16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1148
Okunma

Sözleştikleri saatte, buluşacakları yerdeydi. İçi içine sığmıyor, buluşmalarına çok az bir zaman kalmasına rağmen sanki saatler, yıllar varmış gibi uzuyordu zaman. Gözleri çevresindeki kalabalığın içinde, yabancı yüzlerin arasında, sevdiği adamı arama telaşındaydı. Sanki ilk kez karşılaşacakmış gibi günlerce öncesinden hayal kurmaya başlıyordu.
Tek bildiği şey, ona doğru azgın bir nehrin suyu gibi akmakta oluşuydu. Git gide güçlenerek artan bir sevgiydi. Onu tanıdıkça, daha fazla bağlanıyor, tıpkı bulmaca çözer gibi onun ruhunu çözümlüyor, bir kere daha aşık oluyordu ona. Hayranlığı artıyordu sanki. Yıllardır süren aşk, giderek daha yakıcı, kavurucu olmuştu.
Tanışmaları bile ilginçti. Kavga etmişlerdi. Hem de çok şiddetli bir kavgaydı. Bir yanlış anlaşılma olduğu anlaşılana kadar ağızlarına ne geldiyse söylemişlerdi.
Melike, gecenin geç saatlerine kadar oturmayı seven biriydi. Sabahları da, işe geç kalır, apar topar hazırlanarak çıkardı sokağa. Akşamdan hazırladığı kıyafetleri geçirdiği gibi ayakları birbirine dolanır şekilde atardı sokağa kendini. İşe yetişme telaşının üstüne, bir de trafiğin acımasızlığı, dolmuşların sıkışıklığı en büyük dertti onun için.
Yine o sabahlardan biriydi. Bu kez diğer günlerden daha geç kalkabilmişti yatağından. Üzerini değiştirdi. Acele ile çantasını eline aldı. Gelişi güzel cüzdanını kontrol etti. Uyumakta olan kocasının yanağına bir buse kondurdu ve çıktı evden. Bahçe kapısına geldiğinde, saatine baktı. Bu şartlarda, dolmuşla gitmesinin mümkün olmadığı açıktı.
Cadde başına geldi. Taksi durağına yaklaşmakta iken, arkadan bir ses duydu. Arkasını döndü.
- Hanım efendi bakar mısınız ?
- Bana mı seslendiniz ?
- Evet size seslendim. Şey diyecektim.
- Ne diyecektiniz. Geç kaldım zaten.
- Nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum. Ama size mutlaka söylemeliyim.
- Bakın sinirleniyorum ama. Ne söyleyecekseniz söyleyin. Allah Allah ya deli misiniz nesiniz ? Geveleyip duruyorsunuz. Niye dinliyorum ki sizi. Sapık mısınız ? Şey şey diye dilinize dolamışsınız. Rahat bırakın beni.
- Beni dinler misiniz lütfen ! Ne sapığı, ne delisi ? Siz kadınlar böylesiniz işte. Anlayıp dinlemeden, yanlış yorumlarsınız.
- Sizin hareketiniz normal bir davranış mı peki ? Tanımadığınız bir bayana bir şey tutturmuşsunuz ? Ne düşünebilirim ? Polisi arayacağım bakın. Adam gibi söyleyin söyleyeceğinizi.
- Tamam be! Ama anlayışsız biriymişsiniz. İki saattir utandırmamak için uğraşıyorum. Eteğiniz, çorabınıza sıkışmış. Poponuz açıkta, onu anlatmaya çalışıyorum. Size iyilik etmek isteyende kabahat !
- Ne ? Ben öyle mi yürüdüm yani buraya kadar ?
- Evet ! Aynen öyle oldu.
- Çok özür dilerim. Beni bağışlayın lütfen !
- Ne sapıklığım kaldı, ne de deliliğim vallahi. Neyse, derdimi anlatabildim en sonunda. Az daha dövecektiniz beni.
- Çok kırdım sizi. Önyargı işte. Geç kaldım. İyi günler size.
- Sorun değil Hanım efendi. Ben, insanlık görevimi yaptım.
- İyi günler
Dedikten sonra eteğini düzelterek, taksi durağına koşmuştu. Utancı, yüzüne yansımış, pancar gibi kıpkırmızı olmuştu. Taksiye bindiğinde, arkasını dönerek bir kez baktı ona. Orada olduğunu umarak.
İki üç gün sonra tekrar aynı saatte ve aynı yere yakın bir yerde karşılaştılar ve sadece “ Günaydın “ Diyerek yollarına devam ettiler. Önlenemez bir merakla, birbirlerine çekiyordu bir el. Bu zamanla, kısa sohbetlere, ardından buluşmalara ve en sonunda gizli bir aşka doğru yol almıştı.
Yetmiyordu artık ikisine de kısıtlı saatler. Daha fazlasını istiyorlardı her ikisi de. Buluştukları çay bahçesindeki, minik kedi yavrusu bile imrenerek bakıyordu onlara. Ellerinin kenetlenmesi bile yarım yamalaktı. Korku ve vicdan azabının yanında, yüreklerini kavuran bir aşk ateşinin arasında sıkışıp kalmışlardı.
Birbirlerini gördükleri anda, bütün bunları unutuyorlardı. Ayrılık vakti geldiğinde, gözlerindeki hüzün ile arkalarına bakmadan ayrılıyorlardı. Bir dahaki buluşmaya kadar. Bir gün, bir asır gibi mutlu geçiyordu sanki. Yine güzel bir günün sonunda, evinin yolunu tuttu Melike… Dudaklarındaki gülümseme, her şeyi anlatıyordu aslında…
Evinin önüne gelene kadar, hülyalarla dolu, bir rüyadaymış gibiydi. Sanki ayakları yerden kesilmiş, bulutların üstünde, parmaklarının üzerinde yürüyen bir balerin gibi hafif hissediyordu kendini. Bahçe Kapısının önündeki, ayva ağacın yanına gelince, bir süre baktı ona. Sırtını yasladı. Bir süre o şekilde kaldı. Geçirdiği mutlu bir gününden ona kalan kareleri tekrar gözlerinin önüne getirdi.
Kapıyı açtı ve içeri girdi. Yabancı hissetti kendini o evde… Uzun süredir hissettiği gibi…