3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1457
Okunma

Mevsimler size neyi hatırlatır. Mesela ilkbahar ya da kısaca hani insanın çok güvendiği bahar günleri… Baharda insanın içi içine sığmaz, mutlu olur ve aşk rayihasından payını alır. Bahar güzeldir. Bahar gerçekten de ne güzeldir. İnsanın en canlı zamanıdır. Benim için de öyle. İnsanın gençlik ânı bahar mevsimiyle ne de güzel özdeşleşmiş.
Yaza ne demeli, yaz insanın olgunluğa ulaştığı ve kendisini yaşlılığa hazırlayan bir mevsimdir. Bu mevsimde artık insanın son canlı günleridir. Bundan sonra gelecek mevsim yani Eylül…
“Eylülün kırdığı bir gül gibi” diyen şair bu tabiri çok yerinde kullanmıştır. Bir gül ki insanın canlılığını ifade edeceğini düşünürsek Eylül yani ölüm, ya da diğer bir ifadeyle insanın genç ömründe ölümü tatması… Gül, baharı arzular. Bahara gitmek ve tekrar dirilmek ister. Yüce Allah bu yeniden dirilişi zaten bitkilerde bize gösteriyor, onları dirilterek. Bir ağaç düşünün ki kışta ölüp baharda tekrar dirilmez mi?
Ölüm evet Eylül ölümle özdeşleşmiştir. Hazan derler güz mevsimi için. Hazan ayrılıktır. Yani bu kısa gölgelikten sonsuz bir hayata göçtür. Ölüm her şeyin bitmesi değildir. Belki burası için öyledir. Ama bir başlangıçtır ölüm. Ölüm vuslattır. Mevlâna’nın ‘şeb-i aruz’udur ölüm. Ya da Cahit Sıtkı’nın ‘Yaş Otuz Beş’i değildir. Yani bilemezsin oraya ne zaman teslim olacağını. Herkes kapıdadır. Girmek ise kim bilir kime kısmet…
İnsanın bu dünyada bir garantisi yoktur. Küçük bir elektronik alete bile garanti verilirken insan… Sadece bir nefes ayırır bu iki dünyayı. Ölümle insan yalnızlığa atar kendini. Çıkılması meçhul sokaklara girer.
Ölümle insanın her şeyin bittiğini düşünmesi yanlıştır. “Son durak kara toprak” derler ya işte o son durak bu dünyadaki son duraktır. Ama ölüm aslında bir başlangıçtır. Yumurtayla spermin birleştiği ândan itibaren geri sayım başlamıştır bu vuslat için. Doğmakla bir mesafe kat etmiştir. Gençlik, erişkinlik, ihtiyarlık derken bir de ölüm yoklamıştır kapını. Ölümle alâkalı Umut Mürare ağabeyimin şu mısraları beni çok etkilemiştir.
“Ve ölüm geldi kapıma ansızın
Her şeyim yarım kaldı
Umutlarım…
Hayâllerim…
Yarına dair her şeyim yarım kaldı.
Sevdiklerim mesela…
Sevenlerim…
Rüyalarım yarım kaldı.
Yeni bir hayatın koynuna girerken
Korka korka…
Usul usul…
Nelerin beklediğini bilmiyorum beni
Ve bilmiyorum sonumu.
Ey hayat…
Ey üç günlük dünya…
Ne de çabuk geçtin yılları bir bir sıralayarak ömrümden.
Ey ölüm…
Şimdi seninim bir tenhada
Sessizim…
Hoş geldin…
Hoş geldin…”
Bilemeyiz ne zaman kapımızı çalacağını. Buna göre hazırlamalıyız kendimizi. Yapılması gerekenleri yapmakla bu mükellefiyetten de kurtulmuş oluruz. Söylenmez insana ne zaman öleceği. Eğer söylenseydi ‘birkaç günlük hayatın kaldı’ diye o kişi Allah’a karşı olan görev ve sorumluluklarını ne de çabuk birden hatırlayıverir ya da gününü gün etmeye çalışır - ki çok ahmakça- da içinde bir burkuntu hissetmez.
Heyhat! Ama yok bilmiyoruz bu iklimde vuslata ne zaman varırız. Bilmiyoruz ne zaman o kapıdan içeri gireriz. Çok değil sadece zamanın belli bir bölümünü o Çaresizler Çaresi’ne ayırsak acaba çok mu zorlanırız. Fiili olarak zor bir iş olan bu vazife, zihnen ve kalben de ferahlık salmaz mı insanın içine?
Ölüm gerçektir. Ama bir son değildir. Hani Candan Erçetin “ Dünyada ölümden başkası yalan” diyordu ya. Bu gerçeği görmemek ya da görmek istememek ne kadar basitçedir. Nasıl ki bir deve kuşu düşman gelince uçamadığı için başını kuma gömerek ondan saklandığını düşünür. Ama bunu yapmakla koca bedenini saklayamaz. Nereye kadar… Gözümüzü kapamakla güneşi söndüremeyiz. Bu bir gerçektir iki kere iki dört eder kesinliğinde.
Ölümden kaçış yok. Musallaya herkes yatacak bir gün. Hani bir film vardı ‘Son Durak’ diye. Buradaki kişiler ölümden kurtulabileceklerini sanıyorlar. Ama elden bir şey gelmiyordu. Sonuç hüsran… Hâsılı ölüm tevafuktur. Yani kaderdir, kaçış yoktur.
Bir ezgide şöyle geçiyordu:
“Dinleyin ağalar beyler size bir sözüm… Az yaşayın çok yaşayın gelecek ölüm… Ya cehennem ya cennettir ikidir yolun… Ya gül biter mezarında ya mor sümbülün…”
*
Bu satırları yazdığımda bir ara gurubtaki güneş artık yoktu. Akşam olmuştu. Tam ölümü hatırlatan bir zaman dilimi…
Öyle değil midir? Sabah insanın doğumu ve bebekliği, öğle gençliği yani insanın en çılgın olduğu, nefis iplerinin zorlandığı dönemdir. İkindi ise gençlikten çıkılmış yorgunluğun olduğu, yıpranılmış olan bir olgunluk ve yaşlılığa bir adımdır. Akşam ve akşama kırk beş kala (kötü vakit) insanın ölüm ânı hatıra gelmez mi? Akşamla insan ölmüştür artık. Dönüşü olmayan bir yolculuktadır. Ve gece… İnsanın kabir âlemini yansıtır.
Söndü ışıklar artık. Sevdiklerin yok o zaman yanında. Ama şunu da unutma ki “ ba’sü ba’de’l-mevt” insan yeniden dirilecek ve sevdikleriyle yeniden buluşabilecektir. O ebedî makamında insan mesrur ve mesut olacaktır inşallah. Ama bunların öncesinde insanın dünyada Rabb’ine karşı sorumluluklarını ve vazifelerini tamamlamalıdır. Bütün görevlerini yerine getirmeli, paydos ipini çekmeli burada.
Hâsılı ölüm görüldüğü kadar dehşetli değil. Uyku da küçük bir ölümdür. Bunları kardeş bilmeliyiz. Her ân uykuya dalabiliriz. Ölümden korkulacak bir şey yok. Asıl korkulacak şey ise insanın Rahman’a kapalı, O’dan ayrı, uzak ve gününü gün ederek son nefesini vermek olmalı (Hafizanallah). Bir rahmet kapısıdır ölüm ve eylül.
İlhan KAPLAN