2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1362
Okunma
Omzuna dökülen saçlarının ucunda beyaz kelebek kurdeleler kırmızı bir iple tutturulmuştu saçarlına. Çantası omzunda , arkadaşıyla birlikte okula gidiyordu. Birbirlerini kaybetmemek için el ele tutuşuyorlar ve yol boyunca akıllarına ne gelirse konuşuyorlardı. Altıncı sınıfa henüz başlamıştı. Kafası çalışıyordu ve içinde dayanılmaz bir okuma arzusu vardı. Hemen her derste parmağı hiç inmez , her soruya kendisi cevap vermek isterdi. Doğru cevap verdiğinde gözlerinin içi parlar , bir gün kendisinin de öğrencilerine soracağı soruları hayal ederdi. Hele bir de Türkçe öğretmeni olursa… İşte bu hayal vardı gönlünde.
O gün üçüncü derse girdiklerinde babası geldi. Onu dersten çıkardı. Babasına ne olduğunu , neden kendisini dersten çıkardığını sordu. Şehre gideceklerini ve ona elbise alacağını söyledi babası. Bayramın daha uzak olduğu geldi aklına.
-Ama daha bayrama var baba, dedi.
Babası gülümsedi.
-Olsun, bu defa erken alacağız, dedi.
Heyecanlanmıştı birden. Yeni elbisesinin nasıl olacağını merak etmeye başladı. Arabada annesi, ablası, abisi, dayısı ve nerdeyse tüm akrabaları vardı. Şaşırdı .
-Niye herkes geliyor, dedi babasına endişeyle.
-Hep beraber gideceğiz, dedi babası sert bir ifadeyle.
Herkes ona iyi davranıyor, gülümsüyor ve gözlerinin içine bakıyordu. Olanlara bir anlam vermekte güçlük çekiyordu Dilara. Bir yandan dayısı, bir yandan halası, nasıl olduğunu soruyor , saçlarını okşuyorlardı.
Yol boyunca bu ilgi devam etti. Hep beraber kuyumcuya gittiler. Yavaş yavaş neler olduğunu anlamaya başlamıştı. Annesine yanaştı.
-Anne , neler oluyor söylesene , dedi.
Annesi , boynunu büktü.
-Babana sor, dedi, sitemli bir sesle.
Bu ara babası yanına çağırdı onu , yüzünde gülücüklerle.
-Dilara, gel kızım. Uzat bakayım parmağını, dayın sana yüzük alacak.
Küçük Dilara ağlamaya başladı birden. Annesinin yanına koştu. Onun arkasına saklandı.
-Anne, ne olur bana bunu yapmayın, diye yalvarmaya başladı. Annesi de ona sarıldı ve birlikte ağlamaya başladılar.
Babası yanına geldi ve sert bir ifadeyle,
-Beni kızdırmayın, ben ne dersem o olacak , dedi ve Dilara’yı kolundan tuttuğu gibi çekip aldı annesinin kucağından.
Küçük kız gözyaşları içinde kuyumcuya sokuldu. Çıktığında parmağında bir yüzük, yüzünde hayallerinin hüznü vardı.
O gün Dilara’ya türlü türlü hediyeler ve elbiseler alındı. Akşamında ise gürültülü bir eğlenceyle pembe elbisesinin içinde defalarca oynatıldı dayısının oğluyla karşılıklı. Üzerlerine paralar , şekerler, konfetiler atıldı . Dilara’nın yüzündeki hissiz duruşu hiçbir şey değiştiremedi. Dilara o günden sonra okula gitmedi. Birkaç ay sonra düğünü yapılacaktı. Arkadaşları yaz tatiline çıkarken O, biten hayallerinin filiz verdiği ama şimdi kupkuru olduğu okulunun yanından , çeyizini almak üzere şehre götürülüyordu. Ona bir şey sorulmuyordu, sorulmayacaktı. Dilara , suskunluğuyla anlatmaya çalışsa da yasak hayallerini , beceremiyordu. Çünkü onu anlamak isteyenlerin elinden bir şey gelmiyordu.
Sınıf arkadaşları sekizinci sınıftan mezun olduklarında ellerinde karneleriyle evin önünden geçerken, Dilara’nın kucağında kendisinin kaderine hazırlanan bebeği mışıl mışıl uyuyordu .
Dilara’ya ve Dilara gibilerine hayal kurmak yasaktı. Onların hayal etme şansı bile yoktu çünkü.
09/12/2010
Antakya/ Hatay
Mehmet Ali Türkan