14
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1355
Okunma


Salı günü, temizlik günüdür. Yani hiç durmadan iş yapma günü. Maraton, sabah 08.30 da başlar, 17.00-17.30 gibi biter. Keyif alır mıyım? Hayır. Evin temizleniyor? Olabilir.
Yapı olarak, çok muntazamlıktan hoşlanmam. Mobilya gösteri merkezi gibi bir eve sahip olmak istemem. O tip evlerin yaşanma / yaşıyor / yaşanıyor olmalarına dair işaretlerinin olmadığına inanırım. Bir yerlerde, bir şeyler az önce orada biri / birileri varmış gibi durmalı.
Ama dolaplarım için durum bunun tam tersidir. Neyin, nerede olduğunu bilmem gerekir. Evimde, hiçbir şey aramamalıyım. Evime, hakim olmalıyım. Salı günleri yaptığım iş de budur. Bir hafta boyunca dağılan her şeyi toparlamak.
Dün de aynen öyle geçti. Dolaplar, tıran tıran, yerleşti. 17.30 da, yardımcım gittiğinde, nakavt olmuş durumdaydım. Kızım, bilgisayarında son aldığı logo tasarım işini yapıyordu.
“ Açlık durumun ne alemde?”
“ Çok vahşet durumda değilim.”
“ Saat kaçta yiyelim? “
“ 19.00 gibi yiyebiliriz “
Daha çok zaman olduğunu anlayınca rahatladım. Şarabımı açtım. Mumlarımı yaktım. Güzel bir blues cdsi koyup köşe koltuğuma oturdum. Kararmaya başlayan hava eşliğindeki İzmir’i seyre daldım.
…/…
Sokak lambasının ışığında bir martı çarptı gözüme. Rüzgara inat, uçmaya çalışıyordu. Kısa bir süre havada asılı kaldı. Sonra var gücü ile kanat çırpmaya başladı ve rüzgarı yarıp, gözden kayboldu.
Gülümsedim. “ İnat; kuş olsun, insan olsun fark etmiyormuş demek ki “ diye düşündüm.
Bizler de aynı şeyi yapmıyor muyuz? Zaman zaman rüzgarlara direniyoruz. Zaman zaman dalgalara karşı yelken açıyoruz. Bütün bunları yaşarken de duygusal gel – git ler yaşıyoruz. Çünkü duygularımız, her an değişmeye hazırlar. Öyle ince bir çizgi var ki aralarında…
Sevgiden nefrete geçebiliyoruz, bir anda.
Samimi iken laubali olabiliyoruz.
İsteklerimizi elde edemediğimiz zaman, karşı tarafın sinirlerini yıpratma amaçlı eylemlere girişiyoruz. Ucuz durumlara düşüyoruz. Ne dilin kemiği oluyor, ne de tuşlara basan parmakların bir izan sınırı. "Ben sana saygı duymuyorum " derken aslında "Benim kendime saygım kalmadı" diye bas bas bağırıyoruz, büyük bir acizlik içersinde. Bir konuyu ya da düşünceyi tartışırken, bir anda, aklın bittiği noktaya geçiş yapıyoruz ve kendimizi karşımızdakine, hakaret eder buluyoruz.
Haksızlık etmek, saygısızca davranmak…
Bu öylesine ince bir çizgi ki duyguların arasında, insanı doğrudan, mantıktan uzaklaştırıyor. Oysa şöyle diyebiliriz:
“ Benim görüşüm doğrudur / Hatalı olması muhtemeldir.
Diğerinin görüşü bana göre hatalıdır / Doğru olması daima muhtemeldir “
…/…
Cd bitti. Salonu derin bir sessizlik kapladı. Yerimden kıpırdamaya korkar gibi bir hal kapladı ruhumu.
İyice kararan gökyüzüne baktım. Var, yok arası görünen bir yıldızı yakaladı gözlerim.
Net görebilmek için dikkatlice bakmaya başladım.
Acıyan gözlerimi, yaşlar ıslattı.
Şu yıldızı görmek kadar zor mu duygular?
Duyguları zorlaştıran bizler miyiz?
Öylesine kıl mesafeliler ki…
…/…
“ Anne, ne yapıyorsun karanlıkta? “
“… “
“ Annem, sen ağladın mı yoksa? “
Sımsıkı sarılan kızımı öptüm:
“ Sana bir şey söyleyeceğim “
“ Söyle, annem “
“ Karnım acıktı… “
Eser Akpınar
15.12.2010
İzmir