15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1025
Okunma

Bugün bir mevlide davetliydim. Çok yakın bir dostumun vefat eden ağabeyinin mevlidiydi.
Aynı evin yanındaki apartmanda genç kızlığım geçti. Dolayısı ile dostumun oturduğu evi çok iyi biliyorum. Yıllardır nice insanlar oturdular o evde. İlk sahibinden sonra hep kiracılar tarafından kullanıldı.
Mevlit okunmaya başlandı. Kulağım, mevlidi okuyan hocadaydı. Gözlerim, önce gelenleri taradı, üstünkörü. Sonra, zemindeki parkelere takıldı. Parkenin üstünde ki topuk izlerine takıldı.
…/…
Bir mekana gireriz ve kendimizi oraya ait hissederiz. O mekan, nefes almak gibidir, bizim için. Garip bir duygudur; Dejavu gibi.
Beylerbeyi sarayı böyle bir şeydir, benim için. Neden? Bilmiyorum – bilemem.
Her gittiğimde, aynı şeyi hissederim.
Merdivenlerden yukarı çıkarken, odalarında dolaşırken, garip bir duyguya kapılırım. Sanki bir kahkaha, saçlarıma takılacak gibi gelir, perdesinin bir kıvrımından. Ya da bir hıçkırık, düşecekmiş gibi gelir, Murano kristali avizesinin çanağından. Kapalı kapının arkasından, derin bir iç çekiş duyarım, sanki.
Tur bitip de merdivenlerden inmeye başladığımda; ipek kadife üzerine altın sırmalı entarinin hışırtısını duyarım. Her basamak inişte şıkırdayan, elmas küpelerin sesi çalınır, kulaklarıma.
İrkilir, yanıma bakarım, kimdir o? Diye.
…/…
Gözlerim, parkenin üzerinde ki topuk izlerine takıldı. Saymaya çalıştım, sayamadım. Bir kadına mı aitti? Yoksa çok kadından mı kalmıştı o izler? Yaşıyorlar mıydı, hala? Mutlu muydular, o izleri bıraktıklarında? Giderken mi oluşmuştu, izleri? Döndüklerinde mi?
…/…
“ El Fatiha “ dedi hoca…
Eser Akpınar
20.12.2010
İzmir.