese ,hadi neyse.
İşte ben bu olayı anlamakta güçlük çekiyorum.
Onun için haram işleyenleri asla din’e imana davet etmem.
Nasihat etmem.
Hatırlatmam.
....demişti bir arkadaşım yıllar önce sohbet ettiğimiz çay ocaklarından birinde Erzurum’da.
O sırada televizyonda "Rabia" adlı bir film oynuyordu.
Zannedersem o gece mukaddes gecelerden biriydi.
Fatma Giriks hanfendi yüzüne inen nur’un ışığıyla dolanıp duruyordu çöllerde.
Zaten bir kısım vatandaşın aklına din denince nedense "çöl-deve-bedevi ve uçuşan evliyalar gelir" mütemadiyen.
Bazen bu tür programları ister istemez seyrediyorum.
Başarılı buluyorum da aslında. Mesela işleri mavi önlüklerle öpüşüp duran,hastanın başucunda bile " o sana şöyle baktı ,felancı şundan hamile kaldı" muhabbetleri olan "Doktorlar" dizisini beğeni ile izlerdim belki de çocukken.
Bir yabancı bir de bizim "doktorlar" anlayışımıza bakın.
Merak ederim,bu doktorların asılları neden itiraz edip de "Yahu bizim anamız ağlıyor nöbetlerde,hastalarla uğraşmaktan.Bizim ameliyat esnasında öpüşmeye vaktimiz olmuyor vallaa billaa" demezler diye.
Biz Maria Mercedes’i çocuk doğup ilkmektebe başlayana kadar evimize kabul etmiş onun derdiyle dertlenip ,sevinciyle mutlu olmuş bir milletiz.
Ne demiş Budapeşteliler " Türkler geliyeeee". Yoksa onlar değil miydi?
Ne farkeder bizim "doktorlar" sevişsin..pardon sağolsun.
Kimin çorabı kimin ayağında olmayan dizilere aşinalık bizde Dallas ile başladı.
Ve o dizi önümüzü epeyce aydınlattı.
Her yanımızı aydınlattı desek daha doğru olur.
Mühüm olanın bedeni aldatmak değil "akıl" aldatması olduğunu da.
"Aklımda sen vardın ama ben başkasıyla yattım" deyip kurtulan oldu mu bilmem de, kafa bu yani.
Yeşilçam’ın milletin geri zekalı olduğuna kanaat getiren yapımcılarının gözyaşı çıksın da nerden çıkarsa çıksın mantığıyla yaptıkları filmleri ile büyüyen bir nesil olmanın ezikliğini yıllarca hissettiğimi iafe ve itiraf etmeliyim.
Dün bir kanalda çocukken seyredip sonraki günler de ağlamamıza sebep olan "Öksüz-Sezercik" adlı filmi seyredince, o zamanlar nasıl bir halleti ruhiyede olduğumu ve anlayışımın ne kadar inkişaf ettiğini seyrettim.
Filmde çalınan Sezerciğin dilendirilen çocuk sürüsüne katıldığı ve nihayetinde ailesini nasıl bulduğu asabiyet sınırlarını zorlayan bir lisan-ı hal ile anlatılıyor.
Bir sürü kimsesiz çocuğun olduğu bir mekanda sadece Sezerciğimize "öksüz" denmesi,sanki diğer çocukların aileleri tarafından bu işe yerleştirildiğini hissettiriyordu.
Erol Taş meşhur kahkahasıyla sinirleri gererken Öksüz acıklı konuşmasıyla göz yaşlarına boğuyordu merhametli halkımızı.
Önce iyibirhırsız olan Sezoş,sonra Ekrem abisi(aslında babası da bilmiyo zavallıcık) tarafından bir kaç dakikalık rehabilitasyon konuşmasından sonra tövbe edip dilenci çocukların zorla(!) tutulduğu evden kaçıp, bir mağaraya saklanıyor.
Tabi yanında sırtında ben olan bir bebek ve kız arkadaşı ile.
Bu sefer zorunlulukan çalıyor.
İki yumurta,bir naylon don,iki bebek bezi,bir kase süt,iki domaten,bir ekmek,yani ihtiyaca binaen araklama yapıyor.
Yapımcı Allahı var,ta o günlerden bu günleri görebilmiş olacak ki Sezoş’a çaldığı sütten dolayı "helallik" dilettiriyor.
Bir de Ayşecik var göz yaşları ve üvey anneli filmlerin kamberi cinsinden.
Tekerlekli sandalyede bir yerden düşüp tekrardan yürümeyi bekleyen Ayşeciğime de bir deniz subayı aşık.
Düzenlenen balo’ya resmi kıyafetiyle gelen Teğmen asılmasına asılıyor da kıza kız pas vermiyor önce.
Neyse araya bir "sıpa " giriyor da bir merhale ilerliyor olaylar.
Tekne gezintisinde zengin aile bireylerince içilen kola bana çocukluğumu anımsattı.
Bu arada o mağarada süt bekleyen bebeğin babası,sanki bizim sokaklarımızda öyle bir ordu yokmuş gibi "Pırtık" kostümüyle çocuğunu arıyor.
Sırtındaki ben sayesinde buluyor bebeği,biz gözyaşlarıyla helak olurken, onlar bebeklerine sarılıp kameranın olduğu cihete tutuyorla suratlarını.
Bütün yetim çocukları giydiren Ayşemin küçük sıpayı açık artırmayla satacağı gecede Sezoş’a bir gömlek alamaması içimi paraladı ne yalan söyliyim.
Bir sahnede de Ayşe kendisine asılan ve daimi üniforma hapsi verilmiş teğmene " siz şimdi genç sağlıklı sevgilinizle el ele kırlarda koşmalıydınız" diyor ya içim sızlıyor o anda.
Teğmen,hem üniformalı,yanında genç kız , kırlarda el ele koşup oynayacak.
Hadi ya !
Eve atma sahnesi unutulmuş,ya da göz yaşı imalathanesi halindeki filme uymaz diye geçiştirilmiş.
Hulusi Kentmen de deniz albayı olmadığı filmlerde daima mahallenin babacan ve anlayışlı komiseri olurdu.
Öyle de olmuş.
Aklım almıyor bu babacan komiserler 12 Eylül de nasıl çalıştılar,nasıl ?!!!
Uzatıyorum yine daha anlatacak çok acılkı sahneler var da.
Sadece şu sahneyi de anımsayın yeter...Ayşecik merdivenlerden düşüp yürümeybaşlıyor.
Anlayın millet olarak nerelerden nerelere geldiğimizi.
Gelenler anlar da,hala oralarda kalanlar...
Aloo..biz burdayız !
Bu tarafa geliiiiin !!!